DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

CEMAAT

Bir maksad ve o maksada götüren muayyen esaslar dairesinde birleşen topluluktur. İslam cemaatında maksad, Rıza-yı İlahî ve zaruriyat-ı diniyede ittifaktır. Şöyle ki:

“İttihad-ı İslâm hakikatında olan İttihad-ı Muhammedî’nin (Aleyhissalâtü Vesselâm) cihet-i vahdeti tevhid-i İlahîdir. Peyman ve yemini de imandır. Encümen ve cem’iyetleri, mesacid ve medaris ve zevayadır. Müntesibîni umum mü’minlerdir. Nizamnamesi Sünen-i Ahmediye’dir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Kanunu, evamir ve nevahi-i şer’iyedir. Bu ittihad, âdetten değil, ibadettir.” H:90

İttihad-ı İslâm cemaati, sair cem’iyet-i diniye ile şakk-ul asâdır. Rekabet ve münaferatı intac eder.

Elcevab: Evvelâ umûr-u uhreviyede hased ve müzahamet ve münakaşa olmadığından bu cem’iyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kalkışsa ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.

Sâniyen: Muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.

Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyeyi ve asayişi muhafaza etmektir.

İkinci şart: Muhabbet üzerinde hareket etmek, başka cem’iyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeğe çalışmamak. Birinde hata bulunsa, müfti-i ümmet cem’iyet-i ülemaya havale etmektir.

Sâlisen: İ’lâ-yı Kelimetullahı hedef-i maksad eden cemaat, hiçbir garaza vasıta olamaz. İsterse de muvaffak olamaz. Zira nifaktır. Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir şeye feda olunmaz. Nasıl Süreyya yıldızları süpürge olur veya üzüm salkımı gibi yenilir? Şems-i hakikata “püf, üf” eden, divaneliğini ilân eder.

Ey dinî cerideler! Maksadımız: Dinî cemaatlar maksadda ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklid yolunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün” sözünü de söylettirir.” H:98

1-Kur’anda ve hadislerde müsbet cemaatın lüzumundan bahsedilir:

Ehl-i Sünnet ve Cemaatın mahiyetini bildiren bir rivayet, Peygamberimiz A.S.M,

-nakl-i sahih-i kat’î ile- ferman etmiş ki: سَتَفْتَرِقُ اُمَّتِى ثَلاَثًا وَسَبْعِينَ فِرْقَةً اَلنَّاجِيَةُ وَاحِدَةٌ مِنْهَا. قِيلَ مَنْهُمْ؟ قَالَ مَا اَنَا عَلَيْهِ وَ اَصْحَابِى  deyip, ümmeti yetmişüç fırkaya inkısam edeceğini ve içinde fırka-i naciye-i kâmile, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olduğunu haber veriyor.” M:106

Bu rivayetten beşeriyette üç sınıf insanın varlığı anlaşılıyor:

1-doğrudan cennete gidenler (sünnete samimi ve ciddi olarak ittiba edenlerdir)

2-cezayı çekip cennete girenler.

3-cehennemde ebedi kalanlar.

2- Cemaat-ı mütesanidenin lüzumu ve merkeziyeti:

Evet Resul-i Ekrem A.S.M “Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i İlahî ile bilmiş ve İslâmiyet za’fa düşeceğini anlamış. O halde gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-ı mütesanide lâzım ki, Âlem-i İslâmın terakkiyat-ı maneviyesinde medar ve merkez olabilsin. İzn-i İlahî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına toplamasını arzu etmiş. Evet Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünki İslâmiyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten tarafdardırlar. Cibillî tarafdarlık zaîf ve şansız, hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatlı, gayet şanlı, bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikata tarafdarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedahe hisseden bir zât, hiç tarafdarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslâmiyet cihetiyle Din-i İslâm lehinde edna bir emareyi, kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünki fıtrî tarafdardır. Başkası ise, kuvvetli bir bürhan ile sonra iltizam eder.” L:22

Ahirzamanda Âl-i beytin devamı Risale-i Nur’un hâlis ve sadık şakirdleridir. Bediüzzaman Hazretleri “Âl” hakkında şöyle der:

«Resul-i Ekrem’in (asm) iki âl’i var. Biri: Nesebî âl; biri de şahs-ı manevî ve nuranîsinin risalet noktasında Âl’i var.» (Osm. Lem’alar sh: 120)

Demek oluyor ki, ikinci manevî Âl’in manevî vazifesi daha ehemmiyetlidir. Çünkü biri nesebe, diğeri risaletin vazifesine bağlıdır.

Risale-i Nur Külliyatının müteferrik yerlerinde, mehdiyetin asıl vazifesi olan manevî iman hizmetinin birinci derecede olduğu ve bu hizmetin de birinci derecede Nur şakirdlerinin haslar dairesine istinad ettiği beyan edilir.

Bediüzzaman Hazretleri, iman hizmetinin hâdimleri olan Nur şakirdlerinin, ikinci manevî âl’in devamı olduğunu şöyle izah eder:

«Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) ihbarat-ı gaybiyeleriyle, şakirtlerinin bu zamanda bir dairesidir.» E:67

«Hazret-i Hasan Radıyallahu Anhın altı aylık hilâfetiyle beraber Risale-i Nur’un Cevşenü’l-Kebîrden ve Celcelûtiyeden aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-i imaniye noktasında Hazret-i Hasan Radıyallahu Anhın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünkü, adalet‑i hakikiye ile bu asırda insanları mes’ud edebilir bir istidatta bulunan, Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı mânevîsi, Hazret-i Hasan Radıyallahu Anhın bir muavini, bir mütemmimi, bir mânevî veledi hükmündedir.» E:72

Mezkûr nakillerde, Risale-i Nur ve has şakirdlerinin şahs-ı manevîsi, en birinci ve âli hizmet olan hakaik-i imaniyenin neşrinde vazifedar gösteriliyor. Yine Bediüzzaman Hazretleri şimdi bu asırda Âlem-i İslâmda büyük bir yekün teşkil eden Âl-i Beyt cemaatlerinin ikinci ve üçüncü derecedeki “hayat” ve “Şeriat” dairelerinde hizmet edeceklerini ve bu vazifenin tatbikçi mümessili olan Hz. Mehdi’nin en has ordusu olduğunu da beyan eder.

Hem ehl-i dalalet ve haksızlık -tesanüd sebebiyle- cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında; o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlub düştüğünü anlayıp ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı manevî-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek.” L:151

Evet, “Sizin tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiğimin sebebi yalnız bize ve Risale-i Nur’a menfaati için değil, belki tahkikî imanın dairesinde olmayan ve nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemaatin kat’î buldukları bir hakikata dayanmağa pek çok muhtaç bulunan avam-ı ehl-i iman için dalalet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir merci’, bir mürşid, bir hüccet olmak cihetiyle sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki; bir hakikat var, hiç bir şeye feda edilmez, ehl-i dalalete başını eğmez, mağlub olmaz diye kuvve-i maneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur.1 Ş:320

Hz. Üstad diyor: “Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki; o düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârane ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider. وَ لاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَ تَذْهَبَ رِيحُكُمْ (8:46) işaret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatın tadı kaçar. Bilirsiniz ki; üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedî ile içtima etse, yüzonbir kıymetinde olduğu gibi.. sizin gibi üç-dört hâdim-i hak, ayrı ayrı ve taksim-ül a’mal olmamak cihetiyle hareket etse, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefani sırrıyla hareket etseler; o dört adam, dörtyüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.” B:124

Böyle bir cemaatın varlığına şu esas lâımdır: “Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizac-ı efkâr, marifetin şua’-ı elektrikiyle olur.” Mü:73

Evet Resul-i Ekrem A.S.M,عُلَمَاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائيِلَ ferman etmiş. Gavs-ı A’zam Şah-ı Geylanî, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve hârika zâtlar bu hadîsi, kıymetdar irşadatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi ferîdleri ve kudsî dâhîleri ümmetin imdadına göndermiş. Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı manevî hükmünde bulunan Risalet-in Nur’u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferîd manasında olan şakirdlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin, ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi var.2 K:7

Evet, “Cemaatte vâhid-i sahih olmazsa; cem’ ve zam, kesir darbı gibi küçültür. (Haşiye)

(Haşiye): Hesabda malûmdur ki; darb ve cem’, ziyadeleştirir. Dört kerre dört, onaltı olur. Fakat kesirlerde darb ve cem’, bilakis küçültür. Sülüsü sülüs ile darbetmek, tüsü’ olur; yani, dokuzda bir olur. Aynen onun gibi, insanlarda sıhhat ve istikamet3 ile vahdet olmazsa, ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur!..

“Dâr-ül Hikmet eczaları kabil-i imtizac, belki de ihtilat değil. Şahsî meziyetleri vardır. Cemaat ruhu tevellüd etmedi. “Ene”ler kavîdir, delinmedi ki bir “nahnü” olsun. “Ben”, “biz” olmadı. Mesaîlerinde teşarük düsturuyla işe girişildi, teavün düsturu ihmal edildi.

Teşarük, maddiyatta eseri azîmleştirir, fevkalâde yapar. Maneviyat ve efkârda âdileştirir, belki çirkinleştirir.” STİ:97

Netice: Risale-i Nur dairesinde tesanüdü korumak ehemmiyetli bir vazife ve fazilettir. Yani teferruat sayılan, yani kitabdaki açık beyanata dayanmayan meselelerle ihtilaf çıkarmamak gerektir. Esaslardaki yanlış hareket olsa ve ısrar edilse, o hatanın mesuliyetine ortak olmamak için uzak durulabilir. Evet,

“Muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.

Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyeyi ve asayişi muhafaza etmektir.

İkinci şart: Muhabbet üzerinde hareket etmek, başka cem’iyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeğe çalışmamak. Birinde hata bulunsa, müfti-i ümmet cem’iyet-i ülemaya havale etmektir.” H:98

Muhteva:

1- Kur’anda ve hadislerde müsbet cemaatın lüzumundan bahsedilir.

2- Cemaat-ı mütesanidenin lüzumu ve merkeziyeti

(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Cemaat maddesi)

 

1 Bu kısım, mütesanid ve metin bir cemaatın varlığı, ekseriyet teşkil eden avam-ı ehl-i imana manen istinad noktası olup müfsid cereyana iltihak etmeyeceğinden, zâhirde cemaatı bölmek ve dağıtmak isteyen cereyana karşı ehemmiyetli bir ikazdır.

2 Bu kısımda ise bir şahsa değil, belki sırr-ı tesanüde sahib sağlam bir cemaatın lüzumuna dikkat çekiliyor.

3 Yani şeri’atta gösterildiği gibi Allah’ın emirlerine uymak, yani kitabı esas almak ile.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık