4045- ZEKAT زكاة : «Lügatta: Taharet, bereket, nema, zikr-i cemil manasınadır. Istılahta: Bir malın muayyen bir miktarını muayyen bir zaman sonra müstahik olan bir kısım müslümanlara Allah Teala’nın rızası için tamamen temlik etmekten ibarettir. (Bak: Sadaka)

Zekat kulların kulluktaki sadakatlarına delalet eder. Bu cihetle zekata “sadaka” denilmiştir. Maahaza sadaka tabiri zekattan eamdır, vaciblere, nafilelere de şamildir.» (B.İ.İ. 311)

«Zekatın müstahik olanlara kat’i surette temlik edilmesi şarttır. Binaenaleyh bir malı ibahe suretiyle bir kimsenin pîş-i istifadesine vaz’etmek, meselâ “sofrada yemek yedirmek” zekat yerine geçmez.

Kezalik: Temellüke kabiliyeti olmayan yerlere sarf edilen bir para, zekata mahsub edilemez. Meselâ mescid, çeşme binasına, ölünün kefenine veya borcuna, cihada, hacca ve bu gibi sair vücuh-i birre sarf edilen bir para zekat sayılamaz. Fakat berhayat kimsenin borcunu onun emriyle zekat malından ödemek caizdir. Zira hayatta bulunan bir kimse, temlik ve temellüke ehildir. Redd-i Muhtar, Hindiyye.» (H.İ. ci:3 sh:590)

Elmalılı Hamdi Yazır’ın İstanbul İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Sıdkı Gülle Tarafından yeniden tertiplenen ve beş cilt halinde neşredilen “İslam Hukuku ve Fıkhı” eserin 5. Cild, 479. Sahifesinde “Temlik” Hakkında şu hüküm var:

“Zekâta sayılmak üzere bir fakîri bir evde oturup kirâ almamak zekât yerine geçmez. Çünkü tam bir temlîk yoktur. Bu gibi durumlarda şu yola baş vurulur: Evde oturtulan fakîre normal piyasa şartlarına göre aylık yâhûd yıllık kirâ bedeli verilir. Kirâcı da bu bedeli alıp kabûl ettikten sonra kirâ borçlarına mahsûben tekrar ev sâhibine verilir.

4046- «Zekat bir farizadır. Hicret-i Nebeviyyenin ikinci senesinde oruçtan evvel farz kılınmıştır.» (B.İ.İ. 312)

«Zekat verecek kimse; müslüman, hür âkıl ve bâliğ olmalıdır. Binaenaleyh gayr-ı müslimlere, köle ve cariyeler, mecnunlara, çocuklara zekat farz değildir...

Zekat verecek kimse, havaic-i asliyesinden ve borcundan başka nisab miktarı veya daha ziyade bir mala malik bulunmalıdır. Binaenaleyh bu kadar malı olmayan kimseye zekat farz olmaz.

Havaic-i asliye’den maksad da, mesken ile haneye lüzumlu eşyadan ve kışlık, yazlık elbise ile lüzumlu silahtan, âletten, kitabdan ve binek hayvanı ile hizmetçi, köle veya cariyeden ve bir aylık -sahih görülen diğer bir kavle göre bir senelik- nafakaya mahsus erzaktan ibarettir. Borca mukabil elde bulunan nükud da bu hükümdedir.» (B.İ.İ. 313)

4047- «Verilen bir zekatın sahih olması için zekat niyetine mukarin olması şarttır...

Zekatı fakire verirken veya zekat için bir mal ayırırken, bunun zekat olduğuna kalben niyet edilmesi lâzımdır. Dil ile söylenmesi lâzım değildir. Hatta bir malı fakire zekat niyetiyle verirken bunun bir hibe veya bir borç olarak verildiğini söylemek bile zekat olmasına mani değildir.

Bir kimse zekatını vermek için birini vekil tayin etse, zekat olarak vereceği malı teslim ettiği zaman veya o malı vekilin fakire vereceği zaman zekata niyet etmesi icab eder. Vekilin niyeti kifayet etmez...

Zekat vermek niyetinde olan bir kimse, bunun için bir mal ayırmaksızın fakirlere vakit vakit birşeyler verdiği halde hatırına niyet getirmese, bunlar zekatına mahsub edilemez. Fakat fakire böyle bir mal verirken “Bunu niçin veriyorsun?” diye bir suale düşünmeksizin hemen “Zekat olarak veriyorum” diyebilecek bir halde bulunursa, bu niyet mesabesinde olur...

4048- Bir malın zekatı vacib-ül eda olduktan sonra zimmete lâhık olacak bir borç, bu zekatın sukutuna sebeb olmaz.» (B.İ.İ. 316)

«Nisab miktarındaki bir malın birkaç senelik zekatı birden verilebilir. Sene nihayetinde bu miktar mevcud bulundukça zekatları verilmiş bulunur. Bu miktar azalmış olunca da verilmiş olan zekat bir nafile sadaka yerine geçer. Bir kimsenin meselâ bin lirası olduğu halde iki bin lira zannederek ona göre zekat verecek olsa, bu fazla verdiği zekatı ertesi senenin zekatına mahsub edebilir...

4049- Zekatın masrafı yani, verileceği kimseler; müslüman fakirler, miskinler (Bak: Miskin), borçlular, yolcular, mücahidler ve âmillerden ibaret olmak üzere yedi kısımdır.» (B.İ.İ. 338-339)

Kur’an (9:60) âyetinde bildirilen bu zekat verme yerlerinden başka yine aynı âyette müellefet-ül kulûb tabiriyle ifade edilen bir sınıf daha var ise de, bu sekizinci sınıf hakkında imamların reyleri farklıdır. Bazısı bu hükmün kalkmış olduğunu, bazıları da şartlarını bulması halinde hükmü cari olacağını söylemişlerdir.

Zamanımızda zekat müessesesi devlet eliyle yürütülmediğinden âmil denen zekat tahsildarları da bulunmamaktadır. Zekat daha çok, din yolunda çalışanlara, dindar fakirlere verilir.

4050- Zekat verme yerlerinin en önemlisi olan fisebilillah çalışanlar hakkında Kur’an (2:273) âyetinin tefsirinde şu izahat veriliyor:

«Sadakalar kimlerin hakkıdır, bu cihete gelince; emr ü teşvik olunduğunuz infak u sadakat (2:273) لِلْفُقَرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ Allah yolunda tutulmuş, din uğruna ilme, cihada vakf-ı nefs etmiş; لاَ يَسْتَط۪يعُونَ ضَرْبًا فِى اْلاَرْضِۘ Yeryüzünde şuraya buraya gidemiyen, yani Allah yolunda meşguliyetlerinden veya maraz ve acz gibi bir maniadan dolayı nafakalarını kazanmağa iktidarları olmayan o fakirler içindir ki,يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ hallerini tecrübe etmiyen cahil, onları اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ taaffüflerinden, yani istemeğe tenezzül etmeyip tahammül ve tecemmül ile iffetlerini muhafaza ve ibraz eylediklerinden dolayı, zengin zanneder ki; تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ sen onları simalarıyla, dikkat edildiği zaman hallerinde görülecek edeb ü nezahet, yüzlerinde müşahede olunacak âsâr-ı fakr ü zaruret gibi alâmetleriyle tanırsın.لاَ يَسْئَلُونَ النَّاسَ İnsanlardan dilenmez, hele اِلْحَافًۜا ilhah u israr ile hiç dilenmezler, olsa olsa pek muztar kaldıkları zaman ehline ifham-ı hal ederler...

4051- Bu âyet, Ashab-ı Suffa tesmiye olunan fukara-yı muhacirîn hakkında nazil olmuştur ki; dörtyüz kişi kadar vardılar. Medine’de ne bir meskenleri, ne aşiret ve akrabaları hiçbir şeyleri yoktur. Daima Mescid-i Nebeviyeye mülazemet ederler, mescidin sofasında ikamet eylerler, ilm-i Kur’an tahsil ederler, mevaiz ve tedrisat-ı Peygamberîyi istima’ ile müstefid olurlar, hep oruçlu bulunurlar. Hasılı; ilm ü ibadete hasr-ı evkat ederler ve her ne zaman bir gaza olursa giderlerdi. Bunlar Medrese-i Risaletin Allah yoluna vakf-ı nefs etmiş talebesiydiler.

4052- İbn-i Abbas Hazretlerinden vaki olan rivyate göre bir gün Resulullah (A.S.M.) Ashab-ı Suffa’nın başlarına durmuş, hallerini nazar-ı tedkikten geçirmiştir. Fukaralıklarını, çekmekte bulundukları zahmetleri gördü ve kalblerini tatyib edip buyurdular ki: “Ey Ashab-ı Suffa! Size müjdeler olsun ki, her kim şu sizin bulunduğunuz hal ü sıfatta ve bulunduğu halden razı olarak bana mülaki olursa o benim refiklerimdendir.”

İşte bu âyet de bunlar dolayısıyla nazil olmuştur. Ve fakat hükmü âmmdır. Allah rızası için düşmana karşı nöbet bekleyen veya Allah rızası için medreselerde dirsek çürüten veya Allah rızası için hidemat-ı âmmeye vakf-ı nefs eden ve bu ahval içinde malı mülkü yok, muhtaç olmakla beraber nafakasını kesbe vakit bulamayan veya kudreti yetişmiyen fukara-i mü’minîn, bu âyetin hükmünde dahildirler. Bunlar infakat ü sadakatın en güzel masrafını teşkil ederler.» (E.T. 939) (Bak: Miskin)

4053- Zekatın masrafını yani verileceği yerleri bildiren (9:60) âyetindeki (Fisebilillah) cümlesinin tefsirinden bazı kısımlar:

«Saniyen, fisebilillah kaydı eamm bir mana ile mülahaza edildiği surette sadakatın hepsinde vardır. Bâlâda işaret edildiği üzere fisebilillah olmak sadakanın mahiyetinde dahildir. Fukara ve mesakîne, rikab ve garimîne verilen de fisebilillahtır. Hatta müellefet-ü kulûbe verilende de bir fisebilillah manası vardır. Yoksa verilemezdi. Bunun böyle olduğu malum iken bir de bunlara mukabil (fisebilillah) buyurması bunun alel’umum fisebilillah dahilinde bilhassa bir fisebilillah demek olduğunu yani mana-yı eamm ile mülahaza edilemiyeceği derhal anlatılır...

Binaenaleyh burada (fisebilillah)dan murad bir ma’na-yı hass olduğu zahirdir. Ve bu mana evvela cihad, saniyen hacc, salisen Allah için tahsil-i ilim mülahaza olunabilir...

Ehl-i Suffa gibi ilim-i din tahsiline vakf-ı nefs edenler de, (2:273) لِلْفُقَرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ  âyetinde nakledilmiştir... Fisebilillah sadaka bir masrıf-i mahsusa verilen sadakadır ki, bilhassa i’la-i kelimetullah yolundakilere verilen sadakadır.» (E.T. 2578)

4053/1- «Mezkûr âyette geçen fisebilillah’dan maksad Malikî Mezhebine göre: Hür ve müslim olan mücahiddir. Bunlara zengin de olsa zekat verilir. Zekattan cihad malzemesi de alınır.» (Kitab-ül Fıkıh Ala Mezahib-i Erbaa Tercemesi, 2.cild sh: 129)

İmam-ı Şaranî, Mizan-ül Kübra’sında aynı mes’ele ile alâkalı olarak şu bilgiyi veriyor:

«İmam-ı Malik demiştir ki: Âlim olan bir kimse, zengin de olsa zekat alabilir. Şafiî Mezhebinde ise: Bu hususta kifayet mu’teberdir. Onun için kifayet miktarı mala sahib olmayan (yani, ömr-ü galibi müddetince kendisine kifayet edecek mala sahib olmayan) bir fakirin her ne kadar kırk dirhem veya daha fazla malı olsa dahi zekat alabilir. Fakat kifayet miktarı mala sahib olan bir kimsenin beraberindeki mal az dahi olsa zekat alamaz. Eğer ilm-i şer’îden birisiyle meşgul ise ve çalışmak da onun tahsil-i ilimden alıkoyarsa, bu kimsenin zekat alması helaldir. Velev zengin de olsa. Şafiî Mezhebinin bazı fukahaları demişler ki: Eğer bu şer’î ilimle meşgul olan kimseden, insanların faydalanması ümid edilirse zekat alması caizdir. Şayet o şahıstan faydalanma ümidi yoksa zekat alması caiz değildir. Amma nafile ibadetle meşgul olup, kesben çalışması onu nafile ifadetten alıkoyarsa dahi ona zekat almak helal değildir. Çünkü bizzat çalışıp el emeğinden yemek ve insanlardan tama’ını kesmek (yani başkalara bar olmamak), nafile ibadetle meşgul olup, başkalarına bar olmaktan daha efdaldir. Amma ulûm-u şer’iyenin tahsili böyle değildir. Çünkü bu ilimlerin tahsili farz-ı kifayedir. Bütün halk ulûm-u şer’iyeye muhtaçtır.» (Mizan-ül Kübra cild:1, sh:110)

Nimet-ül İslâm eserinde: «İlim taliblerinden olmayıp aslî havaicinden fazla, nisab miktarı mala sahib olan kimseye zekat almak caiz olmaz.» (N.İ. Kitab-üz Zekat sh:28) Demek dinî ilim öğrenme yolunda zamanını hasreden kişi zekat alabiliyor.

Hanefî Mezhebinde meşhur fakih İbn-i Abidin diyor ki: «Cami-ül Fetava’da ve onun nassında ve Mebsut adlı kitabda şöyle gördüm ki; nisab miktarı mala sahib olana zekat verilemez. Ancak ilmi tahsil edene, gaziye ve hacca azimet edip de yolda hayvanın helâkinden veya nafakasının bitmesinden dolayı yolda kalmış olan hacıya verilir. Çünkü Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm şöyle buyurmuştur: “İlmi tahsil edenin kırk senelik nafakası olsa bile, ona zekat vermek caizdir.” “İlmi tahsil eden” cümlesinden musannifin kasdettiği, şer’î ilimler demektir. (Eğer nefsini fariğ kılmışsa) yani bütün vaktini ilim tahsiline hasrettiğinden çalışmaktan âcizdir. Binaenaleyh böyle bir ehl-i ilme zekat verilir.» (İbn-i Abidin, ci:2, sh:339)

“Kimlere Zekât Verilir, Kimlere Verilmez?

Bir kimse, kendi zekâtını fakir bulunan zevcesine, usulüna (babasına, dedesine, anasına ninesine...) ve füruuna (çocuklarına, çocuklarının çocuklarına...) veremez. İddet beklemekte olan boşanmış zevcesine de veremez. Çünkü buna vereceği zekâtın yararı kısmen de olsa kendisine ait bulunmuş olur. Oysa bu yarar, tamamen kendisinden kesilmiş bulunmalıdır.

İmam Azam’a göre, bir kadın da zekâtını, fakir bulunan kocasına veremez. Çünkü âdete göre, aralarında bir menfaat ortaklığı vardır. İki İmama göre, kadın fakir olan kocasına zekâtını verebilir.

Temel ihtiyaçlarından başka nisab mikdarı bir mala sahib olana da zekât verilemez; çünkü bu kimse zengin sayılır. İhtiyaçtan fazla olarak elde bulunan malın ticaret eşyası, nakid para gibi artan bir mal yahut ev ve ev eşyası gibi artmayan bir mal olması fark etmez.

Fakat zengin bir kimseye, nafile şeklinde olan bir sadakanın verilmesi caizdir. Bu yönü iledir ki, vakıfların sadaka kısmından sayılan gelirlerini vakfiye senedi gereğince, zengin kimselerin almaları da helâl bulunmuştur. Bu bir bağış ve ikram yerindedir.

Haşim Oğulları ile bunların azadlılarına zekât verilemeyeceği gibi, öşür, adak, keffaret benzeri diğer sadakalar da verilemez. Zekât ve bunun cinsinden sayılan şeyler, insanların yıkantısı sayılır. Haşim oğullarının şeref ve kıymeti böyle bir şeyi kabulden beridir. Bunlara ancak bir ikram ve hediye şekli ile sadaka verilebilir.

Haşim Oğullarından maksad, Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin amcaları Hazret-i Abbas ile Haris’in evlad ve torunlarından ve Hazreti Ali ile kardeşleri Akıl ve Cafer’in neslinden gelenlerdir. Bu şahısların, ihtiyaçlarına göre, Hazinenin ganimetler kısmından payları vardır. Bu paylarını almadıkları takdirde, ihtiyaçtan kurtulmaları için, kendilerine zekât verilebileceğini söyleyen fıkıh alimleri de vardır.

Kendisine zekât verilecek kimse, zekâtı alma zamanında zekât almaya ehil bulunmalıdır. Bu ehliyetin sonradan kaybolması, peşin verilen zekâtın sıhhatına engel olmaz.

Buna göre, bir malın zekâtı daha sene dolmadan bir fakire verildikten sonra, sene henüz sona ermeden o fakir zengin olsa veya ölse, o malın zekâtını yeniden vermek gerekmez ve böyle verilen zekât da geri alınamaz. Çünkü verilmesinden beklenen sevab kazanılmıştır.

Bir kimse zekâtını, zengin bir erkeğin (büluğa ermemiş) küçük çocuğuna veremez. Çünkü bu çocuk, babasının malı ile zengin sayılır. Fakat zengin bir kadının fakir ve yetim olan ve babası müslüman olan çocuğuna zekât verilebilir. Çünkü bu çocuğun nesebi, baba tarafından sabittir; anasının serveti ile zengin sayılmaz.

Yine, bir kimse zekâtını, zengin bir adamın fakir ve müslüman olan babasına veya zengin bir adamın fakir ve müslüman olan (büluğa ermiş) büyük çocuğuna veya o şahsın fakir ve müslüman bulunan zevcesine verebilir. Çünkü bunlar birer şahıs olarak tasarrufa ehildirler, birbirlerinin serveti ile zengin sayılmazlar.

Zekât, müslüman olmayanlara verilemez. Çünkü zekât müslim olan fakirlerin hakkıdır. Bir hadis-i şerifde: “Zekâtı, müslümanların zenginlerinden alıp fakirlerine veriniz,” buyurulmuştur. Bunun için müslüman olmayanlar zekât vermekle yükümlü değillerdir. Bu ibadet, müslümanlara ait dinî ve ictimaî (sosyal) bir görevdir. Bu göreve ortaklık etmeyenlerin bundan faydalanma hakları olamaz.

Yalnız İmam Züfer, zekâtın zimmîlere (İslâm idaresi altındaki gayri müslimlere) de verilmesini caiz görmüştür. Çünkü zekâttan maksad, bir ibadet yolu ile muhtaç kimseleri ihtiyaçtan kurtarmaktır. Bu maksad da, fakir zimmîlere zekâtı vermekle elde edilir. Bununla beraber nafile sayılan sadakaların zimmîlere verilebileceğinde ittifak vardir.

Zekâtı akrabaya vermek daha faziletlidir. Şöyle ki: Önce muhtaç olan erkek veya kız kardeşlere, sonra bunların çocuklarına, sonra amcalara, halalara, sonra bunların çocuklarına, sonra dayılara, teyzelere ve bunların çocuklarına, daha sonra akraba sayılan diğer yakınlara vermek daha faziletlidir. Bunlardan sonra da fakir komşulara ve meslek arkadaşlarına vermekte fazilet vardır.

Zekâtı, malın bulunduğu yerdeki fakirlere vermelidir. Yıl sonunda başka memleketlerdeki fakirlere gönderilmesi mekruhtur. Ancak kendilerine zekât gönderilecek kimseler, akraba iseler veya malın bulunduğu yerdeki fakirlerden daha muhtaç iseler, o zaman uzakta olan bu gibilere gönderilmesinde kerahet olmaz.

Bununla beraber zekâtı, daha senesi dolmadan başka bir memlekete göndermekte bir sakınca yoktur.

Bayramlarda ve diğer günlerde muhtaç olan hizmetçilere veya çocuklara veya müjde getiren fakir kimselere verilecek bahşişlerin zekât niyeti ile verilmesi caizdir.

Verilen bir zekât, fakir tarafından veya fakir olan çocuğun ve mecnunun velisi veya vasisi tarafından alınmadıkça tamam olmaz.

Fakir olan bir bunağın veya büluğa yaklaşmışın veya paranın kıymetini bilip aldanmayacak bir yaşta bulunan çocuğun zekâtı alması yeterlidir.

Bir kimse zekâtını vermek için araştırma yapıp zekâta ehil olduğunu anladığı bir adama zekâtını verir de, gerçekten o adamın zekâta ehil olduğu meydana çıkarsa, ittifakla bu zekât caiz olur. Aksine durumu anlaşılamaz veya zengin olduğu sonradan meydana çıkarsa, İmam Azam ile İmam Muhammed’e göre, yine zekât geçerli olur.

Fakat araştırma yapmaksızın ve zekâta ehil olup olmadığını hiç düşünmeden zekât verilecek olsa, geçerli olursa da, zekâta ehil olmadığı sonradan meydana çıkarsa, yeniden zekâtı vermek gerekir. Çünkü araştırma işinde noksanlık yapılmıştır.

Zekâta ehil olup olmadığında şübhe edilen bir kimseye araştırma yapmaksızın verilen zekât, geçerli olmamak tehlikesindedir. Eğer sonradan o kimsenin fakir olduğu meydana çıkmış olursa, zekât yerini bulmuş olur, değilse olmaz. (Bİİ.364)

Bediüzzaman Hazretleri, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında devlet tarafından inşa edilmesini istediği darülfünunun, yani bir İslâm üniversitesinin vereceği faidelerin görünmesi neticesinde zekata da hak kazanacağını bahsederken şöyle der:

«Biz hem Hanefî hem Şafiîyiz. Bir zaman sonra o Medresetüzzehra İslâmiyete ve insaniyete göstereceği hizmetle, şüphesiz bir kısım zekatı bil’istihkak kendine münhasır edecektir. Bahusus zekatın zekatı da olsa kâfidir.» (Mün. 80)

Demek cami, medrese gibi temlik edilemiyen şeylere bizzat zekat verilemiyor fakat dini tahsil ve dine hizmet yolunda hasr-ı hayat edenler, zekat alabiliyor.

E.T. 4847-4852. sahifelerinde, İslâm Devleti’nin tasarrufunda bulunan Beyt-ül Mal’dan İslâm Milletinin ve herkesin muhtaç olduğu dinî ve fennî tahsili yapan veya o sahada vazifedar olanların istifade edebilecekleri hususunda izahat verilir.

4054- Zekat hakkında diğer bir âyette de şöyle buyurulur:

(2:3)«وَ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ   Bu kelâmın makabliye nazmını icab ettiren münasebet ise: Namaz عِمَادُ الدِّينِ yani dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekat da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür. Demek birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlahî iki esastırlar.  Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.

Zekat ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:

1- Sadakayı vermekte israf olmaması.

2- Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması.

3- Minnetle in’amın bozulmaması.

4- Fakir olmak korkusuyla sadakanın terkedilmemesi.

5- Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylere de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi.

6- Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette değil, hacat-ı zaruriyesinde sarfetmesi lâzımdır.

Kur'an-ı Kerim bu şartları, bu nükteleri insanlara sadaka olarak ihsan ve ihsas etmek için يُزَكُّونَ veya يَتَصَدَّقُونَ veyahut يُؤْتُونَ الزَّكَوةَ gibi îcazlı bir ifadeyi terkedip, وَ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ gibi itnablı bir cümleyi ihtiyar etmiştir.

1- Teb'izi ifade eden مِنْ israfın reddine.

2- مِمَّا nın takdimi, sadakanın kendi malından olduğuna.

3- رَزَقْنَا minnetin olmamasına. Çünki veren Allah'tır, kul ise bir vasıtadır.

4- Rızkın نَا ya olan isnadı, fakirlikten korkulmamasına.

5- Rızkın âmm ve mutlak olarak zikredilmesi, sadakanın ilim ve fikir gibi şeylere de şamil olmasına.

6- Nafaka maddesi; alanın, sefahete değil, hacat-ı zaruriyesine sarfetmesine işaretlerdir.» (İ.İ. 43-44)

4055- «Zekat; lügatta nema ve ziyade manasınadır. Arablar زكَاالزَّرعُ derler ki, ekin arttı demektir. Bu malî ibadete zekat denilmesi, zekatı verilen malın, halefi ile çoğalıp artmasından ve âhirette sevaba vesile olmasından dolayıdır. Hakikaten malının zekatını veren ve fukaraya muavenetten geri durmayan ehl-i hayır ve ihlasın malının günden güne umulmadık sebeblerle arttığı, herkesin gördüğü ve bildiği bir hakikattır...

Bu artış; “Fakir için ne harcarsanız muhakkak Allah onun ivazını verir” (34:39)وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ شَىْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُۚ va’d-i kerimi ile müemmendir... (Bak: Kur’an 2:261, 30:39)

4056- Zenginlerin mallarında isteyen fakirin de, iffetinden dolayı isteyemiyen fakirin de hakkı vardır. وَف۪ٓى اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِ ( 51:19 ) mealindeki âyet-i kerimede tasrih buyurulan bu hak, zekat hakkıdır. Hiç bir din, hiç bir hayırperver teşekkül yoktur ki, kendi müntesiblerine teavün ve tenasurla emretmesin! Esasen bu müesseselerin istihdaf ettikleri büyük gayelerden birisi de budur. Fakat bu teavünü, bu yardımı bir hak olarak kabul eden ve ona mütehattim vazife halinde yüksek bir mevki bahşeden yegane din, İslâm Dinidir.

4057- Kur’an-ı Kerim’de zekat hakkı, namaz gibi ve Kur’an-ı Kerim’in her yerinde namaza mukarin olarak zikredilmiş ve وَاَق۪يمُواالصَّلٰوةَ وَاٰتُواالزَّكٰوةَ Namaz kılınız ve zekat veriniz! buyurulmuştur. Mücmel olan bu ferman-ı İlahînin izah ve beyanı, miktar ve derecatı, tatbik şekilleri tamamıyla taraf-ı İlahîden Nebiyy-i Zişan’ına havale buyurulmuştur.

4058- Ebu Bekir Radıyallahü Anh’ın ibtida-i hilafetinde taraf taraf irtidad edenler arasında “Namazı kabul ediyoruz, fakat zekatı istemeyiz” diyenler vardı. Halife hazretleri bunların şer’î vaziyetlerini derhal ve bilâtereddüd tesbit etmiş ve “Namaz ile zekat arasında bir fark kabul edenlere mukatele ederim” buyurmuşlar ve Halife’nin bu ictihadını bütün Sahabe kabul etmişlerdi...

4059- Sadr-ı İslâm’da idarî, diyanî ve kazaî işlerin kâffesi valiler tarafından idare ve ifa edilirdi. Malî işlerin de Muaz’ın cümle-i vezaifinden bulunduğunu hadis-i şeriften öğreniyoruz. Resul-i Ekrem Efendimiz, Yemen’in malî işlerini beş mıntıkaya taksim etmiş ve her mıntıkaya ashabdan bir zatı memur etmişti: “San’a”ya  Halid ibn-i Said, “Kinde”ye Muhacir ibn-i Ebi Ümeyye, “Hazremut”a Ziyad ibn-i Lebid, “Cendel”e Muaz, Zebid ile Aden sahil kısmına Ebu Musel Eş’arî memur edilmişti. Bu zekat âmillerinin topladıkları emval-i zekatı Hazret-i Muaz kabza memur idi.» (S.B.M. ci:5, sh:4-9)

4060- «Bir kimse, zekatını araştırıp zekata mahal olduğunu zannettiği bir şahsa verir de o şahsın zekata hakikaten mahal olduğu anlaşılırsa zekatı, bil’ittifak muteber olur. Bilakis hali anlaşılmaz veya zengin olduğu bilahare tebeyyün ederse, İmam-ı Azam ile İmam-ı Muhammed’e göre yine muteber olur. Fakat araştırmaksızın zekata ehil veya mahal olup olmadığını düşünmeksizin verecek olsa, zekatı yine muteber olursa da; zekata mahal olmadığı muahheren anlaşılırsa zekatı yeniden vermesi icabeder. Çünkü araştırmak hususunda kusur etmiştir.» (B.İ.İ. 342)

«Haram maldan verilen şeyler hakikatte sadaka olamaz, ya diğer bir hakk-ı hassın kısmen iadesi veya bir haksızlıktan diğer bir haksızlığa intikal olur.» (E.T. 2574)

4061- Toprak mahsullerinden verilen ve öşür denilen zekat hakkında da hadislerde hayli yer verilmiştir.

«Muhakkikîn-i ülemadan Ebu Bekir İbn-ül Arabî (468-543) (6:141) وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ “Hasad zamanı onun hakkını verin” âyet-i kerimesini tefsir ederken şöyle diyor: “Filhakika bu âyet-i kerime Allah’ın zikrettiği şeylerde zekatın vacib olduğunu ifade etmektedir.”

Ebu Hanife: “Yerden biten ve azık; yemiş, sebze olarak yenilen her şeyde zekat vardır.” demiştir ki, yalnız meyvalar hakkında Abdülmelik İbn-ül Macişun’un mezhebi de budur. İmam-ı Ahmed’in müteaddit kavilleri vardır. Bunların içinde en zahir olanı ölçülen şeylerde Ebu Hanife’nin kavli gibidir.» (B.M. ci:2, sh:365)

4062- Zekatın hikmet-i teşriiyesi ise, pek çok mesahil-i umumiyeyi cami’dir. Ezcümle: «Bütün muavenet ve yardım nevilerini havi olan zekat hakkında sahih olarak Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’dan اَلزَّكَوةُ قَنْطَرَةُ اْلاِسْلاَمِ 1 hadis-i şerifi mervidir. Yani müslümanların birbirine yardımları, ancak zekat köprüsü üzerinden geçmekle yapılır. Zira yardım vasıtası, zekattır. İnsanların hey’et-i içtimaiyesinde intizam ve asayişi temin eden köprü zekattır. Âlem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilallerden, ihtilaflardan meydana gelen felaketlerin tiryaki, ilacı muavenettir.

Evet zekatın vücubu ile ribanın hürmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır. Evet eğer tarihî bir nazarla sahife-i âleme bakacak olursan ve o sahifeyi lekelendiren beşerin mesavisine, hatalarına dikkat edersen, hey’et-i içtimaiyede görünen ihtilaller, fesadlar ve bütün ahlâk-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.

Birisi: “Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne.”

İkincisi: “Sen zahmetler içinde boğul ki, ben ni’metler ve lezzetler içinde rahat edeyim.”

Âlem-i insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmağa yaklaştıran bi-rinci kelimeyi sildiren ancak zekattır.

Nev-i beşeri umumi felaketlere sürükleyen ve  bolşevikliğe sevkedip terakkiyatı, asayişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır.

4063- Arkadaş! Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengn kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı te’min eden, zekat ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekat ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine, ihtilal sadaları hased bağırtıları, kin ve nefret vaveylaları yükselir. Kezalik yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef tabaka-i havasdaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebeb iken, tekebbür ve gurura bais oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti mucib iken, esaret ve sefaleti intac ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şahid istersen âlem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahidler mevcuttur.

Hülasa: Tabakalar arasında müsalahanın te’mini ve münasebetin te’sisi, ancak ve ancak erkân-ı İslâmiyeden olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve teberruatın heyet-i içtimaiyece yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle olur.» (İ.İ. 45)

Atıf notu:

-Zengin fakir sınıfları bulunmasındaki hikmet, (bak:3049.p.)

4064- «Ey ehl-i kerem ve vicdan!.. Ve ey ehl-i sehavet ve ihsan!

İhsanlar, zekat namına olmazsa, üç zararı var. Bazan da faidesiz gider. Çünki Allah namına vermediğin için, manen minnet ediyorsun; biçare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbul olan duasından mahrum kalıyorsun. Hem hakikaten Cenab-ı Hakk’ın malını ibadına vermek için bir tevziat me’muru olduğun halde, kendini sahib-i mal zannedip bir küfran-ı nimet ediyorsun. Eğer zekat namına versen, Cenab-ı Hak namına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun, bir şükran-ı ni’met gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur. Evet zekat kadar, belki daha ziyade nafile ve ihsan yahut sair suretlerde verip riya ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede? Zekat namına o iyilikleri yapıp, hem farzı eda etmek, hem sevabı, hem ihlası, hem makbul bir duayı kazanmak nerede?» (M.274)

4065- Zekat hakkında âyetlerden birkaç not:

- Zekatın verilmesinin lüzumu: (2:43, 83, 110, 277) (33:33)

- Malî yardımda bulunulması gereken kimseler ve zekat vermek: (2:177)

- Benî İsrail’e zekat emri: (5:12)

- Zekatın, rahmet-i İlahiyeye nailiyet sebebi olduğu: (7:156)

- Allah tarafından İsa’ya (A.S.) zekat tavsiyesi: (19:31)

- İsmail’in (A.S.) kavmine zekatı emretmesi: (19:55)

-Zekatta riya. (bak:1086.p.sonu)

-Hz. İbrahim, İshak ve Ya’kuba (A.S.) Allah’ın zekat emri: (21:73)

-Zekâtta riya: bak: 1085.p.

Hadis kitabları zekat mevzuuna hayli yer vermiştir. Ezcümle, Buhari 24. Kitab, S.M. 12. Kitab, İ.M. 8. Kitab, T.T. cild:2, sh:5’de 1. Kitab, zekat hakkındadır.

1 K.H. hadis:1416 ve Şerh-i Cami-üs Sagir lil Azizî sh:302

Yukarı Çık