DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

DECCALİYETİN SON DEVRESİNDEKİ İFSADAT

Risale-i Nur’da yeni neslin muhafazasına ehemmiyet verildiği gibi, süfyaniyet de sinsi ifsadatını, cazibedarlık ve aşılama yoluyla daha çok yeni neslin ifsadını esas almıştır. Evet Hz. Üstad diyor ki:

Risale-i Nur'un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre1 talebesi olacak, başta masum çocuklardır. Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir.2 Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor,3 yabani düşer. Bilhassa peder ve vâlidesini dindar görmezse 4 ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir.5 O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?

İşte bu hakikata binaen en bahtiyar çocuklar onlardır ki; Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve vâlidesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a'maline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve âhirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlâd olurlar.” E:41

Bu ikazı teyid eden Hz. Üstad, Mektubatta şöyle beyan eder:

Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da za'f u acz ve iktidarsızlık noktasında; merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidadları mes'udane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müdhiş ehval ve ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî felsefî düsturların taliminde midir? Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usûl, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaatı verebilirdi. Mademki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mademki insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksadlar tevellüd edecek. Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr u aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı; kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa, divane bir vâlidenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o bîçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için, beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev'inden, vahşiyane bir gadirdir, bir zulümdür.” M:421

Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da za'f u acz ve iktidarsızlık noktasında; merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidadları mes'udane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müdhiş ehval ve ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî felsefî düsturların taliminde midir? Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usûl, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaatı verebilirdi. Mademki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mademki insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksadlar tevellüd edecek. Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr u aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı; kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa, divane bir vâlidenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o bîçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için, beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev'inden, vahşiyane bir gadirdir, bir zulümdür.” M:421

Yine süfyaniyetin tahribinden ikaz edici şu beyanlar dahi, calib-i dikkattir:

İmam-ı Ali’nin (R.A) ahirzaman fitnesine bakan ve mecaz ifadelerle herkesin dikkatini çeken şu gelen ikazına dikkat etmek elzemdir. İmam-ı Ali Hazretlerinin nazara verdiği metinlerini ele alarak muzmer manalarını, yani süfyan cemiyetinin rivayette nazara verilen duhaniyetin (Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi 710/1.p) dehşetli hususiyetlerini nazara veren yazı aynen şöyledir:

BİRİNCİ NÜKTE: Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü, Kaside-i Ercuze'sinde اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا deyip, bu zamanda tamim edilen ecnebi harflerine bakıp, bu cümledeki harflerin cifrî ve ebcedî rakamlarının bu zamana parmak basmalarıyla vaki' cereyan-ı küfriyaneye işaret ettiği gibi; hem Ercuze'sinde, hem Ercuze'yi teyid ve takviye eden Kaside-i Celcelutiye'sinde sarahata yakın تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً ٭ تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ fıkrasıyla, o cereyanın karşısında vücudu ziyasıyla anlaşılan ve zulmetin pek şiddetli ve sisli, yakıcı dehşetine karşı sönmeyen ve gittikçe zulmeti yararak dünyayı ziyalandırmaya çalışan Risale-i Nur'a ve müellifine hususî iltifatını اَقِدْ كَوْكَبِى بِاْلاِسْمِ نُورًا وَبَهْجَةً مَدَى الدَّهْرِ وَاْلاَيَّامِ يَا نُورُ جَلْجَلَتْ deyip, âhirzamana kadar Risale-i Nur’un bedi’ bir surette ışık vermesini ve yanmasını dua ve niyaz eden ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın en mühim bir şakirdi ve ulûmunun birinci naşiri olan Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü, bidayet-i İslâmda Kur’anın aleyhine açılan çok kapılara karşı mübarek ism-i a’zamı şefi’ tutup kahramanane ve merdane hakaik-i şeriatı ve esas-ı İslâmiyeti muhafazaya çalıştığı gibi, âhirzamanda bütün bütün Kur'ana muhalefet eden zendeka cereyanına karşı, aynı ism-i a'zamı şefi' ve melce' ve tahassüngâh ittihaz edip cerhedilmez Kur'anın i'cazından gelen ve hâtem-i mu'cizeyi gösteren Risale-i Nur'un sönmez nuruyla ve susmaz lisanıyla şecaatkârane mukabele ve mukavemet edip, yerin yüzünü yakıp çok çiçekleri kurutan6 zendeka nârını, ism-i a'zamın kibriyalı, azametli nuruyla ve İsm-i Rahman ve Rahîm'in şefkatli ve re'fetli tecellisinden nebean eden âb-ı hayat ile söndüren; ve yanan yerlerde kuruyan nehir ve bağ çiçeklerine7 mukabil, dağlarda ve kırlarda sema yağmuru8 ve rahmetiyle hararete mütehammil ve şiddet-i bürudete dayanıklı çiçekleri yetiştiren9 Risale-i Nur'u görmesi ve şefkatkârane ve tesellidarane ve kerametkârane bakması, Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın makam-ı velayetinin iktiza ettiğini hakkalyakîn gösterir.” L:447

Bu anlatılan fitnelerin önleyici makamında bulunan darülfünun hakkında da şu izah veriliyor:

“Bu âlem-i İslâmın âlem-i küfre karşı en ileri karakolu şu dârülfünun idi. Lâkayd ve gafletlikle hasm-ı tabiat-yılan

Gediği açtı cephenin arkasında, dinsizlik hücum etti, millet epey sarsıldı. En ileri karakol, İslâmiyet ruhuyla tenevvür etmiş cinan.

En mütesallib olmalı. En müteyakkız olmalı yahut o dar olmamalı, İslâmı aldatmamalı. İmanın yeri kalbdir; dimağ ise oluyor ma'kes-i nur-u iman.10 S:732

Süfyaniyetin ifsadatı hakkında külliyattan az bir mikdar seçilip tesbit edilen bu ikazlara dikkat ve teslimiyetle bakılırsa zamanın ifsadatından kurtulmaya vesile olabilir. Mevzu mana camiiyetindedir.

 

1 Bu kısımda geçenFıtraten” ifadesi, Kur’an ve hadiste bildirilen fıtrat-ı asliye ve selime cihetinde demektir.

“Zamanın vaziyetine göre” tabiri ise, dehşetli olan ahirzaman fitnesinin fıtratları bozma ve ifsad etme tehlikesine karşı dikkat çekiliyor ve çocukların kendi başına ve nezaret etmeden serbest bırakılmamaları lüzumiyetini nazara verir.

2 Bütün istidadatının çekirdeği olanruhuna alamaz” ifadesi, yani çocuk heva ve hevesine tabi olup kalb ve vicdanına alamaz ve verilen hakikat, meleke ve seciye haline gelemez demektir. Bu durum ise, çocuğu sinsi cereyan ele geçirmiş demektir.

3 Yabani düşer” tabiri ise, yani ruhî istidatları gelişmez ve Kur’anî hakikatları anlamatan yabanileşip uzaklaşır demektir.

4 Yine aynı parçada geçen, “peder ve vâlidesini dindar görmezse” tabiri ile terbiyenin esasının nasihattan daha çok yaşanan hayat tarzına baktığına dikkat çekilir. Çocuğun ilk terbiyesi aile ocağıdır. Ev halkı dinî hayatı, dinin dediği gibi ciddi ve samimi yaşamalıdır. Hz. Üstad diyor:

Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” L:200

Bu parağrafın devamında, şefkat hissini, validesindeki şefkatın fiilî tezahürlerinden aldığını söyler.

Halbuki şimdi, televizyon ve bilgisayar sidileriyle sinsi cereyanın sinsi telkinleri ve aşılamalariyle çocukları gaddarlaştırmış ve tahrib edici aletlerle oynamaktan zevk alırlar. Onun için rivayette, yani: “Tac Tercemesi, 5. cild, 631. hadiste beyan edil­diği gibi: “Deccal mechul (gaib) bir şerdir” şeklindeki ifadeden de anlaşıldığı gibi, Süfyan denen İslâm Deccalının deccallığı, herkesin anlayacağı tarzda apaçık değildir. Münafıkane bir tavırla, yani (2:42) âyetinde ifade edildiği gibi, hak ile bâtılı telbis edip ümmeti ifsad ve idlale çalışır.  Yani sosyolojik, yani tedricen aşılama yollarıyla sezdirmeden ifsad eder. Onun içindir ki, bu fitne asrında rivayetler ve dinî şahsiyetler ve başta Hz. Üstad olarak çocuk yetiştirme zorluğuna dikkat çekerler. Bu bahis uzun çeker. Yine mezkûr parağrafın tahliline devam ediyoruz.

5 Yine aynı parçada geçen “yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir” ikazı ise, yani zamanımızın dünyevi fenleri mana-yı ismiyeye dayandığından iman şuuruna karşı büyük bir mani olduğunu ve tabiat ve esbabperestliği aşıladığını anlatır.

6 Bu kısımda geçen: “yerin yüzünü yakıp çok çiçekleri kurutan” tabiri, sinsi ve gizli süfyaniyet cereyanının ictimaiyattaki sinsi ifsadatından ikazdır.

“çiçekleri kurutan” mecaz ifade dahi, yeni neslin ruhunu söndürüp ifsad eden felaketinden ikazdır.

7 “Yanan yerlerde kuruyan nehir ve bağ çiçeklerine” ifadesi ile, süfyaniyetin müdahale ettiği resmiyet dairesinde İslamî tedrise hulul ile yeni neslin ifsad edildiğine dikkat çekilir.

8 “Dağlarda ve kırlarda sema yağmuru” tabiri dahi, gayr-i resmiliği ve ilhamen yazılan Risale-i Nur’un merkezî irşad tarzına işaret eder.

9 “Hararete mütehammil ve şiddet-i bürudete dayanıklı çiçekleri yetiştiren” tabiri ise fitne-i Ahirzamanın tesirinde kalmayan ve kalben nefret eden kemalatı verip mağlup olmayan manasını anlatır.

10 Bu kısımda Osmanlının son devresinde bulunan dar-ül fünun yani İslam üniversitesi münafık dinsizlere karşı halkı ikaz edip aldatılamamasının gereğine dikkat çekiliyor.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık