2344- MERAK مراق : İnsanın bir musibet veya zarar karşısında duyduğu endişe. *Arzu. Heves. Düşkünlük. Kuruntu. Öğrenme isteği. “Acz muhalefetin menşeidir, merak ilmin hocasıdır.” (H.Ş.129)

2344/1- Allah’ın insanlara büyük ihsanlarından biri de merak hissidir. Adeta vagonları gittiği istikamete çeken lokomotif gibi bu his dahi, insanın akıl, hayal ve kalb gibi çok ehemmiyetli ve vazifedar cihazat-ı maneviyesini, alâkalandığı müsbet veya menfi meselelere çekebilir. Eğer bu merak hissi, asıl vazifesine göre hareket ediyor ise, iyi; eğer ölçüsüz ise çok zararlı neticelere götürür.

Evet her hissin ifrat ve tefriti ve sırat-ı müstakimi olduğu gibi merak hissinin de ifrat, tefrit ve vasatı vardır. Hayatta hiçbir şeyi merak etmemek, tefrit; lüzumlu-lüzumsuz herşeyi merak edip meşgul olmak ifrat; dinde ehemmiyet verilen hususlara, ehemmiyet derecelerine göre merakla meşgul olmak ise, vasat ve sırat-ı müstakimdir. (Bak: Sırat-ı Müstakim)

Ancak bir kısım insanlar meşru vazife ve ihtisas sahalarında, ikinci derecede olarak meraklarını sarfedebilirler.

İnsanın merak ettiği çok şeyler var ki, Kur’an’da onlar çok mücmel veya işaret ve ima durumundadır ve insanın merak ettiği gibi tafsilatla bildirilmemiştir. Bazan da Kur’anda bir şeyin vücudundan haber verilir ve mahiyeti veya tafsilatı bildirilmez. Kısas-ı Enbiyadan haber veren (4:164) âyeti  gibi.. Demek nazar-ı Kur’anda o mes’elenin ehemmiyet derecesi o kadardır. Çünkü Kur’an, insanın dünyaya geliş hikmeti itibariyle, insanlara hitab ediyor. Yoksa merakımızı tatmin için değil. Her hissimiz tam manasıyla âhirette tatmin olacağı gibi, merak hissimiz de orada tatmin olur. Evet kâinatın ibtidasından intihasına kadar küçük büyük meraka değer her şey muhafaza edilip, âhirette ebedî olarak gösterilecektir. Âlemde abes yok. O halde şimdiden herşeyi merak etmekte ifrata gerek yoktur. Belki dünyada iken bu fevkalâde hârika ve ebedî manzaralar olarak hıfzedilen icraat-ı İlahiyeyi âhirette seyretmek liyakatını kazanmayı merak edip ona göre çalışmak gerektir. (Bak: 1123.p.)

“Bilirsin ki en ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hatta eğer sana denilse: “Yarı ömrünü, yarı malını versen; Kamer’den ve Müşteri’den biri gelir, Kamer’de ve Müşteri’de ne var, ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek.” Merakın varsa vereceksin. Halbuki şu zat (A.S.M.) öyle bir Sultanın ahbarını söylüyor ki: Memleketinde Kamer bir sinek gibi bir pervane etrafında döner. O Arz olan o pervane ise, bir lamba etrafında pervaz eder ve o Güneş olan o lamba ise, o Sultanın binler menzillerinden bir misafirhanesinde binler misbahlar içinde bir lambasıdır. Hem öyle acaib bir âlemden hakiki olarak bahsediyor ve öyle bir inkılabdan haber veriyor ki; binler Küre-i Arz bomba olsa patlasalar, o kadar acib olmaz. Bak! Onun lisanında: (101:1) (81:1) اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ٭ اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ ٭ اَلْقَارِعَةُ ( 82:1 )  gibi sureleri işit.. Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki: Şu dünyevî istikbal ona nisbeten bir katre serap hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddi olarak haber veriyor ki: Bütün saadet-i dünyeviye, ona nisbeten bir berk-i zâilin, bir şems-i sermede nisbeti gidir.” (S.238)

İşte bu hakikat içindir ki, Asr-ı Saadette Sahabeler, merak hissini gayat-ı İlahiyeyi anlamaya tevcih ettiler ve Kur’anı anlamada birinci dereceyi kazandılar.

2345- Evet “içtihadda, yani istinbat-ı ahkâmda, yani Cenab-ı Hakk’ın marziyyatını kelâmından anlamakta, sahabelere yetişilmez. Çünki o zamandaki o büyük inkılab-ı İlahî, marziyyat-ı Rabbaniyeyi ve ahkâm-ı İlahiyeyi anlamak üzere dönerdi. Bütün ezhan, istinbat-ı ahkâma müteveccih idi. Bütün kalbler, “Rabbimizin bizden istediği nedir?” diye merak ederdi. Ahval-i zaman, bu hali işmam ve ihsas edecek bir tarzda cereyan ediyordu. Muhaverat, bu manaları tazammun ederek vuku buluyordu.” (S.491)

Fakat bu asırda hayatî ve siyasî pek çok merakâver hâdisat ve mücadeleler, merak hissini kendine çekip meşgul ediyor ve vazife-i asliyesinden alıkoyuyor. Halbuki “insanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hakeza şedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir.” (M.33)

2346- “Eğer insanın fıtratındaki merak, insaniyet damarıyla sizin farz ve lâzım vazifeniz zararına, o hâdise o geniş boğuşmalara sevkediyor. Bu da bir ihtiyac-ı manevîdir, fıtrîdir derseniz ben de derim:

Kat’iyyen biliniz ki: insanın çok mu’cizatlı hilkatine merak etmeyip, dik-kat etmeyerek iki başlı veya üç ayaklı bir insan görse kemal-i merakla temaşasına daldığı gibi, aynen bu asırda nev’-i beşerin muvakkat ve fani, tahripçi geniş hâdiseleri ve zemin yüzünde yüzbin millet ve insan nev’i gibi çok hâdisat-ı acibeye mazhar o milletlerden her baharda yalnız birtek arı milletine ve üzüm taifesine baksan, bu nev’-i beşerdeki hâdisatın yüz def’a daha mucib-i merak ve ruhani, manevi zevklere medar hâdiseler var. Bu hakiki zevklere ehemmiyet vermeyip beşerin zararlı, şerli, ârızî hâdiselerine bu kadar merak ve zevk ile bağlanmak; dünyada ebedî kalmak ve o hâdiseler daimî olmak ve herkese o hâdiseden bir menfaat veya zarar gelmek ve o hâdiseye sebebiyet verenlerin hakiki fail ve mûcid olmak şartıyla olabilir.” (E.L.I 56)

“Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir.

....Hatta ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar, ta kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarfetmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki, lüzumsuz fani şeylerde telef olmasın.” (E.L.I57)

“Ulûm-u imaniyeden sonra, en ehemmiyetli ve en elzem şey, yalnız ve yalnız amel-i salihtir. Çünkü Kur’an-ı Hakîm, aleddevam الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ diyor. Evet şu kısa ömür, onun için en ehemm olan şeye ancak kifayet edebilir. (Başka şeyler için sermayesi yoktur.)

Amma ecnebilerden alınan ulûm-u kevniye ise, zaruret için ve ihtiyacat için ve san’atlar için ve beşerin istirahatı için olanlardan gayrı, hepsi zararlıdır, muzırdır.” (Bms. 253)

“Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.” (M. 72)

Hem siyasi hâdisatı takib edip tarafgirane hareket etmenin manevi mesuliyetleri de vardır. (Bak: 125, 3420.p.lar)

Atıf notları:

-Merakı âfâka dağıtmamalı, bak: 3239, 3410.p.lar

-Merak hissinin müsbet mecrası, bak: 1344.p.

Yukarı Çık