3611- TAADDÜD-Ü ZEVCAT تعدّد زوجات : Bir kaç kadınla evlilik hali.

Kur’an (4:3) âyetiyle taaddüd-ü zevcatın, yani aynı zamanda en çok dört kadınla evli olmanın cevazını bildirirken, çok  evliliğin mahzurlarını önleyen ve fıkıh lisanında (kasm) tabir edilen zevceler arasında adalet, müsavat ve sair şartları da vaz’etmiştir. Bu şartlar fıkıh kitablarında (Meselâ: Hukuk-u İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhıye Kamusu 2.Cild 169. sahifedeki bölümde olduğu gibi) beyan ve tafsil edilmiştir. Bu şartlara gücü yetmeyenlere, bir kadınla iktifa etmeleri emredilmiştir. Buna da gücü yetmez veya normal evlilik şartları bulunmazsa, mücerred kalıp sabretmeleri tavsiye edilir. (Bak: Bekâr)

Kur’an (4:129) âyetinde ve zevceler arasında adaletli olmanın pek müşkil olduğu bildirilerek, çok evliliğin mes’uliyetine dikkat çekilir.

3612- Bununla beraber çok evlilik bazı içtimaî veya ferdi ahvelde bir çıkış yolu olarak da ortaya çıkar. Bu hikmeti nazara almayan «medeniyet, taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur’anın o hükmünü, kendine muhalif-i hikmet ve masalahat-ı beşeriyeye münafi telakki eder. Evet eğer izdivacdaki hikmet, yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüd bilakis olmalı. Halbuki hatta bütün hayvanatın şehadetiyle ve izdivac eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz’iyedir. Madem hikmeten, hakikaten izdivaç nesil içindir, nev’in bekası içindir. Elbette bir senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yarısında kabil-i telakkuh olan ve elli senede ye’se düşen bir kadın, ekseri vakitte ta yüz seneye kadar kabil-i telkih bir erkeğe kâfi gelmediğinden, medeniyet pek çok fahişehaneleri kabul etmeye mecburdur.» (S.409)

3613- Sual: «Taaddüd-ü zevcat ve esir ve köle gibi (Bak: Köle) bazı mesaili, bazı ecnebiler serrişte ederek, medeniyet nokta-i nazarında şeriata bazı evham ve şübehatı irad ediyorlar.

Cevab: Şimdilik mücmelen bir kaide söyleyeceğim. Tafsilini müstakil bir risale ile beyan etmek fikrindeyim.

İşte İslâmiyet’in ahkâmı iki kısmıdır:

Birisi: Şeriat ona müessistir, bu ise hüsn-ü hakikî ve hayr-ı mahzdır.

İkincisi: Şeriat, muaddildir. Yani gayet vahşi ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-i şer ve muaddel ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir. Çünki birden tabiat-ı beşerde umumen hükümferma olan bir emri birden ref’ etmek, bir tabiat-ı beşeri birden kalbetmek iktiza eder. Binaenaleyh şeriat vâzı-ı esaret değildir, belki en vahşi suretten böyle tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilecek surete indirmiştir, tadil etmiştir. Hem de dörde kadar taaddüd-ü zevcat tabiata, akla, hikmete muvafık olmakla beraber şeriat bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekiz-dokuzdan dörde indirmiştir. Bahusus taaddüdde öyle şerait koymuştur ki; ona müraat etmekle hiçbir mazarrata müeddi olmaz. Bazı noktada şer olsa da ehven-i şerdir. Ehven-i şer ise bir adalet-i izafiyedir. Heyhat!..  Âlemin her halinde hayr-ı mahz olamaz.» (Mün. 74)

3614- Bazı muarızlar tarafından, garazen tenkid mevzuu yapılan Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) Zeyneb’i tezevvücü hakkında, Bediüzzaman’dan bir talebesinin istizahı ve üstadının verdiği cevab:

«“Hazret-i Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm’ın Zeyneb-i tezevvücünü; eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaleti dahi medar-ı tenkid buluyorlar, nefsanî, şehevanî telakki ediyorlar.” diyorsunuz.

Elcevab: Yüzbin def’a hâşâ ve kellâ! O damen-i muallaya şöyle pest şübehatın eli yetişmez. Evet onbeş yaşından kırk yaşına kadar hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismet ile Hadice-tül Kübra (R.A.) gibi ihtiyarca bir tek kadın ile iktifa ve kanaat eden bir zatın kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivac ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenid olduğunu, zerre kadar insafı olana isbat eder bir hüccettir.

O hikmetlerden birisi şudur ki: Zat-ı Risalet’in akvali gibi, ef’al ve ahvali ve etvar ve harekâtı dahi menabi-i din ve şeriattır ve ahkâmın me’hazleridir. Şıkk-ı zahirîsine sahabeler hamele oldukları gibi, hususi dairesindeki mahfî ahvalatından tezahür eden esrar-ı din ve ahkâm-ı şeriatın hameleleri ve ravileri de, Ezvac-ı Tahirat’tır ve bilfiil o vazifeyi ifa etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu azîm vazifeye, birçok ve meşrebce muhtelif Ezvac-ı Tahirat lâzımdır.

3615- Gelelim Hazret-i Zeyneb’in tezevvücüne: Yirmibeşinci Söz’ün Birinci Şu’lesinin Üçüncü Şuaının misallerinden olan (33:40)

«مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَ خَاتَمَ النَّبِيِّينَ âyetine dair şöyle yazılmış ki: İnsanların tabakatına göre birtek âyet, müteaddid vücuhlarla, herbir tabakanın fehmine göre bir mana ifade ediyor. Bir tabakanın şu âyetten hisse-i fehmi şudur ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın hizmetkârı veya “oğlum” hitabına mazhar olan Zeyd (R.A.), rivayet-i sahiha ile itirafına binaen, izzetli zevcesini kendine manen küfüv bulmadığı için tatlik etmiş. Yani Hazret-i Zeyneb, başka yüksek bir ahlâkta yaratılmış ve bir peygambere zevce olacak fıtratta olduğunu, Zeyd ferasetle hissetmiş ve kendisini ona zevc olacak fıtratta kendine küfüv bulmadığından, manevi imtizaçsızlığa sebebiyet verdiği için tatlik etmiştir. Allah’ın emriyle Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm almış; yani (33:37) زَوَّجْنَاكَهَا nın işaretiyle, o nikah, bir akd-i semavî olduğuna delaletiyle, hârikulâde ve örf ve muamelat-ı zahiriye fevkinde, sırf kaderin hükmüyledir ki Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, o hükm-ü kadere inkıyad göstermiştir ve mecbur olmuştur. Nefis arzusuyla değildir. Şu kader hükmünün de ehemmiyetli bir hükm-ü şer’î ve mühim bir hikmet-i ammeyi ve şümullü bir maslahat-ı umumiyeyi tazammun eden لِكَىْ لاَ يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِى اَزْوَاجِ اَدْعِيَائِهِمْ ( 33:37 ) âyet-i kerimesinin işaretiyle: Büyüklerin küçüklere “oğlum” demeleri  zıhar mes’eleleri gibi, yani karısına “anam gibisin” dese haram olduğu gibi değildir ki, ahkâm onunla değişsin! Hem büyüklerin raiyetlerine ve peygamberlerin ümmetlerine pederane nazar ve hitabları, vazife-i risalet itibariyledir; şahsiyet-i insaniye itibariyle değildir ki onlardan zevce almak uygun düşmesin?

3616- İkinci bir tabakanın hisse-i fehmi şudur ki: Bir büyük âmir, raiye-tine pederane bir şefkat ile bakar. Eğer o âmir, zahirî ve batınî bir padişah-ı ruhanî olsa; merhameti pederin yüz def’a şefkatinden ileri gittiği için, raiyetinin efradı onun hakiki evladı gibi ona peder nazarıyla bakarlar. Peder nazarı ise, zevc nazarına inkılab edemediğinden ve kız nazarı da zevce nazarına kolayca değişmediğinden, efkâr-ı ammede, Peygamber’in mü’minlerin kızlarını alması şu sırra uygun gelmediği için, Kur’an o vehmi def’ maksadıyla der: “Peygamber rahmet-i İlahiye hesabıyla size şefkat eder, pederane muamele  eder ve risalet namına siz onun evladı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniye itibariyle pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasib düşmesin? Ve sizlere “oğlum” dese, ahkâm-ı şeriat itibariyle siz onun evladı olamazsınız!..» (M.27)

Yukarı Çık