1968- KEMALAT كمالات : (Kemal c.) Faziletler, iyilikler, mükemmellikler. Ahlâk ve huy güzellikleri. Terbiyelilik, edeblilik.

Hakiki kemalat bütün cihazat-ı insaniyeyi gaye-i hilkatlerine tevcih etmekle kazanılır. Şöyle ki:

“İnsan bir çekirdeğe benzer. Nasılki o çekirdeğe kudretten manevi ve ehemmiyetli cihazat ve kaderden ince ve kıymetli proğram verilmiş. Ta ki, toprak altında çalışıp, ta o dar âlemden çıkıp, geniş olan hava âlemine girip, Hâlikından istidad lisanıyla bir ağaç olmasını isteyip, kendine lâyık bir kemal bulsun. Eğer o çekirdek, su-i mizacından dolayı ona verilen cihazat-ı maneviyeyi, toprak altında bazı mevadd-ı muzırrayı celbine sarfetse; o dar yerde kısa bir zamanda faidesiz tefessüh edip çürüyecektir. Eğer o çekirdek, o manevi cihazatını فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوَى nın emr-i tekvinîsini istimal edip hüsn-ü imtisal etse; o dar âlemden çıkacak, meyvedar koca bir ağaç olmakla, küçücük cüz’î hakikatı ve ruh-u manevîsi, büyük bir hakikat-ı külliye suretini alacaktır.

1969- İşte aynen onun gibi; insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli proğramlar tevdi’ edilmiş. Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında o cihazat-ı maneviyesini nefsin hevesatına sarfetse; bozulan çekirdek gibi bir cüz’î telezzüz için kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mes’uliyet-i maneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

Eğer o istidad çekirdeğini İslâmiyet suyu, ile imanın ziyasıyla ubudiyet toprağı altında terbiye ederek, evamir-i Kur’aniyeyi imtisal edip cihazat-ı maneviyesini hakiki gayelerine tevcih etse, elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennet’te hadsiz kemalat ve ni’metlere medar olacak bir şecere-i bakiyenin ve bir hakikat-ı daimenin cihazatına cami kıymetdar bir çekirdek ve revnakdar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır. (Şükr-ü örfi ile istidadat-ı ruhiyenin inkişafı, bak: 1159 ve 3610.p.da iki âyet notu)

Evet hakiki terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hatta hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususi bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır. Yoksa ehl-i dalaletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hatta en süflisini tatmak için bütün letaifini ve kalb ve aklını nefs-i emmareye musahhar edip yardımcı verse; o, terakki değil, sukuttur.” (S.321)

İki atıf notu:

-Cihazat-ı insaniyeyi asıl vazifelerinde istihdam etmek, bak: 3598.p.

-Hakiki kemalat, kalbin bir kumandan olması ve bütün cihazatını istihdam etmesi iledir, bak: 3667.p.

-Bozuk cemiyetin menfi tesiri, Bak 710/1.p.

1970- Hem kazanılan kemalat nisbetinde gaye-i İlahiye ve hakikatler idrak ve tasdik edilir. (Bak: 1305.p.) Sefahet ise, kemalatın zıddına olarak tedenniye ve tefeyyüzat-ı maneviyeden mahrumiyete sebebdir. (Bak: 985.p.) Beşeriyet âleminde kemalatı kazanıp manevi imtiyaza sahib olan mümtaz kullar vardır. (Bak: Istıfa)

1971- Bütün enva’-ı kemalatın mercii olan Allah, sonsuz kemalat sahibi olup tecelli-i kemaliyle kâinatı envaen tezyin etmiştir. Evet “madem mevcudat, zeminin yüzünde büyük bir nehir gibi, kemalatın lem’alarıyla parlar geçer. O nehir, güneşin cilveleriyle parladığı gibi; şu seyl-i mevcudat dahi, hüsün ve cemal ve kemalin lem’alarıyla müvakkaten parlar gider. Arkalarından gelenler aynı parlamayı, aynı lem’aları gösterdiklerinden anlaşılıyor ki: Cereyan eden suyun kabarcıklarındaki cilveler, güzellikler, nasıl kendilerinden değil; belki bir güneşin ziyasının güzellikleri, cilveleridir. Öyle de şu seyl-i kâinattaki muvakkat parlayan mehasin ve kemalat, bir Şems-i Sermedî’nin lemaat-ı cemal-i esmasıdır.” (S.621)

1972- “Keza ilim sıfatını ihsan edenin ilimsiz, şuuru ihsan edenin şuursuz, ihtiyarı verenin ihtiyarsız, iradeyi verenin iradesiz, kâmil şeylerin sânii gayr-ı kâmil olduğunu telakki etmek muhaldir... Maahâza, masnudaki kemalat, tamamen Sâni’deki kemalden akan bir feyizdir.” (M.N. 184) (Bak: 1429.p.)

1973- “Ve keza bakıyoruz ki, kâinatta her hangi bir şey, hadd-i kemale vâsıl olmayınca hareket etmekten durmuyor. Kemaline vâsıl olduğu zaman hareketi terk edip sükûnda oturur. Bundan anlaşılıyor ki, vücud, kemali ister. Kemal da sübutu iktiza eder. Öyle ise vücudun vücudu kemal iledir. Kemalin kemali de devam ile olru. Öyle ise bir Vâcib-i Sermedî Kâmil-i Mutlak var ki, mümkinatın bütün kemalatı onun nur-u kemalinin cilvelerine birer gölgedir. Öyle ise Cenab-ı Hak zatında, sıfatında, ef’alinde Kâmil-i Mutlak’tır.” (M.N. 62)

Atıf notları:

-Eslaf-ı izamın yüksek kemalatına ihtiyaç duymamak hatası, bak: 1066.p.

-İbadetin şahsî kemalata sebeb oluşu, bak: 1454.p.

-Mübareze ve tekâmül kanunu, bak: 1292.p.

-Keşif ve kerametler hakiki kemalatın mihengi değil, bak: 1989.p.

-Kemalat arşına giden dört yol, bak: 2251.p.

-Hak dinler olmasaydı insanlar hayvan olarak kalacaktı, bak: 143.p.

-Cenab-ı Hak her şey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir, bak: 2981.p.

Yukarı Çık