3428- SOSYALİZM سوسياليزم : İktisadî teşebbüsleri ve teşekkülleri devlete vermek isteyen görüş. Güya herkese müsavi mal verme esasını, idare sisteminde yerleştirmeyi ve mal birliğini iddia eden ve insan fıtratına zıd olarak hürriyetleri daraltıcı ve din aleyhdarı bir sistem. (Bak: Edvar-ı Hamse, Komünizm ve 3055. p.)

3429- Dinî şahsiyetlerin manevi imtiyazlarını istemeyen sosyalizm taraftarlarınca ortaya atılan tenkidkârane bir sualde Bediüzzaman’a atfen deniliyor ki:

“Sen neden bizden küstün? Bir defa olsun hiç müracaat etmeyip sükût ettin. Bizden şiddetli şekva edip, “bana zulmediyorsunuz” diyorsun. Halbuki bizim bir prensibimiz var; bu asrın muktezası olarak hususi düsturlarımız var. Bunların tatbikini sen kendine kabul etmiyorsun. Kanunu tatbik eden zalim olmaz, kabul etmiyen isyan eder. Ezcümle:

Bu asr-ı hürriyette ve bu yeni başladığımız cumhuriyetler devrinde, müsavat esası üzerine tahakküm ve tagallübü kaldırmak düsturu, bizim bir kanun-u esasimiz hükmüne geçtiği halde, sen kâh hocalık, kâh zahidlik sure-tinde teveccüh-ü ammeyi kazanarak, nazar-ı dikkati kendine celbederek, hükümetin nüfuzu haricinde bir kuvvet, bir makam-ı içtimaî elde etmeye çalıştığın, zahir halin ve eski zamandaki macera-yı hayatının delaletiyle anlaşılıyor. Bu hal ise, -şimdiki tabir ile- burjuvaların müstebidane tahakkümleri içinde hoş görünebilir. Fakat bizim tabaka-i avamın intibahıyla ve galebesiyle tezahür eden tam sosyalizm ve bolşevizm düsturları, bizim daha ziyade işimize yaradığı için, o sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor. Prensiplerimize muhalif düşüyor. Onun için sana verdiğimiz sıkıntıdan şekvaya ve küsmeye hakkın yoktur?

Elcevab: Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer.

Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir.

Evet ben neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren, “müsavat-ı hukuk” mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdad ve tahakkümlerine karşı eskidenberi muhalefetle çalışanlardanım. Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tamme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.

3430- Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıddır. Çünki Fâtır-ı Hakîm, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için, az bir şeyden çok mahsulat aldırır ve bir sahifede çok kitabları yazdırır ve birşey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev’i ile de binler nev’in vazifelerini gördürür.

İşte o sırr-ı azîmdendir ki: Cenab-ı Hak, insan nev’ini binler nevileri sünbül verecek ve hayvanatın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvanat gibi kuvalarına, latifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidad verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, arzın halifesi vekâinatın neticesi ve zihayatın sultanı hükmüne geçmiştir,

3431- İşte nev-i insanın tenevvüünün en mühim mayesi ve zenbereği; müsabaka ile hakiki imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir. Evet şu hürriyet perdesi altında müdhiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken ve halbuki o tokada müstahak olmayan gayet mühim bir zatın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilane şu sözün:

Ne mümkün zulm ile, bîdad ile imha-yı hürriyet,

Çalış idraki kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

sözünün yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:

Ne mümkün zulm ile, bîdad ile imha-yı hakikat,

Çalış kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

Veyahut:

Ne mümkün zulm ile, bîdad ile imha-yı fazilet,

Çalış, vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

Evet imanlı fazilet medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdad da olamaz. Tahakküm ve tagallüb etmek, faziletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır. “Lillahil Hamd” bu meşreb üstünde hayatımız gitmiş ve gidiyor. Ben kendimde fazilet var diye fahr suretinde dava etmiyorum. Fakat nimet-i İlahiyeyi tahdis suretinde şükretmek niyetiyle diyorum ki: Cenab-ı Hak fazl ve keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur’aniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir. Bu ihsan-ı İlahîyi bütün hayatımda “Lillahil Hamd” tevfik-i İlahî ile şu millet-i İslâmiyenin menfaatine, saadetine sarfederek; hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığı gibi, ekser ehl-i gafletçe matlub olan teveccüh-ü nâs ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfurumdur; onlardan kaçıyorum.” (L. 170-172)

Yukarı Çık