850- ESMA-ÜL HÜSNA اسماء الحسنى : Allah’ın isimleri. Cenab-ı Hakk’ın güzel isim ve sıfatlar. (Bak: Allah, Bismillah, Cevşen-ül Kebir, İsm-i Azam, Kudret)

Cenab-ı Hakk’ın, Celal, Cemal ve Kemal olarak cami’ sıfatından Celal: kâinatta umum eserlerinden anlaşılan sonsuz azamet ve haşmet-i ilahiyeyi bildirir; ve bu celale karşı tesbih ve tenzih ile mukabele edilir. Cemal ise, pek çok nimetleriyle tezahür eden ihsanını gösterir ve şükürle mukabele edilir. Kemal dahi, gayet mükemmel ve hikmetlerle tezyin edilmiş olan sanat eserleriyle zuhur eder ve tefekkürü ister. Demek şükr-ü hakiki, tefekkür-ü imanî, tenzih ve tesbih; asıl vazife-i insaniyettir. (Bak: Celal)

851- Kur’an’da esma-i İlahiye çok âyetlerde zikredilir. Ezcümle:

«(59: 24)  لَهُ اْلاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ Esma-i Hüsna hep onun...  En güzel, en yüksek manalara delalet eden en güzel isimler hep onundur. Nitekim Sure-i A’raf’ta (7:180) وَلِلّٰهِ اْلاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَۖا Sure-i Taha’nın evvelinde de; (20:8) اَللّٰهُ لآَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَۜ لَهُ اْلاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى buyurulmuştur. “En güzel isimler” demek olan işbu “esma-i hüsna” tabiri, lisan-ı şer’îde bilhassa Allah Teâla’nın isimlerine ıtlak olunur. Bunların bazısı zat ismi, bazısı sıfat ismidir. Allah ism-i celali, hepsini cami’ olan zat ismi- diğerleri sıfat ismidir. Rahman ismi ism-i sıfat olmakla beraber Allah’tan başkasına ıtlakı caiz olmayan has ismidir.

Sıfatlar sıfat-ı zatiye, sıfat-ı fiiliye, sıfat-ı maneviyedir. Sıfat-ı zatiye, zat ile kaim, sıfat-ı selbiyye ve sıfat-ı sübutiyedir. Sıfat-ı selbiyye; Vücub-u vücud, kıdem, beka, muhalefet lil-havadis yani hâdisata benzememek gibi nefy-i teşbih ile kudsiyet ve nezahet ifade eden sıfatlardır ki, Kuddüs ve Selâm Ehad, Vahid, Evvel ve Âhir gibi isimler bu haysiyetledir. Sıfat-ı sübutiye; hayat, ilim, sem’, basar, irade, kudret, kelâm, tekvin sıfatlarıdır.

Hayy, Alîm, Semi’, Basir, Mürid, Kadir, Mütekellim ve Hâlik isimleri gibi isimler, sıfat-ı Zatiye hasebiyledir. Sıfat-ı fiiliye, sıfat-ı zatiyenin âsar ve ahkâm ile zuhurunu ifade eden tekvin sıfatının tecelliyatıdır ki Hâlik, Bari, Müsavvir, Mübdi’, Mübdî, Muîd, Muhyi, Mümit, Rezzak, Vehbab, Gaffar, Settar isimleri gibi esma bu haysiyetledir... (Esma-i zatiye ve fiiliye ve eşyanın tenevvüü, bak: 460.p.)

852- Hasılı: Allah Teâla’nın zatı bir, esma-i hüsnası çoktur. Kur’anda zikr olunanlar buradakilerden ibaret değildir. Buhari, Müslim ve sairede Ebu Hüreyre Radıyallahu Anh’dan rivayet olunan bir hadis-i sahihde, Allah Teâla’nın doksan-dokuz ismini ihsa edenin Cennet’e gireceği haber verilmiştir.1

Diğer bir rivayette de mealen: “O tek’dir, tek’i sever”2 buyurulmuştur..

Kur’anda Rabb-ül Âlemîn, Rabb-ül Arşul’azim, Malik-i Yevmiddin, Âlim-ül Gaybi Veşşehade, Allam-ül Guyub, Gafir-iz Zenbi, Kabil-it Tevbi, Refiudderecat, Zül’arş, Fa’alün Limayürid, La Yüs’elü Ammâ Yef’al gibi daha bazı esma ve evsaf mezkûr olduğunda da şübhe yoktur...

Kezalik Peygamber’in Buhari ve Müslim’de rivayet olunan dualarında Münzil-ül Kitab, Mücrissehab, Hazimül’ahzab isimleri de başkasına ıtlak olunamayacak isimlerdendir.

İbn-i Kesir tefsirinde demiştir ki: Esma-i hüsnanın doksandokuza münhasır olmadığına İmam Ahmed İbn-i Hanbel Hazretlerinin Müsned’inde senediyle Abbullah İbn-i Mes’ud (R.A.) Hazretlerinden rivayet ettiği hadis de delalet eder..

853- Bu hadislerdeki bu dualardan anlaşılıyor ki: Allah Teâla’nın esma-i Hüsnasından Kitab’da indirmediği, kimseye bildirmediği, ilm-i gaybda yalnız kendisinin bildiği isimleri de vardır. Şu halde evvelki hadiste “Allah Teala’nın doksandokuz yani bir müstesna olmak üzere yüz ismi vardır, onları ihsa eden Cennet’e girer” buyurulması, Allah’ın ma’lum olabilen esma-i hüsnasından doksan dokuzunu ihsa eden yani belleyip sayan yahud Allah ile muamelesinde onların hududunu muhafaza edip güzelce rivayet eyleyen kimse Cennet’e girer manasına olmak gerektir.» (E.T. 4877/4881)

T.T.ci: 5. sh: 166’da esma-ül hüsna hakkında bir bölüm vardır. Kur’an (17: 110) âyetinde de esma-i hüsna ile dua edilmesine telmih eder.

854- Gerek felsefede, gerek bid’at cereyanlarında görülen batıl fikirlerin çoğu, “esma-ül hüsna” hakkında Kur’anın beyan ettiği müvazeneyi görememekten ileri gelmiştir. Esma-ül hüsna’nın müvazeneli ve istikametli marifeti ise, Kur’anın talim ve irşadıyla, masnuatta esma-ül hüsnanın tecellilerini gören büyük din alimleri ve asfiya denen zatların derslerinden yani eserlerinden öğrenilir. Zira bu zatların eserleri, Kur’anın mesleğini takib eder.

Kur’an ise tekraren, âsar-ı İlahiyeden esma-i İlahiyeye intikal dersini veriyor. Meselâ: «(17:44) وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ   sırrınca, herşeyden Cenab-ı Hakk’a karşı pencereler hükmünde çok vecihler var.

Bütün mevcudatın hakaikı, bütün kâinatın hakikatı, esma-i İlahiyeye istinad eder. Her bir şeyin hakikatı, bir isme veyahut çok esmaya istinad eder. Eşyadaki san’atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor. Hatta hakiki fenn-i hikmet, “Hakîm” ismine ve hakikatlı fenn-i tıbb “Şafi” ismine ve fenn-i hendese “Mukaddir” ismine ve hakeza herbir fen, bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi bütün fünun ve kemalat-ı beşeriye ve tabakat-ı kümmelîn-i insaniyenin hakikatları esma-i İlahiyeye istinad eder. Hatta muhakkikîn-i evliyanın bir kısım demişler. “Hakiki hakaik-ı eşya, esma-i İlahiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir. “Hatta birtek zihayat şeyde, yalnız zahir olarak yirmi kadar esma-i İlahiyenin cilve-i nakşı görünebilir.» (S.627)

855- «Sani-i Hakîm, cenneti ve dünyayı, semavatı ve zemini, nebatat ve hayvanatı, cin ve insi, melek ve ruhaniyatı, küllî ve cüz’î bütün eşyayı, cilve-i esmasıyla, eşkâlini tahdid ediyor, tanzim ediyor, birer mikdar-ı muayyene veriyor.» (S.628)

Hem «kâinatta görünen binlerle ef’al-i umumiyenin ve cilveleri görünen yüzer esma-i İlahiyenin her birinin hem hâkimiyeti, hem kibriyası, hem kemali, hem ihatası, hem ıtlakı, hem nihayetsizliği vahdetin ve tevhidin gayet kuvvetli birer bürhanıdırlar.

Hem nasılki bir fevkalâde kuvvet, faaliyete girmek için istila etmek ister, başka kuvvetleri dağıtır. Öyle de, herbir fiil-i rububiyet ve her bir cilve-i esma-i uluhiyet, o derece fevkalâde kuvvetleri eserlerinde görünüyor ki eğer hikmet-i amme ve adalet-i mutlaka olmasa idi ve onları durdurmasa idi, herbiri umum mevcudatı istila edecekti.» (Ş.20)

856- «Esma-i hüsnanın her birisi, ötekileri icmalen tazammun eder (ziyanın elvan-ı seb’ayı tazammun ettiği gibi). Ve keza her birisi ötekilere delil olduğu gibi, onların her birisine de netice olur. Demek esma-i hüsna mir’at ve ayine gibi birbirini gösteriyor. Binaenaleyh, neticeleri beraber mevsul kıyaslar gibi veya delilleri beraber neticeler gibi okuması mümkündür.» (M.N. 131)

«Cenab-ı Hakk’ın ef’ali birbirine münasib, âsarı birbirine müşabih, esması birbirine ayine ve ma’kes, sıfatı birbirine mütedahil, şuunatı memzuc ise de, herbirisi için hususi bir tavır, bir hal vardır ki, maksud-u bizzat o hususi tavırdır. Sair tavırlar ise, tebeîdirler. Binaenaleyh, meselâ Hâlik’ın âsarından cemadata baktığın zaman azamet ve kudreti, kasdına hedef yap. Başka isimlerin tecelliyatını teb’an düşün. Hayvanata bakarken merhamet kasdıyla bak. Sair tecelliyata tebeî bir nazar ile bak.» (M.N.140)

857- «Kâinatta tecelli eden isimler, devair-i mütedahile gibi ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi birbiri içine giriyor, birbirine yardım ediyor, birbirinin eserini tekmil ediyor, tezyin ediyor. Meselâ: Muhyi ismi bir şeye tecelli etitği vakit ve hayat verdiği dakikada Hakîm ismi dahi tecelli ediyor, o zihayatın yuvası olan cesedini hikmetle tanzim ediyor. Aynı halde Kerim ismi dahi tecelli ediyor, yuvasını tezyin eder. Aynı anda Rahim isminin dahi tecellisi görünüyor, o cesedin şefkatle havaicini ihzar eder. Aynı zamanda Rezzak ismi tecellisi görünüyor o zihayatın bekasına lâzım maddi ve manevi rızkını ummadığı tarzda veriyor. Ve hakeza.. Demek Muhyi kimin ismi ise, kâinatta nurlu ve muhit olan Hakîm ismi de onundur ve bütün mahlukatı şefkatle terbiye eden Rahim ismi de onundur ve bütün zihayatları keremiyle iaşe eden Rezzak ismi dahi onun ismidir, ünvanıdır. Ve hakeza...» (M.334) (Ahsen-ül Hâlikîn gibi tabirler, bak: 1149, 1153.p.lar)

858- «Mevcudat etvar-ı hayatıyla, müteaddid envan-ı tesbihat-ı Rabbaniyeyi yapıyor. Hem esma-i İlahiyenin iktiza ve istilzam ettikleri hâlatı gösteriyor ki... Meselâ: Rahim ismi, şefkat etmek ister. Rezzak ismi, rızk vermek iktiza eder. Latif ismi, lutfetmek istilzam eder ve hakeza... Bütün esmanın birer birer muktezası vardır. İşte herbir zihayat, hayatıyla ve vücuduyla o esmanın muktezasını göstermekle beraber, cihazatı adedince Sani-i Hakîm’e tesbihat yapıyorlar. Meselâ: Nasılki bir insan güzel meyveler yer, o meyveler midesinde dağılır, erir, zahiren mahvolur fakat ağzından midesinden başka bütün hüceyrat-ı bedeniyede faaliyetkârane bir lezzet, bir zevk vermekle beraber, aktar-ı bedendeki vücudu ve hayatı beslemek ve idame-i hayat etmek gibi pek çok hikmetlerin vücuduna medar oluyor.... O taam kendisi de, vücud-u nebatîden hayat-ı insaniye tabakasına çıkıyor, terakki ediyor. Aynen öyle de, şu mevcudat zeval perdesinde saklandıkları vakit onların yerinde herbirisinin pek çok tesbihatı baki kalmakla beraber, pek çok esma-i İlahiyenin de nukuşlarını ve mukteziyatını o esmanın ellerine bırakır. Yani bir vücud-u bakiyeye tevdi ederler, öyle giderler.» (M.294)

859- Hem mevcudat içinde en cami fıtratta yaratılan «insan, bütün esmaya mazhardır. Fakat kâinatın tenevvüünü ve melaikenin ihtilaf-ı ibadatını intaç eden tenevvü-ü esma, insanların dahi bir derece tenevvüüne sebeb olmuştur. Enbiyanın ayrı ayrı şeriatları, evliyanın başka başka tarikatları, asfiyanın çeşit çeşit meşrebleri şu sırdan neş’et etmiştir. Meselâ: İsa Aleyhisselâm, sair esma ile beraber Kadir ismi onda daha galibdir. Ehl-i aşkta Vedud ismi ve ehl-i tefekkürde Hakîm ismi daha ziyade hâkimdir.» (S.334)

860- «İnsan, üç cihetle esma-i İlahiyeye bir ayinedir:

Birinci vecih: Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir, öyle de insan, za’f ve acziyle, fakr ve hacatıyla, naks ve kusuru ile, bir Kadir-i Zülcelal’in kudretini, kuvvetini, gınasını, rahmetini bildiriyor ve hakeza pek çok evsaf-ı İlahiyeye bu suretle ayinedarlık ediyor. Hatta hadsiz aczinde ve nihayetsiz za’fında, hadsiz a’dasına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan daima Vacib-ül Vücud’a bakar. Hem nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hacatı içinde, nihayetsiz maksadlara karşı bir nokta-i istinad aramağa mecbur olduğundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahim’in dergahına dayanıyor, dua ile el açar. Demek her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istim-dad cihetinde iki küçük pencere, Kadir-i Rahim’in barigah-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir.

861- İkinci vecih ayinedarlık ise: İnsana verilen nümuneler nev’inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, malikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyat ile Kâinat Malikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine ayinedarlık eder. Onları anlar, bildirir.

Meselâ: Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun malikiyim ve idare ediyorum. Öyle de: Şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hakeza... (Bak: 818 ilâ 822.p.lar)

862- Üçüncü vecih ayinadarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esma-i ilahiyeye ayinedarlık eder. Otuzikinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfının başında bir nebze izah edilen insanın mahiyet-i camiasında nakışları zahir olan yetmişten ziyade esma vardır. Meselâ: Yaratılışından Sani’, Hâlik ismini ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahim isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerim, Latif isimlerini ve hakeza bütün aza ve âlatı ile, cihazat ve cevarihi ile, letaif ve maneviyatı ile, havas ve hissiyatı ile ayrı ayrı esmanın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmada bir ism-i azam var. Öyle de o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı azam var ki, o da insandır. Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku... Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var!.» (S.686)

«Ey insan! Onun esma ve sıfatına ait istidad-ı muhabbetini, sair bekasız mevcudata verme faidesiz mahlukata dağıtma. Çünki âsar ve mahlukat fanidirler. Fakat o âsarda ve o masnuatta nakışları, cilveleri görünen Esma-i Hüsna bakidirler, daimîdirler. Ve esma ve sıfatın herbirisinde binler meratib-i ihsan ve cemal ve binler tabakat-ı kemal ve muhabbet var. Sen yalnız Rahman ismine bak ki: Cennet bir cilvesi, saadet-i ebediye bir lem’ası, dünyadaki bütün rızk ve nimet, bir katresidir.» (S.637) (Bütün hüsünlerin menşei cemal-i ezelîdir, bak: 1429-1434.p.lar)

863- İnsan esma-i ilahiyenin tecelliyatını tefekkürle mükellef olduğu gibi, o esmaya muhabbetle de muvazzaftır. Bu muhabbetin uhrevî neticeleri dahi azîmdir. Ezcümle: «Güzel şeylere ve bahara meşru muhabbetin, yani “ne kadar güzel yapılmış” nazar ile, o âsarın arkasındaki ef’alin güzelliğini ve intizamını ve intizam-ı ef’al arkasındaki güzel esmanın cilvelerini ve o güzel esmanın arkasında sıfâtın tecelliyatını ve hakeza sevmekliğin neticesi ise: Dar-ı bekada o güzel gördüğü masnuattan bin defa daha güzel bir tarzda, esmanın cilvesini ve esma içindeki cemal ve sıfâtını, Cennet’te görmektir. Hatta İmam-ı Rabbanî Radıyallahü Anhü demiş ki: “Letaif-i Cennet, cilve-i esmanın temessülatıdır.” Teemmel!...» (S.649) (Bak: Muhabbet) (Esma-i Hüsnanın ni’metiyet cihetleri, bak: 2867, 2868.p.lar)

 

1 Sahih-i Buhari 97. Kitab, 12. bab

2 Sahih-i Buhari 80. Kitab, 68.bab

Yukarı Çık