DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

ÂDAB

Âdab, edeb kelimesinin cem’i olup, edebler demektir. Edeb ise, İslam terbiyesi, yani Allah’ın Rab sıfatının tecellisinden gelen terbiye kaideleridir.

Evet, “.... Sünnet-i Seniye, edebdir. Hiçbir mes’elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın! Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman etmiş: اَدَّبَنِى رَبِّى فَاَحْسَنَ تَاْدِيبِى 1   Yani: “Rabbim bana edebi, güzel bir su­rette ihsan etmiş, edeblendirmiş.” Evet Siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sün­net-i Seniyeyi bilen, kat’iyyen anlar ki: Edebin envaını, Cenab-ı Hak Habibinde cem’etmiştir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terkeden, edebi terkeder.2 L:53

“Sünnet-i Seniyyenin meratibi var. Bir kısmı vâcibdir, terkedilmez. O kı­sım, Şeriat-ı Garra’da tafsilatıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır. Hiçbir ci­hette tebeddül etmez. Bir kısmı da nevafil nevindendir. Nevafil kısmı da iki kı­sımdır. Bir kısım, ibadete tabi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi Şeriat kitablarında beyan edilmiş. Onların tağyiri bid’attır. Diğer kısmı, “âdab” tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete, bid’a denilmez. Fakat, âdab-ı Nebevî’ye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakiki edebden istifade etmemektir. Bu kısım ise (örf ve âdât), muamelat-ı fıt­riyede Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın tevatürle mâlum olan harekâ­tına ittiba etmektir. Meselâ: Söylemek âdabını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlatın âdabının düsturlarını beyan eden ve muaşerete ta­alluk eden çok Sünnet-i Seniyyeler var. Bu nevi Sünnetlere “âdab” tabir edilir. Fakat o âdaba ittiba eden, âdâtını ibadete çevirir. O âdabdan mühim bir feyz alır. En kü­çük bir âdabın müraatı, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ı ta­hattur ettiri­yor; kalbe bir nur veriyor. Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimmi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeaire de taalluk eden Sünnetlerdir. Şeair, adeta hu­kuk-u umumiye nev’inden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevi şeaire riya giremez ve ilan edilir. Nafile nev’inden de olsa, şahsi farzlardan daha ehemmiyetlidir...3 L.53

1- Dinin en küçük âdâbı dahi ehemmiyetli olup tebdil edilemez.

“Din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm iki cihanın sultanı, şark ve garb ve Endülüs ve Hind, birer taht-ı saltanatı olduğundan; Din-i İslâm'ın esasatını bizzât kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz'î âdâbını dahi bizzât o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor.4 Demek füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki; onlar tebdil edilse, esas-ı din bâki kalabilsin. Belki esas-ı dine bir ceseddir, lâakal bir cilddir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sahib-i şeriatı inkâr ve tekzib etmek çıkar.5

Mezahibin ihtilafı ise: Sahib-i şeriatın gösterdiği nazarî düsturların tarz-ı tefehhümünden ileri gelmiştir.6 "Zaruriyat-ı Diniye" denilen ve kabil-i tevil olmayan ve "Muhkemat" denilen düsturları ise, hiç bir cihette kabil-i tebdil değildir ve medar-ı içtihad olamaz. Onları tebdil eden, başını dinden çıkarıyor; يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الْقَوْسِ kaidesine dâhil oluyor.7 M:435

Asrımızda fitne-i ahirzamanın bid’alarına medenî yaşayış deyip beğenerek bulaşan ekseriyetin anlayış ve yaşayışları, mezkûr beyanlar müvacehesinde cay-ı dikkattır.

2- Âdâb-ı şer'iye, sonsuz ilm-i İlâhiden gelmiş olduğundan ona ittiba lâzımdır.

Evet, “Vahiy ne kadar ilhamdan yüksek ise; semere-i vahiy olan âdâb-ı şer'iye, o derece semere-i ilham olan âdâb-ı tarîkattan yüksek ve ehemmiyetlidir. Onun için, tarîkatın en mühim esası, Sünnet-i Seniyeye ittiba' etmektir.” M:452

Hem “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.” Evet Sünnet-i Seniyeye ittiba, mutlaka gayet kıymetdardır. Hususan bid’aların istilâsı zamanında sünnet-i seniyeye ittiba etmek daha ziyade kıymetdardır. Hususan Fesad-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyenin küçük bir âdâbına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor.” L:50

İnsaniyeti yükselten hakiki hürriyet, âdâb-ı şeri’atla neşv ü nema bulur.

“Hürriyet, müraat-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünema bulur. Sadr-ı evvelin yani sahabe-i kiramın o zamanda âlemde vahşet ve cebr-i istibdad hükümferma olduğu halde, hürriyet ve adalet ve müsavatları bu müddeaya bir bürhan-ı bahirdir. Yoksa hürriyeti, sefahet ve lezaiz-i nâmeşrua ve israfat ve tecavüzat ve heva-i nefse ittiba'da serbestiyet ile tefsir ü amel etmek; bir padişahın esaretinden çıkmakla ve alçakların istibdadı ve esaret-i rezilesinin altına girmekle beraber milletin çocukluk istidadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden, paralanmış olan eski esarete lâyık ve hürriyete adem-i liyakatını gösterir. Zira sefih mahcurdur.” D:70

“Nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır.” Mü:19

Evet, “....hürriyet-i şer'iye, âdâb-ı şer'iye ile süslenip, garb medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.H:61

Hürriyeti, âdâb-ı şeriatla takyid ediniz. Zira cahil efrad ve avam-ı nâs kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsız olur.” D:17

Yani, İslam hukuku, İslam cemiyetinde, şeair-i İslamiyeye ters düşen haram bid’aları, cemiyette aşikâre işlemeyi yasaklar ki, görenekle yayılıp fitne ve anarşiye yol açılmasın.

3- Edeb-i Kur’aniyeden bir örnek:

“Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarîkat! Bu müdhiş maraz-ı ihtilafa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz! وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا edeb-i Furkanî ile edebleniniz! Ve haricî düşmanın hücumunda dâhilî münakaşatı terketmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telakki edip, yüzer âyât ve ehadîs-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp; bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslekdaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz.. yani, ihtilafa düşmeyiniz.” L:155

Yani, resmen vazifeli olmayıp gayr-ı resmî sahada olanların, en azından birbirleriyle rekabetkârane uğraşmamaları tahsin ediliyor. Bu durum, ittifak ile ihtilaf arasında bir mertebedir. Bu husus, Kur’anda geçen hecr-i cemil âyetine benzer. Şöyle ki:

وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ Muarızların diyeceklerine sabreyle هَجْرًا جَم۪يلاً ve onları bir hecr-i cemil ile terk et-şimdilik hallerine bırak.” (73:10) (Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Hecr-i Cemil maddesi)

Ancak bu gibi durumlarda hakikatları ve doğruları, ders, neşir ve tebliğ etmek gerektir.

Diğer bir edeb-i Kur’anî ise, iyilikleri fazl-i İlahiden, kusurları nefsinden bilmektir.

Evet, “Nass ile sabit olan Fâtır'ın sırf feyz-i fazlından olan hasenatı kendi nefsine veriyorsun. Tâ işlemediğin şeylerle medholunasın. Şu edeb-i Kur'an ile edeblen. Kur'an-ı Kerim diyorki:  مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ Malına sahib ol. Başkasının malını gasbetme. Hem Kur'an-ı Kerim diyor ki:مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلاَ يُجْزَى اِلاَّ مِثْلَهَا   Madem ki hasene on misline çıkar. Seyyie, nefsinde birde münhasır kalır. Sen de haseneden neş'et eden muhabbeti, muhsinden muhsinin müteallikatına teşmil et. Uyûbundan iğmaz-ı ayn et. Seyyieden neş'et eden adavet-i müsi'den, müsi'in ekaribine veya sair güzel sıfatlarına tecavüz ettirme. Bu edeb-i illiye-i âdile-i Kur'aniye ile edeblen! Kur'an'ın edebiyle edeblenmeyen, zamanın sillesiyle te'dib olunacağı muhakkaktır.” Ni:46

Evet, Resulullahın A.S.M. “...sünneti, harekâtı, iktida edilecek en güzel nümunelerdir ve takib edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır. Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalalet-i azîmedir.” L:59

Elhasıl, âdab-ı şer’iyeden kaçmak, İlahî terbiye dairesinden kaçmak demektir.

Muhteva:

1- Dinin en küçük âdâbı dahi ehemmiyetli olup tebdil edilemez.

2- Âdâb-ı şer'iye, sonsuz ilm-i İlâhiden gelmiş olduğundan ona ittiba lâzımdır.

3- Edeb-i Kur’aniyeden bir örnek.

 

1 K.H. hadis:164

2 Demek sünnet-i seniyyenin haricinde edeb aranmamalı. Edebli olmayı isteyenler, sünnet-i seniyyeyi takib etmelidirler.

3 Şeair, İslam adetlerinin cemiyette açıkça yaşanması olduğundan herkese görünür, İslamî hissiyatı aşılar ve kuvvetlendirir. Bu sebeble faidesi küllidir ve çok kıymetlidir.

4  Yani, din cemiyete hâkim olunca itikadiyat ile beraber ameliyâta ait ahkâm ve âdâbı dahi getiriyor.

5 Yani, dinin getirdiği ahkâm ve âdâb, sonsuz ilm-i İlâhiden geldiği için onlara muhalefet, Allah’a muhalefet manasını taşır. Bu husus, ince bir noktadır.

6 Beşincisi: Üç nokta-i nazar, şu zamanın içtihadatını arziye yapar, semavîlikten çıkarıyor. Halbuki Şeriat semaviyedir ve içtihadat-ı Şer’iye dahi, onun ahkâm-ı mestûresini izhar ettiğinden semaviyedirler.” S:482

7 Yani, zaruriyat, esasat ve muhkemat tabir edilen hükümlerde hiçbir tasarruf yapılamaz. Aksi halde iman tehlikesi başlar.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık