4079- ZERRE ذرّه : Pek ufak parça. *Çok küçük karınca. *Güneş ışığında görünen ufacık tozlar. *Atom.

4080- Nur-u iman ve ilm-i Kur’anla kâinata bakmayan bir kısım feylesofların içinde boğuldukları zerratın harekâtında çok derin hikmetler vardır. Ezcümle: (34:3) âyetinde beyan buyurulduğu gibi, tasarruf-u Rabbaniye ile meydana gelen «tahavvülat-ı zerrat, Nakkaş-ı Ezelî’nin kalem-i kudreti, kitab-ı kâinatta yazdığı âyat-ı tekviniyenin hengâmındaki ihtizazatı ve cevelanıdır. Yoksa maddiyyun ve tabiiyyunların tevehhüm ettikleri gibi tesadüf oyuncağı ve karışık, manasız bir hareket değildir.

Çünki bütün mevcudat gibi zerreler ve herbir zerre mebde-i hareketinde “Bismillah” der. Çünki nihayetsiz kuvvetinden fazla yükleri kaldırır ve buğday tanesi kadar bir çekirdeğin koca bir çam ağacı gibi bir yükü omuzuna alması gibi... Hem vazifesinini hitamında “Elhamdülillah” der. Çünki bütün ukûlü hayrette bırakan hikmetli bir cemal-i san’at, faideli bir hüsn-ü nakş göstererek Sani-i Zülcelal’in medayihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir. Meselâ, nar ve mısıra dikkat et.

Evet tahavvülat-ı zerrat, âlem-i gaybdan olan herşey’in geçmiş aslında ve gelecek neslindeki intizamata medar ve ilim ve emr-i İlahînin bir ünvanı olan “İmam-ı Mübin”in düsturları ve imlası tahtında ve zaman-ı hazır ve âlem-i şehadetten teşkil ve icad-ı eşyada tasarrufa medar ve kudret ve irade-i İlahiyenin bir ünvanı olan “Kitab-ı Mübin” den istinsah ile ve seyyal zamanın hakikatı ve sahife-i misaliyesi olan “Levh-i Mahv İsbat”da kelimat-ı kudreti yazmak ve çizmekten gelen harekâttır ve manidar ihtizazattır.» (S. 547-549)

4081- «Zerratın harekâtındaki vazifelere, hikmetlere küçük bir işarettir: Evet akılları gözlerine sukut etmiş maddiyyunların hikmetsiz hikmetleri, abesiyet esasına istinad eden felsefeleri nazarında tesadüfle bağlı olan tahavvülat-ı zerratı, bütün düsturlarına üss-ül esas tutup, masnuat-ı İlahiyeye masdar göstermişler. Nihayetsiz hikmetlerle müzeyyen masnuatı, hikmetsiz, manasız, karmakarışık birşeye isnad etmeleri, ne kadar hilaf-ı akıl olduğunu zerre miktar şuuru bulunan bilir.

4082- Şimdi Kur’an-ı Hakîm’in hikmeti nokta-i nazarında tahavvülat-ı zerratın pekçok gayeleri, hikmetleri ve vazifeleri vardır. (17:44) وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ gibi çok âyetlerle hikmetlerine ve vazifelerine işaret eder. Nümune olarak birkaçına işaret ediyoruz.

Birincisi: Cenab-ı Vacib-ül Vücud’un tecelliyat-ı icadiyesini tecdid ve tazelendirmek için her birtek ruhu model gibi ederek, her sene mu’cizat-ı kud-retinden taze birer cesed giydirmek ve her birtek kitabdan ayrı ayrı bin muhtelif kitabı, hikmetiyle istinsah etmek ve birtek hakikatı başka başka surette göstermek ve kâinatların ve âlemlerin ve mevcudatların, taife taife arkasından gelmelerine yer vermek ve zemin hazırlamak için Fâtır-ı Zülcelal kudretiyle zerratı tahrik ve tavzif etmiştir.

4083- İkincisi: Malik-ül Mülk-i Zülcelal şu dünyayı, bahusus ruy-i zemin tarlasını bir mülk suretinde yaratmıştır. Yani neşvünemaya, taze taze mahsulat vermeğe kabil bir surette müheyya etmiştir. Ta ki, nihayetsiz mu’cizat-ı kudretini orada ekip biçsin. İşte şu zemin yüzündeki tarlasında, zerratı hikmetle tahrik ederek, intizam dairesinde tavzif edip her asırda, her fasılda, her ayda, belki her günde belki her saatte mu’cizatı kudretinden yeni yeni birer kâinat gösterir, yer yüzü  avlusuna başka başka mahsulat verdirir. Nihayetsiz hazine-i rahmetinin hedayasını, nihayetsiz kudretinin mu’cizatının nümunelerini harekât-ı zerrat ile izhar eder.

4084- Üçüncüsü: Nihayetsiz tecelliyat-ı Esma-i İlahiyenin nakışlarını göstermekle, o esmanın cilvelerini ifade için mahdud bir zeminde hadsiz nukuş göstermek, küçük bir sahifede nihayetsiz maanileri ifade edecek olan hadsiz âyatları yazmak için Nakkaş-ı Ezelî zerratı, kemal-i hikmetle tahrik edip kemal-i intizamla tavzif etmiştir.

Evet geçen senenin mahsulatıyla şu senenin masulatının mahiyetleri bir hükmündedir. Fakat maanileri başka başkadır. Taayyünat-ı itibariyeyi değiştirmekle maanileri değişir ve çoğalır. Taayyünat-ı  itibariye ve teşahhusat-ı muvakkate tebdil edildikleri ve zahiren fani oldukları halde; onların maani-i cemileleri muhafaza olunup, sabit ve baki kalır. Şu ağacın geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhları olmadığından, şu bahardaki emsalinin hakikatça aynılarıdır. Yalnız teşahhusat-ı itibariyede fark var. Fakat o itibarî teşahhuslar her vakit tecelliyatı tazelenmekte olan şuunat-ı Esma-i İlahiyenin maanilerini ifade için şu bahardakiler, ayrı teşahhusatla onların yerine geldiler.

4085- Dördüncüsü: Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdud sair uhrevi âlemlere birer mahsulat veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münasib şeyleri yetiştirmek için şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün tezgâhında ve tarlasında Hakîm-i Zülcelal, zerratı tahrik edip; kâinatı seyyale ve mevcudatı seyyare ederek; şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulat-ı maneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli, dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor.

4086- Beşincisi: Nihayetsiz kemalat-ı İlahiyeyi, hadsiz celevat-ı cemaliyeyi ve gayetsiz tecelliyat-ı celaliyeyi ve gayr-ı mütenahi tesbihat-ı Rabbaniyeyi şu dar ve mahdud zeminde ve mütenahi ve az bir zamanda göstermek için zerratı kemal-i hikmetle kudretiyle tahrik edip, kemal-i intizamla tavzif ederek; mütenahi bir zamanda, mahdud bir zeminde gayr-ı mütenahi tesbihat yaptırıyor. Gayr-ı mahdud tecelliyat-ı cemaliye ve celaliye ve kemaliyesini gösteriyor. Çok hakaik-ı gaybiye ve çok semerat-ı uhreviye ve fanilerin baki olan hüviyet ve suretlerinden pekçok nukuş-u misaliye ve çok manidar nusuc-u levhiyeyi icad ediyor. Demek zerreyi tahrik eden; şu makasıd-ı azîmeyi, şu hikem-i cesimeyi gösteren bir zattır. Yoksa herbir zerrede, güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.

Daha bu beş nümune gibi belki beşbin hikmetle tahrik olunan zerratın tahavvülatını, o akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler ve hakikatta bir enfüsî, diğeri afakî iki hareket-i cezbekâranede zikir ve tesbih-i İlahî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri, kendi kendine sersem gibi dönüp oynuyorlar zu’metmişler. İşte bundan anlaşılıyor ki; onların ilim-leri ilim değil, cehildir. Hikmetleri, hikmetsizliktir.» (S. 550-552)

4087- «Tahavvülat-ı zerratın ve zihayat cisimlerde zerrat harekâtının binler hikmetlerinden bir hikmeti dahi, zerreleri nurlandırmaktır ve âlem-i uhreviye binasına lâyık zerreler olmak için, hayattar ve manidar olmaktır. Güya cism-i hayvanî ve insanî hatta nebatî;  terbiye dersini almak için gelenlere bir misafirhane, bir kışla, bir mekteb hükmündedir ki; camid zerreler ona girerler, nurlanırlar.

Adeta bir talim ve talimata mazhar olurlar, letafet peyda edeler. Birer vazifeyi görmekle âlem-i bekaya ve bütün eczasıyla hayattar olan dar-ı âhirete zerrat olmak için liyakat kesbederler.

4088- Sual: Zerratın harekâtında şu hikmetin bulunması ne ile bilinir?

Elcevab: Evvela, bütün masnuatın bütün intizamatıyla ve hikmetleriyle sabit olan Saniin hikmetiyle bilinir. Çünki en cüz’î bir şeye küllî hikmetleri takan bir hikmet; seyl-i kâinatın içinde en büyük faaliyet gösteren ve hikmetli nakışlara medar olan harekât-ı zerratı hikmetsiz bırakmaz. Hem en küçük mahlukatı vazifelerinde ücretsiz,  maaşsız, kemalsiz bırakmıyan bir hikmet, bir hâkimiyet; en kesretli ve esaslı me’murlarını, hizmetkârlarını nursuz, ücretsiz bırakmaz.

4089- Saniyen: Sani-i Hakîm, anasırı tahrik edip tavzif ederek (onlara bir ücret-i kemal hükmünde) madeniyat derecesine çıkarmasıyla ve madeniyata mahsus tesbihatları onlara bildirmesiyle ve madeniyatı tahrik ve tavzif edip nebatat mertebe-i hayatiyesinin makamını vermesiyle ve nebatatı rızk ederek tahrik ve tavzif ile hayvanat mertebe-i letafetini onlara ihsan etmesiyle ve hayvanattaki zerratı tavzif edip rızk yoluyla hayat-ı insaniye derecesine çıkarmasıyla ve insanın vücudundaki zerratı süze süze tasfiye ve taltif ederek ta dimağın ve kalbin en nazik ve latif yerinde makam vermesiyle bilinir ki, harekât-ı zerrat hikmetsiz değil, belki kendine lâyık bir nevi kemalâta koşturuluyor.

4090- Salisen: Zihayat cisimlerin zerratı içinde çekirdek ve tohumdaki gibi bir kısım zerreler öyle manevi bir nura, bir letafete, bir meziyete mazhar oluyorlar ki, sair zerrelere ve o koca ağaca bir ruh, bir sultan hükmüne geçer. İşte azîm bir ağacın bütün zerratı içinde bir kısım zerrelerin şu mertebeye çıkmaları, o ağacın tabaka-i hayatında çok devirleri ve nazik vazifeleri görmesiyle olduğundan gösteriyor ki: Sani-i Hakîm’in emriyle vazife-i fıtrat içinde zerratın enva-ı harekâtına göre onlara tecelli eden esmanın hesabına ve şerefine olarak birer manevi letafet, birer manevi nur, birer makam, birer manevi ders almalarını gösteriyor.» (S.554)

4091- «Hallak-ı Bîmisal israf etmiyor, abes işleri yapmıyor. Hatta güz mevsiminde vazifesi bitmiş, vefat etmiş mahlukların enkaz-ı maddiyesini bahar masnuatında istimal ediyor, onların binalarında dercediyor. Elbette (14:48) يَوْمَ تُبَدَّلُ اْلاَرْضُ غَيْرَ اْلاَرْضِ  sırrıyla, (29:64) وَاِنَّ الدَّارَ اْلآخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ  işaretiyle şu dünyada camid, şuursuz ve mühim vazifeler gören zerrat-ı Arziyenin elbette taşı, ağacı, herşeyi zihayat ve zişuur olan âhiretin bazı binalarında derc ve istimali mukteza-yı hikmettir. Çünki harab olmuş dünyanın zerratını dünyada bırakmak veya ademe atmak israftır. Ve şu hakikattan pek muazzam bir “Kanun-u Hikmet”in ucu görünüyor.

4092- Hem madem şu dünyanın pek çok âsârı ve maneviyatı ve meyveleri ve cin ve ins gibi mükellefînin mensucat-ı amelleri, sahaif-i ef’alleri, ruhları, cesedleri âhiret pazarına gönderiliyor. Elbette o semerata ve manalara hizmet eden ve arkadaşlık eden zerrat-ı arziye dahi, vazife noktasında kendine göre tekemmül ettikten sonra, yani nur-u hayata çok defa hizmet ve mazhar olduktan sonra ve hayatî tesbihata medar olduktan sonra şu harab olacak dünyanın enkazı içinde, şu zerratı dahi öteki âlemin binasında dercetmek mukteza-yı adl ve hikmettir. Ve şu hakikattan pek muazzam bir “Kanun-u Adl”in ucu görünüyor.

4093- Hem madem ruh cisme hâkim olduğu gibi; camid maddelerde dahi kaderin yazdığı evamir-i tekviniye, o maddelere hâkimdir. O maddeler, kaderin manevi yazısına göre mevki ve nizam alabilirler. Meselâ: Yumurtaların envaında ve nutfelerin aksamında ve  çekirdeklerin esnafında ve tohumların ecnasında kaderin ayrı ayrı yazdığı evamir-i tekviniye cihetiyle ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar. Ve o madde itibariyle mahiyetleri1 bir hükmünde olan o maddeler, hadsiz muhtelif mevcudata menşe’ oluyorlar. Ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar. Elbette hidemat-ı hayatiye ve hayattaki tesbihat-ı Rabbaniyede defaatla bir zerre bulunmuş ise ve hizmet etmiş ise, o zerrenin manevi alnında o manaların hikmetlerini, hiçbir şeyi kaybetmiyen kader kalemiyle kaydetmesi; mukteza-yı ihata-i ilmîdir. Ve şunda pek muazzam bir “Kanun-u İlm-i Muhit”in ucu görünüyor. Öyle ise  zerreler başı boş değiller.» (S. 556) (Bak: Atom, Faaliyet-i Rububiyet)

1 Evet bütün onlar dört unsurdan mürekkebdir. Müvellid-ül-mâ, müvellid-ül-humuza, azot, karbon gibi maddelerden teşkil olunuyorlar. Maddece bir sayılabilirler. Farkları yalnız kaderin manevî yazısındadır.

Yukarı Çık