3142- RUHSAT رخصة : (c.Ruhus) İzin, müsaade. *Genişlik. *Kolaylık.

“Kulların özürlerine mebni kendilerine bir sühulet ve müsaade olmak üzere ikinci derecede meşru kılınan şeydir. Sefer halinde ramazan-ı şerif orucunun tutulmaması gibi.

Vukubulan ikraha mebni birisinin malını itlaf etmek de bu kabildendir ki, bu halde bu itlaf hakkında bir ruhsat-ı şer’iyye bulunmuş olur.

Bir hâdisede azimet ile ruhsat içtima edince azimet tarikini iltizam etmek, bir takva nişanesi sayılır.” (H.İ.ci: l, shf:43) (Bak: Azimet, Fetva, Sedd-i Zerai’, Zaruret ve 778/3.p.)

3143- Kur’an (4:160) âyetin beyaniyle yahudilerin zulüm ve idlâllerinden dolayı kendilerine bazı helâl şeyler haram kılındı. Bu tahrim hâdisesinden de anlaşılıyor ki, şeriat, bazı füruata ait mes’elelerde cemiyetin ahvaline göre hükmeder. Cemiyette azgınlık ve sefahat arttıkça şiddet getirir. Evet, dinde bir kaidedir ki: Fitne zamanlarında ve fitne ihtimali karşısında ruhsat yolu daraltılır. Cemiyette diyanet kuvvetleşince de ruhsat kişilerin tercihlerine bırakılır.

Böyle sefahetin umumileştiği zamanlarda dine aykırı düşen bir kısım umumileşmiş âdetlere müsamahakâr fetvalar vermekte dikkatli olmak gerektir.

“Meselâ: Hâdisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhabilik ve Melamiliğin bir nevine zemin ihzar etmek tarzında, yani ruhsat-ı şer’iyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risalet-in Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terkedilmez.” (K.L:77)

3144- Hem meselâ, zamanımızda umumileşen Avrupaî kıyafet hususunda Bediüzzaman, bir vesile ile şunu belirtiyor:

“Dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar dediler: “Sen yirmi senedir birtek defa takkemizi başına koymadın, eski ve yeni mahkemelerin huzurunda başını açmadın, eski kıyafetin ile bulundun. Halbuki onyedi milyon bu kiyafete girdi.”

Ben de dedim: Onyedi milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki rızasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupaperest sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer’iye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense; azimet-i şer’iye ve takva cihetiyle, yedi milyar zatların kıyafetlerine girmeyi tercih ederim.” (Ş. 290) diyen Bediüzzaman hayatında daima azimet yolunda yürümüştür.

3145- Bediüzzaman, ruhsat meselesiyle alâkalı olarak, o zamanın Diyanet Reisi’ne yazdığı bir mektubunda şöyle diyor:

“Muhterem Ahmed Hamdi Efendi Hazretleri!

Bir hâdise-i ruhiyemi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel zatınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların zarurete binaen ruhsata tabi ve azimet-i şer’iyeyi bırakan fikirler, benim fikrime muvafık gelmiyordu. Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. “Neden azimeti terkedip ruhsata tabi oluyorlar” diye Risale-i Nur’u doğrudan doğruya sizlere göndermezdim. Fakat üç-dört sene evvel yine şiddetli kalbime sizi tenkidkârane bir teessüf geldi. Birden ihtar edildi ki:

“Bu senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmet Hamdi gibi zatlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı “ehven-üş şer” düsturuyla mümkün olduğu kadar bir derece bir kısım vazife-i ilmiyeyi, mukaddesatın muhafazasına sarfedip, tehlikeyi dörtten bire  indirmeleri, onların mecburiyetle bazı noksanlarına ve kusurlarına inşaallah keffaret olur” diye kalbime şiddetli ihtar edildi. Ben dahi sizleri ve sizin gibilerini, o vakitten beri yine eski medrese kardeşlerim ve ders arkadaşlarım diye hakiki uhuvvet nazarıyla bakmağa başladım.” (E.L.II.10)

3146- Kur’an (4:102) âyetinde ve Sahih-i Müslim, 6. kitab. 57. Salat-ı Havf babında zikredilen azîm bir takva hâdisesi: “Âlem-i İslâmiyetin en acib harbi olan Bedir Harbi’nde namaz vaktinde cemaatten hissesiz kalmamak için düşmanın hücumu ile beraber mücahidlerin yarısı silahını bırakıp cemaat hayrına şerik olmak, iki rek’at sonra onlar da hissedar olsun diye Fahr-i Âlem Aleyhissalatü Vesselâm bir Hadis-i Şerifiyle emretmiş olmasıdır. Madem harpte bu ruhsat var. Ve madem cemaat hayrı da sünnet olduğu halde, o sünnete riayet etmek en büyük bir hâdise-i dünyeviyeye tercih edilmiş. Üsdat-ı Mutlak’ın böyle bir işaretinden bir nüktecik alarak biz de ruh u canımızla ittiba ediyoruz.” (E.L.II.246)

Atıf notları:

-İkrah-ı mülcide ruhsat ve azimet, bak: 1535.p.

-Ruhsat için gereken zaruretin tahakkuk şartı, bak: 126, 720.p.lar.

-Gayrı meşru sebeble doğan zaruret, ruhsata medar olamaz, bak: 1488.p.

 

Yukarı Çık