2994- RAMAZAN رمضان : Mübarek ayların en mühimmi ve mübarek üç ayların sonuncusu. Kur’an-ı Kerim’in nazil olmağa başladığı oruç ayı, Arabî ve Kamerî olan takvime göre 9. ay. Oruç tutanın günahlarını yaktığı mahveylediği için bu isim verildiği rivayet edilir. (Bak: Savm, Yevm-i Şek)

2995- Ramazan kelimesinin iştikakı yani hangi kelimeden türediği hakkında muhtelif kaviller vardır. Mühimlerinden iki kavil şöyledir:

“İmam-ı Halil’den naklolunduğu üzere yaz sonunda, güz mevsiminin evvelinden yağıp yeryüzünü tozdan tathir eden yağmur manasına رمضى dan me’huzdur. Bu yağmurun yeryüzünü yıkadığı gibi Şehr-i Ramazan da ehl-i imanı zünubdan yıkayıp kalblerini tathir ettiği için bu isim ile tesmiye edilmiştir...

Ekseriyet kavline göre Ramazan رمض dan me’huzdur. Ramaz, şemsin şiddet-i hararetinden taşların gayet kızmasıdır. Binaenaleyh Ramazan “Ramda”dan ihtirak manasına رمض fiilinin masdarıdır. Yani kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demektir..... Bu ayda açlık, susuzluk hararetinden ızdırab çekilir. Veyahut hararet-i sıyam ile günahlar yakılır. Bir de deniliyor ki: Arablar ayların isimlerini lügat-ı kadîmelerinden tahvil ettikleri ramaz, her ayı tesadüf ettiği mevsime göre tesmiye etmişlerdi. Lügat-ı kadîmede ناتق ismiyle yadedilen bu ay da, o sene şiddetli bir sıcağa tesadüf ettiğinden buna Şehr-i Ramazan namını verdiler.” (E.T. 643)

Orucun farziyetini bildiren bir âyet şöyledir:

“(2:183) يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا Ey iman ile mükellef bulunup da iman etmiş olanlar, ey âkıl ü baliğ ehl-i iman! كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ Sizden evvelki enbiyaya ve ümmetlerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de sıyam yazıldı, yani farz kılındı. Lisanımızda oruç demek olan sıyam, savm; lügaten nefsi meylettiği şeylerden imsak etmek yani kendini tutmaktır.

(19:26) اِنّ۪ى نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْمًا bu manayadır... Şeriatta manası ise, nefsin en büyük müştehiyatı olan ekl ü şürb ve cima gibi muztarrat-ı ma’hudeden niyete mukarin olarak bütün gün imsaktır.” (E.T. 625)

2996- Kur’anda oruç tutmak manasında olan savm, bir kaç âyette zikre-dilir. Ramazan kelimesi ise bu gelen âyette geçer:

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓى اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ

(2:185) İşte Kur’anda bu âyetle beraber (2:183, 184) âyetleri, Ramazan orucu hakkında olup pek çok hikmetleri mutazammındır. Şöyle ki:

2997- “Ramazan-ı şerifteki savm, İslâmiyet’in erkân-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeair-i İslâmiyenin a’zamlarındandır. İşte Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri; hem Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlahiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.

2998- Cenab-ı Hakk’ın rububiyeti noktasında orucun çok hikmetlerin-den bir hikmeti şudur ki: Cenab-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halkettiği ve bütün enva-ı nimeti, o sofrada  مِنْ حَيْثُ لاَيَحْتَسِبُۜ ( 65:3 ) bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle kemal-i rububiyetini ve Rahmaniyet ve Rahimiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği hakikatı tam göremiyor, bazan unutuyor. Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelî’nin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârane göstermeleri; o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmaniyete karşı vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvi ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?...

2999- Ramazan-ı Şerif’teki oruç; hakiki ve halis, azametli ve umumi bir şükrün anahtarıdır. Çünkü sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu hakiki açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara -hususan zengin olsa- ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor. Halbuki iftar vaktinde o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında çok kıymetdar bir nimet-i İlahiye olduğuna kuvve-i zaikası şehadet eder. Padişahtan ta en fukaraya kadar herkes Rama-zan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetini anlamakla bir şükr-ü manevîye mazhar olur.

3000- Hem gündüzdeki yemekten memnuiyeti cihetiyle: “O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenavülünde hür değilim; demek başkasının malıdır ve in’amıdır. Onun emrini bekliyorum” diye nimeti nimet bilir. Bir şükr-ü manevi eder. İşte bu suretle oruç çok cihetlerle hakiki vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.

3001- Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsanlar, maişet cihetinde muhtelif bir surette halkedilmişler. Cenab-ı Hak o ihtilafa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki zenginler fukaranın acınacak acı hallerini ve aç-lıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikinin bir esasıdır. Hangi ferd olursa olsun, ken-dinden bir cihette daha fakiri bulabilir. Ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz. Çünkü hakiki o haleti kendi nefsinde hissetmiyor...

3002- Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşane muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zaif ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Adeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemutane kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedid bir hırs ve tama’ ile ve şiddetli alâka ve muhabbet ile dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemal-i şefkatle terbiye eden Hâlikını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır.

İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç; en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zaif vücudu, ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin fir’avunluğunu bırakıp, kemal-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlahiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevi eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise.” (M.398-401)

3003- “Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsana en mühim bir ilaç nev’inden maddi ve manevi bir perhizdir. Ve tıbben bir hımyedir ki; insanın nefsi yemek içmek hususunda keyfemayeşa hareket ettikçe; hem şahsın maddi hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helal haram demeyip rastgelen şeye saldırmak, adeta manevi hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek o nefse güç gelir. Serkeşane dizginini eline alır. Daha insan ona binemez, o insana biner.

Ramazan-ı Şerifte oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır. Riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Biçare zaif mideye de hazımdan evvel, yemek yemek üzerine doldurmak ile hastalıkları celbetmez. Ve emir vasıtasıyla helali terkettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve Şeriattan gelen emri dinlemeğe kabiliyet peyda eder. Hayat-ı maneviyeyi bozmamağa çalışır.

3004- Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa mübtela olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. Ramazan-ı Şerifteki oruç onbeş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün ilacı  oruçtur.

3005- Hem o mide fabrikasının çok hademeleri var. Hem onunla alâkadar çok cihazat-ı insaniye var. Nefis, eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında tatil-i eşgal etmezse; o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususi ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkümü altında bırakır. O sair cihazat-ı insaniyeyi de, o manevi fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celbeder. Ulvi vazifelerini muvakkaten unutturur. Ondardır ki; eskiden beri çok ehl-i velayet, tekemmül için riyazete, az yemek ve içmeğe kendilerini alıştırmışlar. Fakat Ramazan-ı Şerif orucuyla o fabrikanın hademeleri anlarlar ki, sırf o fabrika için yaratılmamışlar. Ve sair cihazat o fabrikanın süflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerde telezzüz ederler, nazarlarını onlara dikerler. Onun içindir ki; Ramazan-ı Şerif’te mü’minler derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevi sürurlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar masu-mane gülüyorlar.

3006- Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis, Rabbisini tanımak istemiyor, fir’avunane kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azablar çektirilse o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin fir’avunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir. Abd olduğunu bildirir.

3007- Hadisin rivayetlerinde vardır ki: Cenab-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?” Nefis demiş: “Ben benim, sen sensin!” Azab vermiş, Cehennem’e atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene vema ente?” Nefis demiş: ­اَنْتَ رَبِّى الرَّحِيمُ وَاَنَا عَبْدُكَ الْعَاجِزُ Yani “Sen benim Rabb-i Rahimimsin, ben senin âciz bir abdinim.”1 (M.403)

3008- “Ramazan-ı Şerifin sıyamı Kur’an-ı Hakim’in nüzûlüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’an-ı Hakim’in en mühim zaman-ı nüzûlü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Kur’an-ı Hakim, madem şehr-i Ramazanda nüzûl etmiş; o Kur’an’ın zaman-ı nüzûlünü istihzar ile o semavi hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerif’de nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlâttan tecerrüd... ve ekl ve şürbün ter-kiyle melekiyet vaziyetine benzemek... ve bir surette o Kur’an’ı yeni nazil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği an-ı nüzûlünde dinlemek ve o hitabı, Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsi halete mazhar olur. (Bak: 2130.p.) Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’anın hikmet-i nüzûlünü bir derece göstermektir.

3009- Evet Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki; milyonlarla hâfızlar o mescid-i ekberin kûşelerinde o Kur’anı, o hitab-ı semavîyi arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan (2:185) شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِى اُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ âyetini nurani, parlak bir tarzda gösteriyor. Ramazan, Kur’an ayı olduğunu isbat ediyor. O cemaat-ı uzmanın sair efradları, bazıları huşu ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri kendi kendine okurlar.

Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevasatına tabi olup, yemek-içmek ile o vaziyet-i nuraniden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatın manevi nefretine ne kadar hedef ise, öyle de: Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de, o derece umum o âlem-i İslâm’ın manevi nefretine ve tahkirine hedeftir.” (M.401)

İki atıf notu:

-Nüzûl-ü Kur’an için bak: 2135.p.

-Mürur-u zamanla gelen ülfet perdesinin, Kur’an hakikatlarının derkine mani olması, bak: 3904/1.p.

3010- “Ramazan’ın sıyamı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeğe gelen nev’-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mal bire bindir. Kur’an-ı Hakim’in -nass-ı hadis ile- her bir harfinin on sevabı var, on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte her bir harfin on değil, bin; ve Âyet-ül Kürsi gibi âyetlerin her bir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerif’in cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadir’de otuzbin hasene sayılır. (Bak: Sevab)

Evet her harfi otuzbin baki meyveler veren Kur’an-ı Hakîm, öyle bir nurani şecere-i tuba hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o baki meyveleri Ramazan-ı Şerif’te mü’minlere kazandırır.

İşte gel, bu kudsi, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki: Bu hurufatın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasarette olduğunu anla.

3011- İşte Ramazan-ı Şerif, adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevi hasılat için gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünema-i a’mal için bahardaki mah-i Nisandır. Saltanat-ı Rububiyet-i İlahiye’ye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsi bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hacatına ve malayani ve hevaperestane müştehiyata girmemek için oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için dünyevi hacatını muvakkaten bırakmakla uhrevi bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevi ayinedarlık etmektir.

Evet Ramazan-ı Şerif bu fani dünyada, fani ömür içinde ve kısa bir hayatta baki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bakiyeyi tazammun eder, kazandırır.

Evet bir tek Ramazan, seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’an ile bir aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i katıadır.” (M.401)

3012- Herbir amel-i hayrın ekmel dereceleri var. “Orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani: Muharremattan, malayaniyattan çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete sevketmektir.

Meselâ: Dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla, ona oruç tutturmak. Ve o lisanı tilavet-i Kur’an ve zikir ve tesbih ve salavat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek.

Meselâ: Gözünü namahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men’edip gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’an dinlemeğe sarfetmek gibi sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır.

Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için oruç ile ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgahlar kolayca ona ittiba ettirilebilir.” (M.402)

Büyük hadis kitablarında oruca geniş yer verilmiştir. Ezcümle: Sahih-i Buhari 30. kitab ve S.M. 3. cild 13. kitab 287. shf. ve İbn-i Mace Tercemesi 4. cild 7. kitab 517. sh. ve T.T.2.kitab 80. sh. oruç hakkındaki kısımlardır.

1Müzekki-ün Nüfus (Osmanlıca) sh: 189

Yukarı Çık