DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

AMİ - ÂMÎ

Dinî ilimlerden mahrum olan mü’min. Yani ahkâm-ı zahriyeyi bilip, onların derin manalarını bilmeyen kişi.

1- Risale-i Nur âmîlere de ders verir:

Evet, Risale-i Nur “en uzak hakikatları, en yakın bir tarzda, en âmi bir adama ders verecek derecede; benim gibi Türkçesi az, sözleri muğlak, çoğu anlaşılmaz ve zahir hakikatları dahi müşkilleştiriyor diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri1 o sû'-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu hârika teshilât ve sühulet-i beyan; elbette bilâşübhe bir eser-i inayettir.2 M:373

“Risaleler umumiyetle pek çok intişar ettiği halde, en büyük âlimden tut, tâ en âmi adama kadar ve ehl-i kalb büyük bir veliden tut, tâ en muannid dinsiz bir feylesofa kadar olan tabakat-ı nâs ve taifeler o risaleleri gördükleri ve okudukları ve bir kısmı tokatlarını yedikleri halde tenkid edilmemesi3 ve her taife derecesine göre istifade etmesi.” eser-i inayettir. M:374

2- Âmînin feraseti:

اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَاِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ sırrına göre; ehl-i iman ne kadar âmi ve cahil de olsa, aklı derketmediği halde, kalbi öyle hodfüruş adamları görse; soğuk görür, manen nefret eder.4 M:414

3- Sünnete uyan âmî evliyaların derece yüksekliği:

“İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî (R.A.) demiş ki: "Ben seyr-i ruhanîde kat'-ı meratib ederken, tabakat-ı evliya içinde en parlak, en haşmetli, en letafetli, en emniyetli; Sünnet-i Seniyeye ittibaı, esas-ı tarîkat ittihaz edenleri gördüm. Hattâ o tabakanın âmi evliyaları, sair tabakatın has velilerinden daha muhteşem görünüyordu."5 L:50

4- Âmîlerin zenginliği:

“Ekseriyetçe sebeb-i hüsran olan hırsı tahrik eden iktidar ve ihtiyar ve zekâvet, bir kısım büyük ediblerde o edibleri bir nevi dilenciliğe kadar sevkettiği gibi; zekâvetsiz, kaba çok âmi adamların tevekkülvari iktidarsızlıkları dahi onları zenginliğe îsal etmesi.6 Ş:173

Âmî mü’minlerin sahib olmaları gereken hususiyetlerin tesbitine devam ediyoruz.

5- Nur hizmetinde merdane sebat eden âmî de olsa velayet derecesinde manevî kıymetleri vardır.

Evet, hizmet dairesindeki Nurcular hakkında Hz. Üstad diyor:

“Eğer perde-i gayb açılsa, bu sebatsız zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakıcı, ateşli hallerden sarsılmayan bu samimî dindarlar ve ciddî müslümanlar eğer herbiri bir veli, hattâ bir kutub görünse, benim nazarımda şimdi verdiğim ehemmiyeti ve alâkayı pek az ziyadeleştirecek ve eğer birer âmi ve âdi görünse, şimdi verdiğim kıymeti hiç noksan etmeyecek diye karar verdim.7 Ş:307

6- Zâhiren âmî görünen hakikî nurcuların gerçek kıymetini görememekten ikaz eden bir mektub;

“Kardeşlerim! Bu hakikata binaen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zâtlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirdleri âdi, âmi adamlar görür ve der: "Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhat! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?" diyerek dost ise inkisar-ı hayale uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.8 Ş:317

7- Dinden kopuk bir feylesof, âmî bir mü’minden daha aşağıdır:

“Bir şeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvali hakkında ihtilafları olduğu zaman yakın olanın sözü muteberdir. Binaenaleyh Avrupa feylesofları maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı iman, İslâm ve Kur'anın hakaikından pek uzak mesafelerde kalmışlardır. Onların en büyüğü, yakından hakaik-i İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir. Ben böyle gördüm, nefs-ül emir de benim gördüğümü tasdik eder. Binaenaleyh şimşek, buhar gibi fennî mes'eleleri keşfeden feylesoflar, Hakkın esrarını, Kur'an nurlarını da keşfedebilirler diyemezsin. Zira onun aklı gözündedir. Göz ise, kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Çünki kalblerinde can kalmamıştır. Gaflet o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür.9 Ms:239

8- Âmî mü’minlerin ihlasla tesanüdü, velayet hassasını taşır:

“Kur'anı tefsir edene lâzım gelir ki; gayet âlî bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir nevi kuvve-i kudsiye sahibi olmak gerektir. Bu zamanda öyle bir zât, ancak bir şahs-ı manevî olabilir ki; o şahs-ı manevî, çok ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın telahukundan ve birbirine yardımından ve kalblerin birbirine in'ikasından ve ihlas ve samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çıkabilir. O heyetin bir ruh-u manevîsi hükmüne geçer. Evet "mecmuunda bir hassa bulunur ki, ondaki her ferdde bulunmaz" düsturuyla çok defa içtihadın âsârı ve nur-u velayetin hassaları ve ziyası bir cemaatte görünüyor. Halbuki o cemaatin hangisine bakılsa, o hassa görünmüyor. Demek âmî adamların ihlasla tesanüdleri, bir velayet hassasını veriyor.10 Em:89

Muhteva:

1-Risale-i Nur âmîlere de ders verir.

2-Âmînin feraseti

3-Sünnete uyan âmî evliyaların derece yüksekliği

4-Âmîlerin zenginliği

5-Nur hizmetinde merdane sebat eden âmî de olsa velayet derecesinde manevî kıymetleri vardır

6-Zâhiren âmî görünen hakikî nurcuların gerçek kıymetini görememekten ikaz eden bir mektub

7-Dinden kopuk bir feylesof, âmî bir mü’minden daha aşağıdır.

8-Âmî mü’minlerin ihlasla tesanüdü, velayet hassasını taşır.

 

 

1 Yani kuvve-i ilmiye ile yazılan eserleri

2 Allah’ın hususî ihsanı ve ilhamıdır.

3 Yani şarlatan ve hodfüruşlar müstesna, şer’î delillere dayanan tenkid yapılamadı ve böylece Risale-i Nurun harikalığı açığa çıktı.

4 Yani kişide ilim yoksa da, kalbî hisleri hakka bağlı olmalı ve hodfüruşların sözlerine aldanmamalıdır. Aldanmamak, ferasetin varlığına delildir. Bu zamanda ferasetli olup aldanmamak şarttır.

5 Yani bu velilerin dinî hassasiyetleri ve teslimiyetleri kuvvetlidir ve niyetleri hâlistir. Bu ise keramete yani veliliğe vesiledir.

“Evet velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus Lillah için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inayata mazhar olur.” M:372

6 Yani hırs ve kanaatsızlık, sebeb-i mahrumiyettir. Allah’a teslimiyetli tevekkül, merhamet ve Rıza-yı İlahiyi celbeder.

7 Demek zor şartlarda hizmette ihlas üzere ve sadakatla sebat gösterip devam edenlerin manevî dereceleri çok yüksektir.

“Böyle zamanda hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı şeriat ve Sünnet-i Seniyeye hizmet eden mübarek hâlis kalemlerden akan siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeblerin bir dirhemi, şühedanın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size faide verebilir.” L: 167

Yani, şahsî ve geçim sıkıntılarını aşarak hizmette sebat etmenin filmleri çok değerlidir.

8 Demek bu manevî cihad dairesine şahsî kemalat nokta-i nazariyle bakmak hatadır.

9 Yani, zamanımızdaki fünun-u müsbete ve medeniye, mana-yı ismî ile bakıp esbaba, tesir verdiğinden şirk yolunu açar ve tevhid delillerini göremez.

10 Burada anlatılan şahs-ı manevînin varlığı, tefanî sırrının tam tahakkuk etmesine bağlıdır. Bu kısımda dahi üstün dereceli tefaninin hakikatı tarif edilmiş oluyor. Böyle bir şahs-ı manevî bu fitne cemiyetinde müşkil görünüyor ise de, yine gayret etmeli.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık