DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

AĞIZ

Cihazat-ı insaniyenin harikalığı itibariyle Marifetullaha baktığını nazara veren bu ders, insanın ehemmiyetli cihazlarından biri olan ve gafletle hikmetleri düşünülmediğinden küfran-ı ni’met derecesine düşen ağzın sahib olduğu Marifetullah dersinden bir nümunedir. Şöyle ki:

1 مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ    (B:299)

وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى مَظْهَرًا جَامِعًا لِتَجَلِّيَاتِ اَسْمَائِهِ وَ اَنْعَمَ عَلَىَّ بِنِعْمَةٍ لاَ تَسَعُهَا الْكَائِنَاتُ بِسِرِّ حَادِيثِ (لاَ يَسَعُنِى اَرْضِى وَ لاَ سَمَائِ وَ يَسَعُنِى قَلْبُ عَبْدِىَ الْمُؤْمِنِ) يَعْنِى اَنَّ الْمَاهِيَّةَ اْلاِنْسَانِيَّةَ مَظْهَرٌ جَامِعٌ لِجَمِيعِ تَجَلِّيَاتِ اْلاَسْمَاءِ الْمُتَجَلِّيَةِ فِى جَمِيعِ الْكَائِنَاتِ 2    (Ş:90)

لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ اْلاَحَدُ بِلِسَانِ الْحَقِيقَةِ اْلاِنْسَانِيَّةِ بِكَلِمَاتِ حَيَاتِهَا وَ حِسِّيَّاتِهَا وَ سَجِيَّاتِهَا وَ مِقْيَاسِيَّتِهَا وَ مِرْآتِيَّتِهَا وَ بِكَلِمَاتِ صِفَاتِهَا وَ اَخْلاَقِهَا وَ خِلاَفَتِهَا وَ فِهْرِسْتِيَّتِهَا وَ اَنَانِيَّتِهَا وَ بِكَلِمَاتِ مَخْلُوقِيَّتِهَا الْجَامِعَةِ وَ عُبُودِيَّتِهَا الْمُتَنَوِّعَةِ وَ اِحْتِيَاجَاتِهَا الْكَثِيرَةِ وَ فَقْرِهَا وَ عَجْزِهَا وَ نَقْصِهَا الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ وَ اِسْتِعْدَادَاتِهَا الْغَيْرِ الْمَحْصُورَةِ

İşte bu kısa şifreyi, yine gayet muhtasar bir şifre ile tercüme ve izah edeceğim. Bunu Hülâsat-ül Hülâsa’ya bir haşiye yapınız.

Evet ben, Hülâsat-ül Hülâsa’yı okuduğum zaman, koca kâinat, nazarımda bir halka-i zikir oluyor. Fakat her nev’in lisanı çok geniş olmasından, fikir yoluyla sıfât ve esma-i İlahiyeyi ilmelyakîn ile iz’an etmek için akıl çok çabalıyor, sonra tam görür. Hakikat-ı insaniyeye baktığı vakit, o câmi’ mikyasta, o küçük haritacıkta, o doğru nümunecikte, o hassas mizancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle kat’î ve şuhudî ve iz’anî bir vicdan, bir itminan, bir iman ile o sıfât ve esmayı tasdik eder. Hem çok kolay, hem hazır yanındaki âyinesinde, hiç uzun bir seyahat-ı fikriyeye muhtaç olmadan iman-ı tahkikîyi kazanır ve  اِنَّ اللّهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَى صُورَةِ الرَّحْمنِ   hakikî bir manasını anlar.” E:146

1- Ağzın gördüğü vazife harikalığı;

“İnsanın dahi en zahir ef'al-i ihtiyariyesi içinde en zahiri; ekl ve kelâm ve fikirdir. Yani: Yemek, söylemek, düşünmektir. Şu yemek, söylemek, düşünmek ise gayet muntazam, acib, hikmetli birer silsiledir.3 O silsilenin yüz cüz'ünden, insanın dest-i ihtiyarına verilen ancak bir cüz'üdür.4 Meselâ: Yemekten, bedenin tegaddi-i hüceyratından tut, tâ semeratın5 teşekkülüne kadar olan silsile-i ef'al içinde, insanın dest-i ihtiyarına verilen yalnız ağızdaki dişlerin değirmenini tahrik edip onu çiğnemektir.6 Ve söylemek silsilesinden yalnız meharic-i huruf7 kalıplarına, havayı sokup çıkarmaktır. Halbuki ağzında birtek kelime, bir çekirdek gibi iken, bir ağaç hükmündedir.8 Hava içinde milyonlar aynı kelime gibi meyveler verir. Milyonlarla dinleyenlerin kulaklarına girer. Bu misalî sünbüle,9 insandaki hayalin eli ancak yetişebilir.” S:608

“İ'lem Eyyühel-Aziz! Ey insan bil ki: Sen kendi vücudunu yapmaya kadir değilsin. Ve elin onu icad etmekten kasırdır. Başkaları dahi o işten âciz ve kasırdırlar. İstersen tecrübe et bakalım. Şecere-i kelimat denilen10 bir lisanı veya muhaberat ve ezvak11 santralı olarak bir ağızı yap. Elbette yapamayacaksın. Öyle ise Allah'a şirk yapma!12 اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ Ms:184

“Bil ey insan! Senin başını süsleyip güzelleştiren ve o başa göz zinetini takıp görmeklik veren zat, elbette seni senden daha çok görüyordur. Evet o Sani’ ki, senin başını iki tane göz elmaslarıyla ve iki adet kulak sadefiyle zinetlendirip, yüzünün mağarası olan ağzına laklaka eden lisan mercanını takan; elbette ve elbette seni senden daha çok görüyor. Ve sana senden daha çok yakındır. Ve sana senden daha çok şefiktir. Ve senden çıkan en gizli âh ü enînleri senden daha çok işitir.”  Bms:173

Evet insanların düşünce, his, ihtiyaçlar gibi muhtelif hususiyetlerini bilen zat, konuşma cihazını verebilir. Konuşmak olmasaydı beşerin hali nice olurdu düşünülsün.

“Fâtır-ı Zülcemal ki, seni evvelâ kudret-i kâmilesiyle taze bir hamur gibi halkedip, sonra kendi sun’-u hâlıkanesinin gayet ince maharetiyle senin şekil ve suretini; esmasına bir ayna olacak tarzda bir su ile feth ve bast eden; hem hakkı dinleyip halktan13 ibret alarak, Hâlıkı tanıyasın diye rahmet ve keremiyle kulağını ve gözünü14 açan, hem O’nu15 zikredesin diye inayet ve keremiyle yüzünün mağarası olan ağzına bir lisan takan; Hem O’nu ma’rifet ile16 tanıman için, kafana bir akıl derceden; ve ona muhabbet edesin diye sinene bir17 kalb yerleştiren; Hem sen ana rahminin içindeki karanlıklar ortasında iken, lütf u ihsanıyla sana lâzım herşeyi yanında hazır bulunduran ve kendi merhametkâr rububiyetiyle istediği şekilde sende tasarruf edebilen; ve manidar, keremkâr derin hikmetiyle şu enva-i havass ve cihazatı ve bu aksam-ı âlât ve azaları, nimetlerinin bütün enva-i semeratını hissettirmek ve tecelliyat-ı esmasının bütün aksamını sana tattırmak için, vücudunda terkib ettiren bir Hâlık-ı Rahim’dir.” Bms:579

İnsan cihazatının vazifelerine bakan harika bir hulasadır ki, bu ölçülere uygun yaşama gayretini hatırlatır.

“Cenab-ı Hakk'ın insana verdiği nimetler, ister âfâkî olsun ister enfüsî olsun, bazı şerait altında insana gelip vusul buluyor. Meselâ: Ziya, hava, gıda, savt ve sadâ gibi nimetlerden insanın istifade edebilmesi ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Allah'ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyarında yalnız o vesaiti açmaktır.

Binaenaleyh o nimetleri yolda bulmuş gibi sahibsiz, hesabsız olduđunu zannetmesin. Ancak Mün'im-i Hakikî'nin kasdıyla gelir, insan da ihtiyarıyla alır. Sonra ihtiyaca göre in'am edenin iradesiyle bedeninde intişar eder.” Ms:94

Mezkûr ni’metlerden dünya ve ahiretteki istifade etmek derecelerinin bir mukayesesi:

“Ey kardeş bil ki! Cenab-ı Hakk’ın insana in’am ettiği herbir ni’metin birer şartı, birer anahtarı vardır. O nimetlerden bir kısmı afakî, bir kısmı da enfüsîdir. Meselâ Cenab-ı Allah ziya, hava, gıda ve sadayı in’am etmekle; bunlardan istifadeyi de göz, burun, ağız, kulak ve hakeza hasselerin açılmasına bağlamıştır. Halbuki (zâhiren) kesbimizden olan şu enfüs âletlerinin açılması, yine ancak Allahü Teâlâ’nın halk ve icadıyla hasıl oluyor. Öyle ise ey gafil, bu nimetleri kıymetsiz ve ehemmiyetsiz şeylerden sayarak, istediğin gibi minnetsiz ve hesap vermeyi düşünmez bir tarzda, onların içinde oynayasın değildir. Belki ancak onları in’am edenin kasdıyla sana sevkedilip gönderiliyor. Sen yalnız ihtiyarınla hazır lokma gibi yiyorsun. Yedikten sonra da, onları ihsan edenin iradesiyle senin vücudunun ihtiyaç yerlerine göre kemal-i hikmetle intişar edip tevzi olunmaktadırlar.”  BMs:206

“Evet, bu dünyada bir adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrangâhtan ve bir aylık bir memleketten ve bir senelik bir mesiregâhta seyahatından; ağzıyla, kulağıyla, gözüyle, zevkiyle, zaikasıyla, sair duygularıyla istifade ettiği gibi; aynen öyle de, fakat bir saatlik bir bahçeden ancak istifade eden bu fâni memleketteki kuvve-i şâmme ve kuvve-i zaika, o bâki memlekette bir senelik bahçeden aynı istifadeyi eder. Ve burada bir senelik mesiregâhtan ancak istifade edebilen bir kuvve-i bâsıra ve kuvve-i sâmia orada beşyüz senelik mesiregâhındaki seyahattan; o haşmetli, baştan başa zînetli memlekete lâyık bir tarzda istifade eder. Her mü'min derecesine ve dünyada kazandığı sevablar, haseneler nisbetinde inbisat ve inkişaf eden duygularıyla zevk alır, telezzüz eder, müstefid olur.” L: 156

“Ehl-i Cennet olan bir insan, hususan bütün duygularıyla ve cihazat-ı maneviyesiyle ubudiyet etmiş ve Cennet’in lezaizine istihkak kesbetmiş ise; herbir duygusunu memnun edecek, herbir cihazatını okşayacak, herbir letaifini zevklendirecek bir tarzda; Cennet’in herbir nev’inden birer mehasini gösterecek bir tarz-ı libası, kendilerine ve hurilerine rahmet-i İlahiye tarafından giydirilecek.” M:385

Demek dünyada istidadların geliştirilmesi, ehemmiyetli bir dünyaya geliş gayesidir.

“Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzaları kıyas etsen anlarsın ki: Hakikaten mü’min Cennet’e lâyık ve kâfir Cehennem’e muvafık bir mahiyet kesbeder. Ve onların herbiri, öyle bir kıymet almalarının sebebi: Mü’min, imanıyla Hâlıkının emanetini, onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir, hıyanet edip nefs-i emmare hesabına çalıştırmasıdır.” S:28

2- Küre-i Arzın lisan-ı haliyle dediği Allahu Ekber sesi, sanki hacıların ağızlarındaki havada temessül ediyor;

“Güya Küre-i Arz kendisi o zikri söylüyor, o duayı ediyor ve aktarıyla namaz kılıyor ve etrafıyla semavatın fevkinde izzet ve azametle nazil olan اَقِيمُوا الصَّلَوةَ emrini, Küre-i Arz imtisal ediyor. Bu sırr-ı ittihad ile, kâinat içinde bir zerre gibi zaif, küçük bir mahuk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semavat’ın mahbub bir abdi ve arzın halifesi, sultanı ve hayvanatın reisi ve hilkat-ı kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.

Evet ekser namazların arkasında, hususan Bayram namazlarında bir anda Allahü Ekber diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi; âlem-i şehadette dahi birbiriyle ittihad edip içitima’ etse, Küre-i Arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir sada ile söylediği Allahü Ekber’e müsavi geldiğinden; o Muvahhidînin ittihadı ile bir anda Allahü Ekber demeleri, Küre-i Arzın büyük bir Allahü Ekber’i hükmüne geçiyor... Âdeta bayram namazlarında Âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübraya mazhar olup, aktar u etrafiyle Allahü Ekber deyip, kıblesi olan Kabe-i Mükerreme’nin samimi kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle Allahü Ekber diyerek, o tek kelime, etraf-ı Arzdaki umum mü’minlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül ediyor. Birtek Allahü Ekber kelimesinin aks-i sadasıyla hadsiz Allahü Ekber’ler vuku’ bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semavatı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüc ederek sada veriyor.”  Bms:366

3- Abdestte ağzı yıkamak:

“Abdest vaktinde ağzı yıkamak farz değil sünnettir. Fakat gusül hengâmında ağzını yıkamak farzdır. Az bir şey de yıkanmadık kalsa olmaz, zarardır.” B:277

“Eğer mütedeyyin bir hekim-i hâzıkın gösterdiği ihtiyaca binaen kaplama sureti olsa, altındaki diş ağzın zahirîsinden çıkar, bâtın hükmüne geçer. Gusülde yıkanmaması guslü ibtal etmez.Çünki üstündeki kaplama yıkanıyor, onun yerine geçiyor.” B:278

(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Dil maddesi)

 

1 Kim nefsini (kendini) tanırsa; O Rabbini tanımış olur. (Suyûtî, el-Hâvî li'l-Fetâvâ, 2:451)

2 Keza, لاَ ﻳَﺴَﻌُﻨِﻰ ﺍَﺭْﺿِﻰ ﻭَ ﻟﺎَ ﺳَﻤَﺎﺉِ ﻭَ ﻳَﺴَﻌُﻨِﻰ ﻗَﻠْﺐُ ﻋَﺒْﺪِﻯَ ﺍﻟْﻤُﺆْﻣِﻦِ (Ben ne arz, ne de semaya sığmam; fakat, mü'min bir kulumun kalbine sığarım. (Hadis-i kudsî, Müsnedü'l-Firdevs, 3: 174; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:165.) hadis-i kudsîsinin sırrıyla, arz ve semanın istiap edemediği Zat-ı Zülcelâl, bir mü'min kulunun kalbine yerleşir.

Yani, bütün kâinatta tecelli eden esma-i İlâhiyenin bütün tecelliyatına insanın cami bir mazhar olması sırrıyla, kâinata sığmayan bir nimeti bana bağışlayarak beni esmasının tecelliyatına cami bir mazhar yapan Zat bana yeter.

3 Yani, bu neticeleri vermesi için gerekli olan sebeblerin eksiksiz dizilişi lazımdır.

4 Yani, insanda sadece icadsız olan meyelan var.

5 Yani, yaşamak için gerekli olan neticelerin.

6 Bunda da insanın hissesi, yalnız meyelandır şöyle ki:

“Beşincisi: İnsanın katl gibi zahirî ve ihtiyarî olan fiilleri, nefsin meyelanına intiha eder. Cüz’-i ihtiyarî denilen şu nefs meyelanı üzerine münazaalar deveran eder.

Altıncısı: Âdetullah üzerine, irade-i külliye-i İlahiye abdin irade-i cüz’iyesine bakar. Yani bunun bir fiile taallukundan sonra, o taalluk eder. Öyle ise cebr yoktur.

Sekizincisi: Ölüm gibi hasıl-ı bil’masdar denilen şey, kesb gibi bir masdara mütevakkıftır. Yani âdetullah üzerine o, hasıl-ı bil’masdarın vücuduna şart kılınmıştır. Kesb denilen masdarda, çekirdek ve ukde-i hayatiye meyelandır. Bu düğümün açılmasıyla, mes’eledeki düğüm de açılır.” İ:73

“Hülâsa: Âdetullahın cereyanı üzerine hasıl-ı bil’masdarın vücudu, masdara mütevakkıftır. Masdarın esası ise, meyelandır. Meyelan veya meyelandaki tasarruf mevcudattan değildir ki, bir müessire ihtiyacı olsun. Madum da değildir ki, hasıl-ı bil’masdar gibi mevcud olan bir şeyin vücuduna şart kılınmasına veya sevab ve ikaba sebeb olmasına cevaz olmasın.” İ:74

7 Harflerin ağızdaki çıkış yerlerindeki.

8 Yani, pek çok harfler âniden icad ediliyor.

9 Yani, Kudret-i İlahiyenin çoğalttığı bu kelimelere.

10 Yani, bir anda pek çok kelimeleri yetiştirmeğe vesile olduğundan meyvadar ağaca benzetilen.

11 Haberleşme ve zevkler.

12 Yani, bu harika cihazları, esbaba, tabiata verme

13 Varlıklardan.

14 Kulak hakkı dinlemek, yani Kur’an hakikatlarını yazan kitabı dinlemek; gözü kitab-ı kâinatı seyredip ibret almak için.

15 Allah’ı unutmamak ve huzur hakikatını arttırmak için.

16 İlm-i imanî ile

17 Sevme istidadı bulunan

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık