1945- KARUN قارون : Hz.Musa (A.S.) devrinde yaşamış ve zenginliğiyle mağrur bir azgındır. Cenab-ı Hakk’ın zekat emrini dinlemediğinden, mallarıyla birlikte Allah onu yere batırmış ve helâk olmuştur. Kur’an bu gibi azgınların kıssalarıyla kıyamete kadar bütün insanlara ibret derslerini veriyor. Fani dünya malı ile gururlanmak, enaniyete saplanmak ve âhireti ve ebedî saadeti unutmak veya inkâr etmek, Allah’ın nimetlerini kendi iktidarına maletmek gibi azgınlıklardan ve azgınlardan uzak durmak lâzımdır. Aksi halde Kur’anın böyle çok mühim derslerinden hissesiz kalınır ve helâket yoluna sapılmış olur.

1946- Evet nasılki “menfi esesata bina edilen ve Karun gibi (28:78) اِنَّمَا اُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ deyip ihsan-ı Rabbanî olduğunu bilmeyip şükretmiyen ve maddiyyun fikriyle şirke düşen ve seyyiatı hasenatına galib gelen şu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semavi tokat yedi ki; yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrib edip yangına verdi.” (K.L. 16)

Hem “ehl-i dalaletin şerrinden kâinatın kızdıklarını ve anasır-ı külliyenin hiddet ettiklerini ve umum mevcudatın galeyana geldiklerini, Kur’an-ı Hakîm mu’cizane ifade ediyor. Yani: Kavm-i Nuh’un başına gelen tufan ile semavat ve arzın hücumunu ve kavm-i Semud ve Âd’in inkârından hava un-surunun hiddetini ve Kavm-i Fir’avuna karşı su unsurunun ve denizin galeyanını ve Karun’a karşı toprak unsurunun gayzını ve ehl-i küfre karşı âhirette (67:8) تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ sırrıyla, Cehennem’in gayzını ve öfkesini ve sair mevcudatın ehl-i küfür ve dalalete karış hiddetini gösterip ilan ederek gayet müdhiş bir tarzda ve i’cazkârane ehl-i dalalet ve isyanı zecrediyor.” (L. 83)

1947- Halbuki insan acz ve fakrını bilerek Allah’a iltica etmesi gerekmektedir. “Nasılki nazadar bir çocuk ağlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazin haliyle matlublarına öyle muvaffak olur ve öyle kaviler ona müsahhar olurlarki; o matlublardan binden birisine bin def’a kuvvetçiğiyle yetişemez. Demek zaaf veacz, onun hakkında şefkat ve himayeti tahrik ettikleri için küçücük parmağıyla kahramanları kendine müsahhar eder. Şimdi böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himayeti ittiham etmek suretiyle ahmakane bir gurur ile “Ben kuvvetimle bunları teshir ediyorum” dese, elbette bir tokat yiyecektir. İşte insan dahi Hâlikının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfran-ı ni’met suretinde Karun gibi: (28:78)  اِنَّمَا اُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ   yani “Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım” dese, elbette sille-i azaba kendini müstahak eder.Demek şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyat-ı beşeriye ve kemalat-ı medeniyet; celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki ona onun za’fı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş. Ve o saltanatın sebebi, kuvvet ve iktidar-ı ilmî değil, belki şefkat ve re’fet-i Rabbaniye ve rahmet ve hikmet-i İlahiyedir ki, eşyayı ona teshir etmiştir. Evet bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlub olan insana, bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren onun iktidarı değil, belki onun za’fının semeresi olan teshir-i Rabbanî ve ikram-ı Rahmanîdir.

Ey insan! Madem hakikat böyledir; gurur ve enaniyeti bırak. Uluhiyetin dergâhında acz ve za’fını istimdad lisanıyla; fakr ve hacatını, tazarru ve dua lisanıyla ilan et ve abd olduğunu göster.” (S.327)

1948- Kur’anda Karun kıssası: (28:76 ilâ 82)  (29:39,40) (40:23,24,25) âyetlerinde geçer.

Yukarı Çık