2409- MEZHEB مذهب : Yol Gidilen yol. Tutulan çığır. *Dinin esaslarında ve esas temel mes’elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes’eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müctehidlerin yolları. *Müctehidlerden, kendilerine tabi olunanların seçtikleri meslekleri. Füruatta Hanefî ve Şafiî, ve akaidde Matüridî ve Eş’arî gibi. Bu “Mezheb” kelimesi, asıl ve esas manasına da kullanılır.

Beyn-el ülema ve muhakkiklerce ince tedkik neticesinde Kur’an-ı Kerim’in esaslarından, Peygamber’in (A.S.M.) emir ve sünnetlerinden ayrılmamış olan şu “Dört Mezheb” hak olarak seçilmiştir: 1-Hanefî Mezhebi. 2- Şafiî Mezhebi. 3- Hanbelî Mezhebi. 4- Malikî Mezhebi. (Bak: İçtihad, İmam, Eimme-i Erbaa, Selefiye, Telfik-i Mezahib, Zahirî Mezhebi)

2410- İtikadda Ehl-i Sünnet imamları:

“Ashab-ı güzin ile tabiîne “selef-i salihîn” denilir. Bunlar ehl-i sünnet ve cemaatin ilk rehberidir. Bunlar Peygamberimiz’in yolunu hakkıyla takib etmiş, İslâmiyeti her tarafa yaymaya çalışmış, İslâm birliğini, İslâm camiasını kuvvetlendirmiş, bid’atlardan yani din namına sonradan türemiş, dine aykırı bulunmuş şeylerden berî bulunmuşlardır.

Ehl-i sünnetin itikad hususunda büyük üstadları, büyük imamları vardır. Bunlardan herbiri, selef-i salihîn mezhebi üzere yürümüş, İslâm âleminde yüz gösteren muhtelif cereyanlara, felsefî nazariyelere karşı hak ve hakikatı müdafaaya çalışmış, İslâm akaidinin ne kadar doğru olduğunu yeni yeni delillerle, mütalaalar ile isbat etmiştir. İşte bu büyük mücahidlerden birisi İmam-ı Matüridî, diğeri de İmam-ı Eş’arî’dir.

2411- İmam-ı Ebu Mansur Muhammed Matüridî (Hi.280) tarihinde doğmuş, (Hi.333) tarihinde Semerkant’ta vefat etmiştir. Mensub olduğu Matürid, Buhara ilçelerinden biridir. Kendisi Hanefi mezhebindeydi. Pek kıymetli tefsiri ve sair eserleri vardır. Bizim itikadda imamımızdır. Hanefî mezhebinde bulunan müslümanların en büyük kısmı itikadda Ebu Mansur-u Matüridî’ye tabidir.

2412- İmam Ebu Hasan Aliyy-ül Eş’arî (Hi. 260) tarihinde Basra’da doğmuş, (Hi.324) tarihinde Bağdat’ta vefat etmiştir. Büyük dedesi, ashab-ı güzinden Ebu Muse-l Eş’arî’dir.

Ebu Hasan-il Eş’arî, Şafiî mezhebinde idi. Ehl-i Sünnet itikadında pek çok hizmet etmiştir.Pek değerli eserleri vardır. Malikîler ile Şafiîlerin hemen ekserisi, Hanefîlerin bir kısmı ve Hanbelî mezhebindeki müslümanların bir kısım fuzalası, itikad meselelerinde Ebu-l Hasan-il Eş’arî’ye tabidirler. (Bak: Eş’arî)

2413- İmam-ı Matüridî ile Eş’arî arasında esas itibariyle ihtilaf yoktur. Her ikisi de Selef-i Salihîn mezhebini takib etmiştir, ikisi de hak üzeredir. Ancak ikinci derecede bulunan füruattan sayılan birkaç tali meselede ihtilafları vardır. Fakat bunların başlıcaları da lafzî, zahirî bir ihtilaftan başka değildir. Binaenaleyh, bugün müslümanların en büyük kısmı, itikadca ya İmam-ı Matüridî’ye veya imam-ı Eş’arî’ye tabi bulunmaktadır.” (B.İ.İ. 32-33)

2414- “İslâm üleması, herhangi bir ilim şubesi ile iştigal edip o hususta temayüz eden İslâm âlimlerini müteaddid tabakalara, derecelere ayırmışlardır. Bu sayede her âlimin zamanı, muhiti, daire-i ihtisası ve bilgisinin intişar sahası bilinmiş olur.

İşte bu cümleden olmak üzere tefsir, hadis, kelâm, fıkıh gibi, şer’î ilimler ile mütevaggil olan İslâm âlimleri de “Tabakat-ül Müfessirîn”, “Tabakat-ül Muhaddisîn”, “Tabakat-ül Mütekellimîn”, “Tabakat-ül Fukaha” denilen muhtelif tabakalara ayrılmışlardır.

Müctehidler ile sair fukahanın tabakata ayrılmaları ashab-ı kiram ile kibar-ı tabiîn devrinden sonraya müsadiftir. Çünkü bilahare İslâm muhiti ziyadesiyle genişlemiş, şer’î hâdiseler çoğalmış, bir kısım ahkâm hakkında muhtelif içtihadlar tecelli etmiş, bir takım ilimlerin müdevven bir hale gelmesine lüzum görülmüş olduğu cihetler şer’î ilimler ve kitaplarda kayd ve zabtedilerek müdevven bir hale getirilmiş, bu ilimlerde ihtisasları olan zatlar tabakata tabi tutulmuş, bunun neticesi olarak fıkhî mezheblere mensub zevata ait “Tabakat-ı Fukaha”da vücuda gelmiştir.

2415- İkinci ve Üçüncü Asr-ı Hicrîde, en ziyade iştihar ve temayüz eden müctehidler; İmam-ı A’zam, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, İmam-ı Ahmed- İbn-i Hanbel hazeratıdır. Bu muhterem zatlar, Kur’an-ı Mübin’in âyetlerinden, Resul-i Ekrem’in hadislerinden ashab-ı kiram ile kibar-ı tabiînin asrından şer’î hükümleri istinbat, tetebbu ve tetkik ederek bunları bir ilim halinde tedvin ve neşrettikleri cihetle, birer müessese-i fıkhiyye vücuda gelmiş, bu müesseselerden herbirine bir “mezheb-i fıkhî” denilmiş, böyle bir mezhebin kudretli müessisine de “imam” namı verilmiştir. Bu mezhebler müessislerinin namına izafe edilerek “Mezheb-i Hanefî”, “Mezheb-i Malikî”, “Mezheb-i Şafiî”, “Mezheb-i Hanbelî” ünvanı ile yad olunmaktadır. Hepsine birden “mezahib-i fıkhiyye” denilir.

2416- Yukarıda yazıldığı vechile gerek ashab-ı kiram ve gerek tabiîn ile tebe-i tabiîn arasında bir çok müctehidler yetişmiştir. Fakat bunların mezhebleri birer müessese-i fıkhiyye halinde teessüs edip devam eylemiş olmadığı için bunlardan bir çoğunun mezhebi kendi zamanına münhasır kalmış veya bir müddet devam etmiş ise de tabileri münkariz olmakla nihayete ermiştir.

2417- Tabiîn ve tebe-i tabiîn hazeratından müçtehid olup da müessese-i içtihadiyeleri devam etmemiş olan zatların başlıcaları şunlardır: İbrahim Nehaî, İbn-i Ebi Leyla, İbn-i Şübrüme, Süfyan-ı Sevrî, Hasan İbn-i Salih, Abdurrahman-ı Evzaî, Amr İbn-i Haris, Leys İbn-i Sa’d, Abdullah İbn-i Ebu Cafer, İshak İbn-i Raheveyh, Ebu Ubeyd, Kasım İbn-i Selâm, Ebu Sevr-i Bağdadî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Nasr-ı Mervezî, İbn-i Münzir-i Nişaburî, Davud-u Zahirî, İbn-i Cerir-i Taberî. (Rahmetullahi aleyhim)” (H.İ.cild l, sahife: 335)

2418- “Şüphesiz ki Allah Teala dört mezheb için beka ve başka mezhebler üzerine galibiyet takdir etti. Evzaî’nin mezhebi Endülüs’de, Malikî mezhebi önünde bekasını koruyamadı. Leys b. Sa’d’ın mezhebi, Mısır’da diğer mezheb ülemasının yaptığı gibi kendini tedvin edecek ve onu insanlar arasında yaşayacak taraftar bulamadı. Mısırlılar evvela Malikî mezhebinden, saniyen de Şafiî mezhebinden ihtiyaç gördükleri şeyler bulmuşlardır. Davud ez-Zahir’in mezhebi, imamların yok olmasıyla ve büyük çoğunluğunun onun müntesiblerini hoş karşılamamasıyla yok oldu. İbn-i Haldun’un zikrettiği gibi, ancak kitab ciltleri içinde kaldı. Yine böylece diğer fakihlerin mezhebleri de zamanla ortadan kalkmış ve onların zikri ancak kitablarda kalmıştır.

Hülasa olarak, bu dört mezheb ehl-i İslâmda bütün şehirlerde büyük çoğunluğun (cumhurun) mezhebi oldu. İnsanlar bunları taklid etmekle yetinip durdular... Ülema bunları taklid etmenin vücubuyla, bunların başkasını taklid etmesinin ise adem-i cevaziyle fetva verdiler. Fetva ve kaza işleri, müslümanlar arasında ancak bu mezheblerden birisi üzere olan kimselere verildi.” (Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı ci: l, shf: 49)

2419- “Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hatem-ül enbiya’dan sonra; şeriat-ı kübrası, her asırda, her kavme kâfi geldiğinden, muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheblere ihtiyaç kalmıştır. Evet nasılki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilaçlar tebeddül eder. Öyle de, asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. Çünki ahkâm-ı şer’iyenin teferruat kısmı, ahval-i beşeriyeye bakar. Ona göre gelir, ilaç olur. Enbiya-yı salife zamanında, tabakat-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seciyeleri hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca ibtidaî ve bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatlar, onların haline muvafık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hatta bir kıt’ada bir asırda, ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunurmuş.

Sonra Âhirzaman Peygamberi’nin gelmesiyle, insanlar güya ibtidaî derecesinden, idadiye derecesine terakki ettiğinden, çok inkılabat ve ihtilatat ile akvam-ı beşeriye birtek ders alacak, birtek muallimi dinliyecek, birtek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir.

Fakat, tamamen bir seviyeye gelmediğinden ve bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyede gitmediğinden, mezhebler taaddüd etmiştir. Eğer beşerin ekseriyet-i mutlakası bir mekteb-i âlînin talebesi gibi, bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyeyi giyse, bir seviyeye girse; o vakit mezhebler tevhid edilebilir. Fakat bu hal-i âlem, o hale müsaade etmediği gibi, mezahib  de bir olmaz. (Bak: 3210 p.sonu)

2420- Eğer desen: Hak bir olur; nasıl böyle dört ve oniki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?

Elcevab: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su ilaçtır, tıbben vacibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tebben ona sünnettir. Diğer birisine, ne zarardır, ne menfaattir afiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: “Su yalnız ilaçtır, yalnız vacibdir, başka hükmü yoktur”.

İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlahiye mezheblere hikmet-i İlahiyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur. Meselâ, hikmet-i İlahiyenin tensibiyle İmam-ı Şafii’ye ittiba eden, ekseriyet itibariyle Hanefilere nisbeten köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup cemaatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nakıs olduğundan, herbiri bizzat dergâh-ı Kadıy-ül Hacat’ta kendi derdini söylemek ve hususi matlubunu istemek için, imam arkasında Fatiha’yı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı Azam’a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibariyle, İslâmî hükümetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip, birtek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefi Mezhebi’ne göre imam arkasında Fatiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.

2421- Hem meselâ, madem şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu tadil edip nefs-i emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbaı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan Şafii Mezhebi’ne göre: “Kadına temas ile abdes bozulur; az bir necaset zarar verir”. Ekseriyet itibariye hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medeni şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i Hanefiye göre: “Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var”.

İşte bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız. Amele, tarz-ı maişet itibariyle; ecnebi kadınlarla ihtilata, temasa ve bir ocak yanında oturmaya mülevves şeylerin içine karışmaya mübtela olduğundan; san’at ve maişet itibariyle, tabiat ve nefs-i emmaresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için, şeriat onların hakkında, o tecavüzata sed çekmek için, “Abdest bozulur, temas etme; namazını ibtal eder bulaşma” manevi kulağında bir sada-yı semavi çınlattırır. Amma o efendi, namuslu olmak şartıyla âdât-ı içtimaiyesi itibariyle, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa mübtela değil, mülevves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için şeriat, mezheb-i Hanefî namıyla ona şiddet ve azimet göstermemiş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir. “Elin dokunmuş ise, abdestin bozulmaz; hicab edip, kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur. Bir dirhem kadar fetva vardır” der, onu vesveseden kurtarır. İşte denizden iki katre sana misal.. onlara kıyas et. Mizan-ı Şaranî mizaniyle, şeriat mizanlarını bu suretle müvazene edebilirsen et.” (S.485-487)

Atıf notları:

-2419.p.ta izah edilen: ahkâm-ı şer’iyenin teferruat kısmı, ahval-i beşeriyeye bakar kaidesi, 3143.p.taki âyetin hükmü ile alâkadardır.

-Peygamberler ahkâm-ı esasiyede müttefiktirler, bak: 831.p.

-İslâm idaresinin mezahib-i erbaayı me’haz ittihaz etmesi, bak: 3802.p.

-Yapılan bir amelin bir mezheb-i hakka muvafık gelmesi lüzumu, bak: 3960.p.

-Batıl mezheblerde de bir hakikat payı vardır, bak: 447.p.

Yukarı Çık