DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

CEZA

Suçların neticesi olan ceza Kur’anda çeşidleriyle çokça zikredilir. Dersini Kur’andan alan Risale-i Nur’da da hayli geçer. Beşer âleminde fikrî, hissî ve amelî suçların varlığı dahi malumdur. O halde suç ve ceza meselesi, dinî hayatta ehemmiyetli yer aldığından az bir miktarı nazara veriliyor.

Herkesçe bilinir ki, beşer âleminde ahyar ve eşrar, zâlim ve mazlum vardır. Her vicdan sahibi; zâlimin tecziyesini, mazlumun taltifini vicdanen hissedip is­ter. Madem bu dünyada beşer âlemindeki mezkûr ahvale uygun adalet ve ceza icra edilmiyor, elbette âhirette ceza ve mükâfat olacaktır diye Risale-i Nur’da nazara veriliyor.

Ceza kelimesi yalnız ikab ve ukubet demek olmayıp, iyi veya kötü yapılan bir işin tatlı veya acı karşılığını, ecrini vermek mânasına masdardır ve isim olarak bu ecre dahi ıtlak olunur. Meselâ: “Cezakellahü hayran kesirâ” demek, Allah sana çok hayırlı ecirler, mükâfatlar versin demektir.” (E.T.82)

1- Zâlimlere gelen cezalar:

Zalimlere gelen musibet ve cezaları bildiren Kur’an’daki âyetlerde, geçmiş ve gelecek bütün zalimlere tehdid ve ihtarlar ve ehl-i iman için dahi ibret dersleri ve teselliler vardır.

Her zaman kötü ve şerli insanların tahribat ve fitnelerinden uzak durmak ve müteyakkız olmak için; hem bu gibi şerlerden ve şerirlerden ikaz ve irşad eden dinî şahsiyetleri dinlemek ve onlardan istifade etmek için Kur’an ve ehadis, cebbar insanların şerlerini takbih ve onlara karşı mücahede edenlerle beraber olmayı teşvik eder. Bu ikaz ve teşvikler, sadece o şerir şahıslara ve devrelerine münhasır değildir. Çünki Kur’an düstur-u küllî cihetinde bütün zaman ve mekânlara hitab eder ve kıssadan hisse verir. Hem fir’avunlardan daha çok, onların açtıkları zulüm ve idlal cereyanları olan Fir’avuniyet ve süfyaniyet cereyanları daha müdhişdir. Bu itibarla her asır, böyle kıssalardan alınacak hisseyi görmeli ve almalıdır. Şuâlar eserinde şu beyan var:

“Evet kavm-i Nuh ve Semud ve Âd ve Firavun ve Nemrud gibi bütün muarızlar, gadab-ı İlahîyi ve azabını ihsas edecek bir tarzda gaybî tokatlar ye­dikleri gibi; kafile-i kübranın Nuh Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâm, Musa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm gibi bütün kudsi kahra­manları dahi, hârika ve mu’cizane ve gaybî bir surette mu’cizelere ve ihsanat-ı Rabbaniyeye mazhar olmuşlar. Birtek tokat hiddeti, birtek ikram muhabbeti gösterdiği halde, binler tokat muarızlara ve binler ikram ve muavenet kafileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zahir bir tarzda o kafilenin hakka­niyetine ve sırat-ı müstakimde gittiğine şehadet ve delâlet eder.” Ş:96

Keza “Ders-i Kur’anın muhatablarından en kesretli taife olan tabaka-i avamın basit fehimlerini okşıyan zahirî ve basit mertebesi dahi, en ulvi tabakayı da tam hissedar eder. Güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden bir ibret değil, belki bir külli düsturun efradı olarak her asırda ve her tabakaya hitab ederek taze nazil oluyor. Ve bilhassa çok tekrar ile اَلظَّالِمِينَ اَلظَّالِمِينَ deyip tehdidleri ve zulümlerinin cezası olan mu­sibet-i semaviye ve arziyeyi şid­detle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine Kavm-i Ad ve Semud ve Firavunun1 başlarına gelen azablarla baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imana, İbrahim ve Musa Aleyhisselâm gibi enbiyanın necatlarıyla teselli veriyor.” Ş:244

 “Şirk ve küfür cinayeti, kâinatın bütün kemalatına ve ulvi hukuklarına ve kudsi hakikatlarına bir tecavüz olduğu cihetledir ki, ehl-i şirk ve küfre karşı kâinat kızıyor ve semavat ve arz hiddet ediyor ve onların mahvına anasır ittifak edip, kavm-i Nuh (Aleyhisselâm) ve Âd ve Semud ve Firavun gibi ehl-i şirki boğuyor, gark ediyor. (67:8) تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ âyetinin sırrıyla Ce­hen­nem dahi ehl-i şirk ve küfre öyle kızıyor ve kızışıyor ki, parçalanmak de­re­cesine geliyor.” Ş:12

“Tarih-i beşer ve kütüb-ü mukaddese, tevatürlere ve küllî ve kat’i hâdisat ve malumat ve müşahedat-ı beşeriyeye istinaden bil’ittifak, sarih ve kat’i bir surette haber veriyorlar ki: Sırat-ı müstakim ehli olan Peygamberlere (Aleyhimüsselâm) binler vakıatta imtimdadlarına hârika bir tarzda gaybî imdad gelmesi ve onların istedikleri aynen verilmesi ve düşmanları olan münkirlere yüzer hâdisatta aynı zamanda gadab gelmesi ve semavî musibet başlarına inmesi kat’i şeksiz gösterir ki; bu kâinatın ve içindeki nev-i beşerin Hâkim ve Âdil ve Muhsin ve Kerim ve Aziz ve Kahhar bir mutasarrıfı, bir Rabbi var ki; Nuh ve İbrahim, Musa ve Hud ve Salih (Aleyhimüsselâm) gibi çok nebilere pek hârika bir surette tarihî ve geniş hâdiselerle muzafferiyet ve necatlar vermiş ve Semud ve Âd ve Fir’avun kavimleri gibi çok zalimlere ve münkirlere dahi, peygamberlere isyanlarına mukabil dünyada dahi bir ceza olarak, başlarına dehşetli semavî musibetler indirmiş.” Ş:617

Hem, zulm-ü beşer içinde kaderin adaleti bulunur. Evet “Bazan zulüm içinde adalet tecelli eder. Yani insan bir sebeble bir haksızlığa, bir zulme maruz kalır; bu sebeb haksız olur. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vakıa, adaletin tecellisine bir vesile olur. Kader-i İlahî başka bir sebebten dolayı cezaya, mah­kumiyete istihkak kesbetmiş olan o kimseyi bu def’a bir zalim eliyle cezaya çarptırır, felakete düşürür. Bu, adalet-i İlahî’nin tecellisidir.” Em:78

Hem âhirette mükâfat ve cezanın bulunmasının gerekliliğine işaret eden;

“(41:46) وَ مَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ  gibi âyetlerin işaret ettikleri kıyas-ı adlinin hülasası şudur ki: Âlemde çok görüyoruz ki: Zalim, facir, gaddar insanlar gayet refah ve rahatla ve mazlum ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsavi kılar. Eğer şu müsavat nihayetsiz ise, bir nihayeti yoksa, zulüm görünür.

Halbuki zulümden tenezzühü, kâinatın şehadetiyle sabit olan adalet ve hikmet-i İlahiye, bu zulmü hiç bir cihetle kabul etmediğinden; bilbedahe bir mecma’-i âhire iktiza ederler ki; birinci cezasını, ikinci mükâfatını görsün. Tâ şu intizamsız, perişan beşer, istidadına münasib tecziye ve mükâfat görüp adalet-i mahzaya medar ve hikmet-i Rabbaniyeye mazhar ve hikmetli mevcudat-ı âlemin bir büyük kardeşi olabilsin.” S:524

2- Cihadı dünya hayatına tercih edenlere ceza:

قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ

وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ

تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ

وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ

حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ (9:24)

Âyetinin ahkâm-ı şer’î cihetinde değil ancak, ders ve ibret makamında olmak üzere çok kısa bir meali şöyledir:

“De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, zevceleriniz, akraba ve kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve hoşunuza giden meskenleriniz, evleriniz size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri (lâyık olduğunuz cezası ve felaketi) gelinceye kadar bekleyin. Allah öyle fâsıklar güruhunu hidayete erdirmez.”

Bu zamanda cihad-ı manevî, yani hizmet-i diniyenin muzaaf farz-ı ayn hükmüne geçtiğine delalet eden şu ifade:

“Cihad farz-ı kifaye iken farz-ı ayn olmuştur. Belki muzaaf bir farz-ı ayn hükmüne geçmiştir.” H:143

3- Mü’min, kısmen kusuratının cezasını dünyada görür:

Bir hadis-i şerif şöyledir: اَلدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِرِ (2 ) “Yani: Dünyada şu mü’min, kısmen kusuratından cezasını gördüğü için, dünya onun hakkında bir dar-ı cezadır. Dünya, onların saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir. Ve kâfirler, madem Cehennem’den çıkmıyacaklar. Hasenatlarının mükâfatlarını kısmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatları te’hir edildiği cihetle, onların âhiretine nisbeten dünya, cennetleridir. Yoksa mü’min bu dünyada dahi kâfirden manen ve hakikat nokta-i nazarında çok ziyade mes’uddur. Adeta mü’minin imanı, mü’minin ruhunda bir cennet-i maneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mahiyetinde manevi bir cehennemi ateşlendiriyor.” L:48

Bir hadiste: «Allah kuluna hayır murad ederse, cezasını dünyada, şer murad ederse, âhirette verir» diye buyuruluyor. (R.E. sh:26)

4- Enaniyetin eşkal-i habisesine gereken ceza:

“Evet ene ve enaniyetin eşkal-i habisesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inad, o meyle inzimam etse, öyle ekber-ül kebairi icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennem’in lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.

... Cemaat itibariyle görüyoruz ki: Bir şahs-ı muhteris, bir intikamıyla veya müntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikir ile demiş ki: “İslâm parçalanacak.” veyahud “Hilafet mahvolacak.” Sırf o meş’um sözünü doğru göstermek, gururiyetini, enaniyetini tatmin etmek için, İslâmın perişaniyetini, (el’iyazübillah) uhuvvet-i İslâmiyenin boğulmasını arzu eder. Hasmın zulm-ü kâfiranesini, hayale gelemez cerbezeli te’villerle adalet suretinde göstermek ister.” STİ:23

5-  Adalet-i Rabbaniye namına ceza:

Elhasıl: “Had” ve “Ceza”, emr-i İlahî ve adalet-i Rabbaniye namına icra edildiği vakit hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alâkadar olurlar. İşte bu mana içindir ki, elli senede bir ceza, sizin hergün müteaddid hapsinizden ziyade bize faide  veriyor. Sizin adalet namı altındaki cezalarınız yalnız vehminizi müteessir eder. Çünki biriniz hırsızlığa niyet ettiği vakit millet, vatan maslahatı ve menfaatı hesabına cezaya çarpılmak vehmi gelir. Yahut insanlar eğer bilseler ona fena nazarla bakarlar. Eğer aleyhinde tebeyyün etse, hükümet de onu hapsetmek ihtimali hatırına geliyor. O vakit yalnız kuvve-i vâhimesi cüz’î bir teessür hisseder. Halbuki nefis ve hissinden çıkan- hususan ihtiyacı da varsa-kuvvetli bir meyelan galebe eder. Daha o fenalıktan vazgeçmek için o cezanız fayda vermiyor Hem de emr-i İlahî ile olmadığından o cezalar da adalet değil. Abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi battal olur, bozulur. Demek hakiki adalet ve tesirli ceza odur ki: Allah’ın emri namıyla olsun. Yoksa tesiri yüzden bire iner.

 İşte bu cüz’î sirkat meselesine sair küllî ve şümullü ahkâm-ı İlahiye kıyas edilsin. Ta anlaşılsın ki: Saadet-i beşeriye dünyada adalet ile olabilir. Adalet ise doğrudan doğruya Kur’anın gösterdiği yol ile olabilir. Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlahiye namına ve hakaik-ı İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silah edecekler diye kalbe ihtar edildi.” H:75.79

6-  Masumlara gelen ceza:

Keza “masum bir insana veya hayvanlara gelen felaketlerde, musibetlerde, beşer fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler vardır. Yalnız meşiet-i İlahiyenin düsturlarını havi şeriat-ı fıtriye ahkâmı, aklın vücuduna tabi değildir ki, aklı olmayan bir şeye tatbik edilmesin. O şeriatın hikmetleri kalb, his, istidada bakar. Bunlardan husule gelen fiillere, o şeriatın hükümleri tatbik ile tecziye edilir.

Meselâ: Bir çocuk, eline aldığı bir kuş veya bir sineği öldürse, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan his-i şefkate muhalefet etmiş olur. İşte bu muhalefetten dolayı, düşüp başı kırılırsa, müstehak olur. Çünki bu musibet, o muhalefete cezadır. Veya dişi bir kaplan, öz evlatlarına olan şiddet-i şefkat ve himayeyi nazara almayarak, zavallı ceylanın yavrucuğunu parçalayarak yavrularına rızık yapar. Sonra bir avcı tarafından öldürülür. İşte hissi-i şefkat ve himayeye muhalefet ettiğinden, ceylana yaptığı aynı musibete maruz kalır.

İhtar: Kaplan gibi hayvanların helal rızıkları, ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, şeriat-ı fıtriyece haramdar.” Ms:74

7- Kâfirin gayr-ı mütenahî bir ceza ile tecziyesi:

 “Sual: Bir kâfirin ma’siyet-i küfriyesi mahduddur, kısa bir zamanı işgal ediyor. Ebedî ve gayr-ı mütenahî bir ceza ile tecziyesi, adalet-i İlahiyeye uygun olmadığı gibi, hikmet-i ezeliyeye de muvafık değil. Merhamet-i İlahiye müsaade etmez..?

Cevab: O kâfirin cezası gayr-ı mütenahî olduğu teslim edildiği takdirde, kısa bir zamanda irtikâb edilen o ma’siyet-i küfriyenin, gayr-ı mütenahi bir cinayet olduğu altı  cihetle sabittir:

Birincisi: Küfür üzerine ölen bir kâfir, ebedî bir ömür ile yaşayacak olursa, o gayr-ı mütenahi ömrünü behemehal küfür ile geçireceği şüphesizdir. Çünki kâfirin cevher-i ruhu bozulmuştur. Bu itibarla o bozulmuş olan kalbin gayr-ı mütenahi bir cinayete istidadı vardır. Binaenaleyh ebedî cezası, adalete muhalif değildir.

İkincisi: O kâfirin ma’siyeti; mütenahi bir zamanda ise de, gayr-ı mütenahi olan umum kâinatın vahdaniyete olan şehadetlerine gayr-ı mütenahi bir cinayettir.

Üçüncüsü: Küfür, gayr-ı mütenahi ni’metlere küfran olduğundan, gayr-ı mütenahi bir cinayettir.

Dördüncüsü: Küfür, gayr-ı mütenahi olan zat ve sıfat-ı İlahiye cinayettir.

Beşincisi: İnsanın vicdanı, zahiren mütenahi ise de, batınen ebede bakıyor ve ebedi istiyor. Bu itibarla, gayr-ı mütenahi hükmünde olan o vicdan, küfür ile mülevves olarak mahvolur gider.

Altıncısı: Zıd zıddına muanid ise de, çok hususlarda mümasil olur. Binaenaleyh iman, lezaiz-i ebediyeyi ismar ettiği gibi, küfür de âlâm-ı elîmeyi  ve ebediyeyi âhirette intaç etmesi şe’nindendir.

Bu altı cihetten çıkan netice ve gayr-ı mütenahi olan bir ceza, gayr-ı mütenahi bir cinayete karşı ayn-ı adalettir.” İ:80

“Sual: Pekâlâ, o ebedî ceza hikmete muvafıktır; kabul ettik. Amma merhamet ve şefkat-i İlahiyeye ne diyorsun?

Cevab: Azizim! O kâfir hakkında iki ihtimal var.3 O kâfir, ya ademe gidecektir veya daimî bir azab içinde mevcud kalacaktır. Vücudun, velev Cehennem’de olsun, ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve ma’siyetlerin de merciidir. Vücud ise velev Cehennem de olsa, hayr-ı mahzdır.

Maahaza kâfirin meskeni Cehennem’dir ve ebedî orada kalacaktır. Fakat kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev’i ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden azade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a’mal-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadisiye vardır.” İ:81

Tekvinî veya teşriî evamir-i İlahiyeye muhalefetle işlenen ma’siyetin, dünyada görülen maddi ve manevi azab neticeleri, âhirette de cezanın bulunacağını gösterir. Evet Sünuhatta şu beyan var:

“(82:14) وَ اِنَّ الْفُجَّارَ لَفِى جَحِيمٍ  Akıbet, ikaba delildir, hadsen onu gösteriyor. Ma’siyetin ekseriya dünyada olan akıbeti, bir emare-i hadsiyedir ki, cezasında bir ikab vardır. Çünki herkes hususi bir tecrübe ile hadsen görüyor ki; hiçbir münasebet-i tabiiyye olmadığı halde, ma’siyet bir netice-i seyyieye müncer olur. Bu kadar kesret ve vüs’atle tesadüf olamaz.

Eğer şu umum muhtelif tecrübeler nazara alınırsa görünür ki; nokta-i iştirak yalnız tabiat-ı ma’siyettir ki, cezayı istilzam ediyor. Demek ceza, ma’siyetin lâzım-ı zatîsidir.

Madem ki dünyada filcümle bu lazım, sırf tabiat-ı ma’siyet için terettüb ediyor. Elbette bu darda terettüb etmiyen, başka dârda terettüb edecektir. Acaba kim vardır ki, küçücük bir tecrübe geçirmemiş ve dememiş ki: “Filan adam fenalık etti, belasını buldu.” STİ:5

“Cenab-ı Hakk’ın günahkârları afvetmesi fazldır, tazib etmesi adldir. Evet zehiri içen adam, âdetullaha nazaran hastalığa, ölüme kesb-i istihkak eder. Sonra hasta olursa, adldir. Çünki cezasını çeker. Hasta olmadığı takdirde, Allah’ın fazlına mazhar olur. Masiyet ile azab arasında kavi bir münasebet vardır. Hatta ehl-i i’tizal, masiyet hakkında, doğru yoldan udûl ile masiyeti, şerri Allah’a isnad etmedikleri gibi, masiyet üzerine tazibin de vacib olduğuna zehab etmişlerdir. Şerrin azabı istilzam ettiği, Rahmet-i İlahiyeye münafi değildir. Çünki şer, nizam-ı âlemin kanununa muhaliftir.” Ms:238

“Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şerr ve tahrib hesabına geçer.” L:170

“İnsan santral gibi, bütün hilkatın nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevamis-i İlahiyenin şualarına bir merkezdir. Binaenaleyh insanın o kanunlara intisab ve irtibat etmesi ve o namusların eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, umumî cereyanı temin etsin. Ve tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da ancak, o emir ve nevahiden ibaret olan ibadetle olur.” İ:85

8- İrtidad cezası, yani mürtedin idam edilmesi:

“Sual: “Neden bir rükün ve hakikat-ı imaniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü mutlaka düşer ve kabul etmeyen İslâmiyetten çıkar? Halbuki sair erkân-ı imaniyeye imanı,varsa, onu küfr-ü mutlaktan kurtarmak lâzım geliyor?

Elcevab: iman altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattır ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki kabil-i inkısam olmazlar. Çünki herbir rükn-ü imanî, kendini isbat eden hüccetleriyle sair erkân-ı imaniyeyi isbat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i azam olur Öyle ise bütün erkânı, bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında birtek rüknü, belki bir hakikatı iptal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir. Gitgide küfr-ü mutlaka düşer; insaniyeti mahvolur. Hem maddi, hem manevi Cehennem’e gider.” Ş:237

“Bizde biri fâsık olsa galiben ahlâksız ve vicdansız olur. Zira arzuyu masiyet, vicdandaki imanın sadasını susturmakla inkişaf edebilir. Demek vicdanını ve maneviyatını sarsmadan, istihfaf etmeden tam ihtiyar ile şerri işlemez. Onun için İslâmiyet; fâsıkı hain bilir, şehadetini reddeder. Mürtedi zehir bilir, idam eder. Hristiyan bir zimmîyi ve kâfir muahidi ibka eder. Hanefi Mezhebi zimmînin şehadetini kabul eder.” H:144

“İslâmiyet, sair dinlere kıyas edilmez. Bir müslüman, İslâmiyetten çıksa ve dinini terketse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez; belki Cenab-ı Hakk’ı dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes şeyi tanımaz; belki kendinde kemalâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder. Onun için İslâmiyet nazarında, harbî kâfirin hakk-ı hayatı var. Hariçte olsa müsalaha etse, dahilde olsa cizye verse; İslâmiyetçe hayatı mahfuzdur. Fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Çünki vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir hükmüne geçer. Halbuki Hristiyanın bir dinsizi, yine hayat-ı içtimaiyeye nafi’ bir vaziyette kalabilir. Bazı mukaddesatı kabul eder ve bazı Peygamberlere inanabilir ve Cenab-ı Hakk’ı bir cihette tasdik edebilir.” M:438

İrtidad cezası, hürriyet-i vicdana aykırı değil, belki hürriyet-i vicdanla beraber, her türlü meşru hürriyetlerin varlığı için zaruridir. Zira mürtedlerin (anarşistlerin) istila ettiği yerde hiç bir hürriyetin varlığı düşünülemez. O halde hayatta ya hürriyet ve ehl-i hürriyet hâkim olacak veya irtidad ve anarşi vahşeti istila edecek. Demek bu iki zıd kutub, birbirini ifna eder. İşte anarşi, hürriyetleri ilga ettiğinden, İslam hukukunda ve hakiki hürriyet dairesinde anarşiye hakk-ı hayat verilmiyor.

Netice: Hayır ve şerre müstaid olan ve işleyen beşerde mükâfat ve cezanın bulunması bizzarure icab eder.

Muhteva:

1- Zâlimlere gelen cezalar

2- Cihadı dünya hayatına tercih edenlere ceza

3- Mü’min, kısmen kusuratının cezasını dünyada görür.

4-Enaniyetin eşkal-i habisesine gereken ceza

5- Adalet-i Rabbaniye namına ceza

6- Masumlara gelen ceza

7- Kâfirin gayr-ı mütenahî bir ceza ile tecziyesi

8- İrtidad cezası, yani mürtedin idam edilmesi

 

1 Kavm-i Âd: Hud peygamberin (A.S.) kendilerine gönderildiği topluluk.

Kavm-i Semud: Hz. Salih’in (A.S.) kendilerine gönderildiği topluluk.

Kavm-i Fir’avn: Firavun denen azgına bağlı olan topluluk.

2 S.M. ci:8 sh:509 ve hadis: l, Tirmizi zühd/3 ve İ.M.zühd/3  ve K.H. hadis: 1318

3 Bu iki ihtimal, mantık zaruriyetindendir. İman ve imansızlık, imtihanı kaldıracak kadar zarurî değildir. Binaenaleyh kâfirin nazarında ölüm, ebedî yokluk olmakla beraber küfr-ü meşkukleri de vardır. Şöyle ki:

“Kâfir, Kur’anın semavî ilânatına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkuk bir küfre inmiş. Ona denilse: “Madem mevt ve zevali, bir i’dam-ı ebedî biliyorsun; kendini asacak olan darağacı göz önünde... Ona her vakit bakan, nasıl yaşar? Nasıl lezzet alır?” O adam, Kur’anın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: Mevt i’dam değil, ihtimal beka var. Veyahud deve kuşu gibi başını gaflet kumuna sokar, tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zeval-i eşya ona ok atmasın!” L:79

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık