1345- HİSS-İ KABL-EL VUKU’ حسِّ قبل الوقوع : Bir hâdiseyi olmadan önce hissetmek. Sezmek. (Bak: İlham, Tahteşşuur)

“Mektubat” eserinde rüyanın hakikatını anlatan Bediüzzaman, hiss-i kabl-el vuku’ için de şu izahatı verir:

“Rüya-yı sadıka, hiss-i kablelvukuun fazla inkişafıdır. Hiss-i kablelvuku ise, herkeste cüz’i külli vardır. Hatta hayvanlarda dahi vardır. Hatta bir zaman ben bu hiss-i kalelvukuu, zahirî ve batınî meşhur duygulara ilave olarak, insanda ve hayvanda “sâika” ve “şâika” namıyla aynı “samia” ve “bâsıra” gibi iki hiss-i âheri ilmen bulmuştum. Ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, o gayr-ı meşhur hislere; -hata ederek-ahmakçasına “sevk-i tabî” diyorlar. Haşa sevk-i tabiî değil, belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i İlahî sevkediyor. Meselâ: Kedi gibi bazı hayvan; gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilaç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.

Hem ruy-i zeminin sıhhiye me’murları hükmünde ve bedevi hayvanatın cenazelerini kaldırmak ile muvazzaf kartal gibi âkilüllahm kuşlara, bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kablelvuku ilhamiyle ve o sâika-i İlahî ile bildirilir ve bulurlar.

1346- Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu; yaşı bir gün iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmiyerek, o sevk-i kaderî ile ve o sâika ilhamiyle döner, yuvasına girer. Hatta herkesin başında çok defa tekerrür ediyor ki; birisinden bahsediyorken, ani kapı açılarak tahminin fevkinde aynı adam gelir. Hatta Kürdçe durub-u emsaldendir: نَاڤِ گُرْبِينَه پَالاَنْدَارْ لِى وَرِينَه  Yani: “Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla vur, çünki kurt geliyor.” Demek bir hiss-i kablelvuku ile, latife-i Rabbaniye, icmalen o adamın gelmesini hisseder. Fakat aklın şuuru ihata etmediği için; kasden değil, ihtiyarsız olarak bahsetmeye sevkeder. Ehl-i feraset bazan keramet gibi geldiğini beyan eder. Hatta bir zaman bende şu nevi hassasiyet fazla idi. Bu hali bir düstur içine almak istedim, fakat yakıştıramadım ve yapamadım. Fakat ehl-i salahatta ve bahusus ehl-i velayette bu hiss-i kablelvuku fazla inkişaf eder, kerametkârane âsârını gösterir.” (M.348) (Rüya-yı sadıka, hiss-i kablelvukuun inkişafıdır, bak: 3161.p.)

1347- Emirdağ Lahikası namındaki eserinde de şu bilgi vardır:

“Emr ve izn-i İlahî ve havl ve kuvvet-i Rabbaniye ile, umum hayvanatın melaikeden bir çobanı, bir nâzırı olduğu gibi; kuş taifesinin de bir çobanı var. Onlar bilmese de emr-i İlahî ile ve ilham-ı Rabbanî ile çobanları onları sevkeder. O sevk-i fıtrî ise, kuşlara gelen ilhama dayanır. Kuşlar, ilhama mazhardırlar ki; yaşı bir günlük bir arı yavrusu, havada bir gün mesafede gider; o ilham-ı fıtrî ile o sevk-i Rabbanî ile yolunu şaşırmadan dönüp, gelip yuvasına girer.” (E.L.1.92)

1348- Bu sevk-i Rabbanî ve ilham-ı fıtrî gibi hakikatlardan anlaşılıyor ki; “herbir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve müvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle o Alim-i Kadir’e şehadet eder.

Çünki zerre gibi bir camid, arı gibi küçük bir hayvan, Kitab-ı Mübinin mühim ve ince meseleleri olan nizam ve mizanı bilmez. Camid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede? Semavat tabakalarını bir defter sahifesi gibi açıp, kapayıp toplayan Zat-ı Zülcelal’in elindeki Kitab-ı Mübin’in mühim ince meselelerini okumak nerede? Eğer sen divanelik edip; zerrede o kitabın ince hurufatını okuyacak kadar bir göz bulunduğunu tevehhüm etsen, o vakit o zerrenin şehadetini redde çalışabilirsin. Evet Fâtır-ı Hakîm, Kitab-ı Mübin’in düsturlarını gayet güzel bir surette ve muhtasar bir tarzda ve has bir lezzette ve mahsus bir ihtiyaçta icmal edip derceder. Herşey öyle has bir lezzet ve mahsus bir ihtiyaç ile amel etse, o Kitab-ı Mübin’in düsturlarını bilmiyerek imtisal eder.

Meselâ: Hortumlu sivrisinek dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar; durmıyarak insanın yüzüne hücum eder, uzun asasıyla vurur, ab-ı hayat fışkırtır, içer. Hücumdan kaçmakta, erkân-ı harb gibi meharet gösterir. Acaba bu küçük tecrübesiz, yeni dünyaya gelen mahluka bu san’atı ve bu fenn-i harbi ve su çıkarmak san’atını kim öğretmiş? Ve nerede öğrenmiş? Ben, yani bu biçare Said itiraf ediyorum ki: Eğer ben o hortumlu sineğin yerinde olsaydım; bu san’atı, bu kerrüfer harbini ve su çıkarma hizmetini çok uzun dersler ve çok metaiddid tecrübelerle ancak öğrenebilirdim.

İşte ilhama mazhar olan arı, örümcek ve yuvasını çorap gibi yapan bülbül gibi hayvanatı bu sineğe kıyas et. Hatta nebatatı da aynen hayvanata kıyas edebilirsin. Evet Cevvad-ı Mutlak (Celle Celaluhu), her ferd-i zihayatın eline lezzet midadıyla ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş. Onunla evamir-i tekviniyenin programını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi etmiştir. Bak o Hakim-i Zülcelal’e; nasıl Kitab-ı Mübin’in düsturlarından, arı vazifesine ait mikdarını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazifeperver arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, proğramını okur, emri anlar, hareket eder. (16:68) وَ اَوْحَى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ âyetinin sırrını izhar eder.” (L. 125) (İrade-i İlahiyenin tecellisine mümkinatın itaatı, bak: 815.p)

Yukarı Çık