DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

RİSALE-İ NUR’UN ve HİZMET DÜSTURLARININ DEĞİŞTİRİLMEZLİĞİ

Risale-i Nur’da hakaik, desatir ve düsturlara göre hizmet faaliyetlerini icra etmek şeklinde başlıca üç husus vardır. Bunların bilinmesi ve bunlara riayet edilmesi esastır ve şarttır.

Şöyle ki: Risale-i Nur’da sarih beyanlara istinat eden hakaik-i Kur’aniye ve desatir-i Nuriye, Külliyat-ı Nur’da ve onun içinde tahkik etmek şartıyla yapılacak meşveret-i şer’iye ile o hakaik ve desatirin ta’yin ve tesbitine çalışılır. Bu çalışma neticesinde tebeyyün eden ekseriyetin re’yi, Risale-i Nur’un şahs-ı maneviyesi namına tercihi gereken bir hüküm olur. Resmi icraat sahasında olsa mülzim vasfını da kazanır. Hizmet faaliyeti ve tatbikatının meselelerinde ise değişen şartlar müvacehesinde ve maslahatlara göre yapılacak şer’i meşverette ekseriyetçe alınan karar esas alınır. Bu kısa mukaddemeyle şimdi asıl mevzuya geçelim.

Eğer Risale-i Nur’daki sarih beyanların neticesi olan ve esas teşkil eden düsturların, değişen şartlar sebebiyle değişilebileceği kabul edilirse, bağlayıcı hiçbir esasın var olması imkanı kalmaz. Bunun neticesi ortaya çıkacak mütezat anlayışların getireceği tefrika ve gruplaşmalar giderek artar. Hem Risale-i Nur’un vehbiliği ve ilhami vasfı, kesbi ilmin ve beşeri anlayışın rengine girer ve böylece asliyetini kaybeder. Hz. Üstad, böyle bir yolun açılmasını önleyici manada ve Risale-i Nur’u, deha-i a’zam derecesindeki şahsi ilminden dahi ali tutarak diyorki:

“Benimle görüşmek arzunuzu hissettim. Kardeşlerim, benimle görüşmek iki cihetle olur. Ya dünya cihetiyle, yani hayat-ı içtimaiye-i insaniye itibariyledir. Şu cihetteki kapıyı kapamışım. Veya hayat-ı uhreviye ve hayat-ı maneviye cihetiyledir. O da iki vecihledir. Biri: Şahsıma haddimden fazla hüsn-ü zan edip, şahsımdan bir istifade-i maneviyeyi niyet etmektir. Şu vechi de kabul etmem. Çünki ben Kur'an-ı Hakîm'in sırf bir hizmetkârıyım, o mukaddes dükkânın bir dellâlıyım. Şahsî dükkânımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmayacağım ve çıkarmak istemiyorum. Çünki Kur'an-ı Hakîm'in kudsî elmaslarının kıymetlerine şübhe îras etmemek için, perişan ve şahsî dükkânımda bulunan kırık cam parçalarını satsam; hakikî sarraf olmayan müşteriler, dellâllıkvaktinde elimde gördükleri elmaslara da şişe nazarıyla bakabilirler, zihinlerine bir iltibas, bir şübhe gelir. Onun için şahsî dükkânımı kat'iyyen kapamışım. Bana o mukaddes dükkânın hizmetkârlığı yeter. Müflis bir hizmetkâr olsam, daha hoşuma gidiyor.” (B:269)

Diğer bazı beyanları da şöyledir:

“Bütün Sözlerde konuşan ben değilim. Belki, işarat-ı Kur'aniye namına hakikattır. Hakikat ise hak söyler, doğru konuşur. Eğer yanlış bir şey gördünüz, muhakkak biliniz ki: Haberim olmadan fikrim karışmış, karıştırmış, yanlış etmiş.” (S:651)

“İnsan kusurlardan, nisyandan, sehivden hâlî değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risalelerde hatalar da olmuş.” (K: 161)

“Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu'da iken, "Âyet-ül Kübra" nâmiyle, Cenab-ı Hakkın varlığını, birliğini, kâinattaki mevcudatın lisanlariyle isbat eden muazzam bir risale yazmıştır.

Bu risale için Üstadımız, "şimdiki dehşetli tahribata karşı bir hakikat-ı Kur'âniye ve bir sedd-i âzamdır" demiştir.

Kalbe geldiği gibi acele olarak yazdırılmış, birinci müsvedde ile iktifa edilmiştir. Üstad, "Yazdığım vakit irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmedim." buyurmuştur.” (T: 332)

“Evet, mücmel ve mutlak hakaik; biz, zahirî vesile olup çıkıyor. Tanzim ve tasfiye, tasvir ise; kıymetdar, muktedir ders arkadaşlarıma aittir. Bazan onlara vekaleten tafsilâta, tanzimata girişiyorum, noksan kalıyor.” (B:138)

Burada üstadane bir irşad var ki, mücmel gelen hakaikın tafsilini Üstad yapınca noksan kalırsa, talebe o işe asla tasarruf etmez demektir. Çok manidar bir ders...

Hz.Üstadın buna benzer bir diğer ifadesi de şöyle:

“Hem de ben sünûhat-ı kalbiyemde, izahât için tasarruf yapmıyorum ki, tahririnden gelen acz ve tağyirinden gelen havf dolayı.. Ancak kalbime doğduğu gibi yazıyorum.” (Mesnevi A.Bd. sh: 234)

Bunun gibi ifade ve derslerden her bir Nur şakirdi “Dahi-yi a’azam olan Üstadımın ilmi, Risale-i Nur’a tasarruftan çekinirse, benim Risale-i Nur’a tasarruftan ürkmem gerekir” demelidir ve Hz.Üstad’ın “Risale-i Nur onun her müşkilini halledebilir. Halisane, teslimkarane ona çalışsın, onu dinlesin” (E:158) tavsiyesine itibaen Risale-i Nur’a teslim olmalıdır.

Hz.Üstad; Risale-i Nur’un meslek-i esasiyesiyle beraber kıyamete kadar devamını isterken şöyle tavsiyede bulunur:

“Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek Risale-i Nur'a zararvermez; belki bir cihette kuvvet verir. Çünki, benim bir fâni dilime bedel, Risale-i Nur'un yüzbin nüshalarının bâkî dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri binler kuvvetli lisanlarla, o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi kıyamete kadar devam ettirecekler.” (Ş: 377)

Vasiyetname mahiyetindeki bir beyanatında da şunu kaydeder:

“Ben maddî ve manevî her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-ı imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir ve benim maddî ve manevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.” (Em: 80)

Diğer bir ikaz mektubunda ise, Risale-i Nur’a kanaat etmeyi ve bid’alara bulaşmayıp değişen bütün bozuk şartlara rağmen esasat-ı Nuriyeyi muhafaza etmenin elzemiyetini beyan ederken şu hususları ehemmiyetle kaydeder:

“Risale-i Nur, hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur'dadır.

Risale-i Nur çok mütenevvi hakaika dair olduğu halde, te'lifi zamanında, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir.

Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum. Siz dahi Risale-i Nur'a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.

Biz onların yardımlarına koşmamızla, omuzumuzdaki çok ehemmiyetli vazife zedelenir ve muhafazası lâzım olan ve birer taifeye mahsus bir kısım esaslar ve âlî hakikatlar kaybolmasına vesile olur. Meselâ: Hâdisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhabîlik ve Melâmîliğin bir nev'ine zemin ihzar etmek tarzında, bazı ruhsat-ı şer'iyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risale-i Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı Sünnet-i Seniye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terkedilmez.” (K: 77)

“Risale-i Nur'un mesleği, sair tarîkatlar, meslekler gibi mağlub olmayarak belki galebe ederek pek çok muannidleri imana getirmesi; pek çok hâdisatın şehadetiyle, bu asırda bir mu'cize-i maneviye-i Kur'aniye olduğunu isbat eder. O dairenin haricinde, ekseriyetle bu memlekette bu hususî ve cüz'î ve yalnız şahsî hizmet; veya mağlubane perde altında veya bid'alara müsamaha suretinde ve tevilat ile bir nevi tahrifat içinde hizmet-i diniye tam olamaz diye, hâdisat bize kanaat vermiş.” (E:63)

Risale-i Nurun hizmet hayatının selameti ve düsturlara bağlı kalmanın devamını tenin ve elzemiyetini beyan ve tebliğ etmek için hazırlanan Hizmet Rehberi’nin Mukaddemesinde, Risale-i Nur’daki hizmet düsturlarının değişmezliği hakkında çok dikkat çekici kayıtlar vardır. Mesela:

“Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin meslek ve meşrebine dair Kur’andan ders aldığı çok muazzam bazı hakikatleri, hizmet-i îmaniyede bulunan bulunan Nur Şakirdleri için daima tazelenen bir dersimiz ve her vakit temessük edeceğimiz değişmez düsturumuz, maddi manevi her türlü engeller karşısında muvaffakıyete, rıza-yı İlahiye îsal  edici en ehemmiyetli rehberimiz…” (Hiz.R.:5)

kaydında geçen “değişmez düsturumuz” ifadesiyle yapılan kat’i tesbit; ve devamında

“Üstad Bediüzzamanın azami ihlas, azami sadakat ve azami fedakarlık manasını ihtiva eden, gösteren ve işaret eden mesleğini nazara vermek lazım gelmektedir. Ta ki, hizmet-i Nuriyede bulunacak Kur’an şakirdleri kıyamete kadar bu düsturlar muvacahesinde hareket etsinler. Muvaffakıyetin ve rıza-yı İlahiye nailiyetin, ancak bu suretle mümkün olacağına kat’i kanaat getirsinler.” (Hiz.R.: 6)

beyanı içinde geçen “kıyamete kadar bu düsturlar müvacehesinde hareket etsinler” sarih kaydıyla yapılan tahkim; ve yine devamında

“Dersimizi Hakaik-i Kur’aniye ve envar-ı îmaniye hazinesi olan Risale-i Nur’dan aldığımız gibi, birbirimizle mânevi münasebet, alaka, uhuvvet ve muhabbet düsturlarımızı da hep o Risale-i Nur’dan ders alacağız.

Evet bu zamanda, bu dehşetli ve cihanşümûl hadiseler hengamında Kur’an şakirtleri cüz’î ve küllî, ferdî ve içtimaî bütün ders ve îkazlarını Risale-i Nur’la tahsil edeceklerdir.” (Hiz.R.: 8)

Diye arz edilen tavsiyede zikredilen (düsturlarımızı da hep Risale-i Nur’dan ders alacağız) şeklindeki tasrih; ve mevzumuz olan düsturların değişmezliğini tam sarahata çıkaran yazının sonunda ise:

“Risale-i Nur’daki hakaik, nasılki doğrudan doğruya feyz-i Kur’an’dan mülhem hakaik-ı imâniyedir; zaman ve zemine göre değişmez, ebedî hakikatlardır. O kudsî hakaikın ders ve taliminde, neşir ve ilânatında da hizmete taalluk eden irşad, îkaz, teşvik ve tergîbi tazammun eden şu gelecek mes’eleler de herhalde değişmez dersler ve esasattır ki, Nur Talebeleri hayatın ve hizmetin muhtelif saha ve safhalarında onlardan istifade ederler, müşkilatlarını giderirler.” (Hiz.R.: 9)

tavsiyesinin içinde geçen “değişmez dersler ve esasatlar” diyerek gösterilen kat’i hüküm hiçbir te’vile mecal bırakmamıştır. Zaman ve zemine göre ve bazı hadise-i cüz’iye sebebiyle  Hz. Üstad tarafından yazılan bir kısım mektuplarda gösterilen düsturlar, kaide-i külliye ile umum zaman ve mekanlarda muvafık bir mahiyete sahip oldukları da şöyle ifade ediliyor:

“Risale-i Nur müellifi muazzez Üstadımız, uzun yıllar boyunca hizmet-i Nuriyenin muhtelif safhalarında talebeleriyle birlikte mâruz bırakıldığı çeşitli hallerde, zaman ve zemine münasip ve o hallere muvafık ders, îkaz ve irşadlarda bulunmuştur.” (Hiz.R.: 8)

Mezkûr yazıda ifade edilen ve Hz. Üstad’a has olan zaman ve zemine göre yazılan ve yazdırılan ve ortaya konulan düsturların, Hz. Üstad’dan sonra da değişen şartlara göre başkalarının da yeni hizmet düsturlarını vaz’ edebilecekleri manasında anlaşılamaz. Zira böyle bir hareket, Risale-i Nur hizmet düsturlarının değişmezliği hakkında mezkûr kat’i hüküm ve beyanlarla tezat teşkil eder. Hem yukarıda da ifade edildiği gibi o mektuplar ve düsturlar, Risale-i Nur hizmetinin umum zamanlara bakan esaslarıdır. Emirdağ Lahikasında bu hakikat şöyle beyan edilmiştir:

“Evet Risale-i Nur'un te'lifi, zuhuru ve neşri ile beraber hizmet-i Nuriyenin ve ders-i Kur'aniyenin taliminde ve îfasında ve meslek-i Nuriyenin taallümünde ve uzun bir zamandaki hizmetin devamında vaki' olacak binler ahval ve hücuma maruz talebelerin cereyanlar karşısında sebat, metanet ve ihlasla hareketlerinde onlara yol gösterecek, hizmet-i Kur'aniyenin inkişafında sühulete medar olacak ikaz ve ihtarlara elbette ihtiyaç zarurîdir, kat'îdir, bedihîdir.

İşte Hazret-i Üstad'ın bu gibi şübhe götürmez hakikatlara ve mes'elelere isabetle parmak basıp dikkati çekmesi, talebelerini ikazda bulunması, elbette bu hizmet-i kudsiyenin ehemmiyeti iktizasındandır. Hem bu lâhikaların bir kısmı, ihtiyaca binaen yazılmış ve yazdırılmış ihtarlar olması ve aynı ihtiyacın her zaman tekerrürü melhuz bulunduğundan, daima müracaat olunacak hikmetleri ve düsturları muhtevidir. Nitekim yüzer vakıalar, hâdiseler ve mes'elelerde bu ihtiyaç, kendini göstermiştir.” (E: 6)

Bir Nur talebesinin meslek-i Nuriyede yanlışa düşmemesi için, mesleki düsturların böyle mühim noktalarını iyi anlamış ve değerlendirebilmiş olması lazımdır.

Yine aynı mevzuda, yani Risale-i Nur’un ve düsturlarının gelecek asırlara da şamil olduğu ve değişen beşeri hayat seyrinde ortaya çıkan ihtiyaçlara karşı yetersiz ve noksan olmadığı şu ifadelerden de anlaşılıyor:

“Lillahilhamd Risalet-in Nur, bu asrı belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu'cize-i Kur'aniye olduğunu çok tecrübeler ve vakıalar ile körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senanız tam yerindedir.” (K: 6)

“Risale-i Nur’u okuyan her bir kimse; güya o risale kendisi için yazılmış gibi bir hâlet-i ruhiye içinde kalarak büyük bir iştiyak ve şiddetli bir ihtiyaç hissederek mütalâa ediyor. Nihayet öyle eserler vücuda geliyor ki; bu asır ve gelecek asırların bütün insanlarının imanî, İslâmî, fikrî, ruhî, kalbî, aklî ihtiyaçlarına tam cevab verecek ve kâfi gelecek Kur'anî hakikatlar ihsan ediliyor.” (T: 160)

Diğer bir mektupta da Risale-i Nur’un âli düsturlarının tasarruf kabul etmez hakimiyetini ve ona sadakatle bağlı kalınacağını telkin edip nazara veren Hz. Üstad’ın şu beyanı da calib-i dikkattır:

"Biz, Risale-i Nur'un şakirdleriyiz. Said de, bizim gibi bir şakirddir. Risale-i Nur'un menbaı, madeni, esası da Kur'andır. Yirmi senedir emsalsiz tedkikat ve takibatla beraber, kıymetini ve galebesini en muannid düşmana da isbat etmiştir. Onun tercümanı ve bir hizmetkârı olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de -El'iyazü billah- Risale-i Nur'un aleyhine dönse, bizim sadakatımız ve alâkamızı inşâallah sarsmayacak." deyip, o kapıyı kaparsınız.” (E: 125)

NETİCE

Risale-i Nur’da ve hizmet prensiplerinde indî tasarruflara karşı, hakaik ve prensiplerin koruyucu teminatını ve muhafızlarını da Bediüzzaman Hazretleri muhtelif beyanlarında göstermiştir. Ezcümle:

“Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bayram tebrikiyle beraber herbirinizi derecesine göre birer Said ve birer vârisim ve benim yerimde Nurların birer bekçi muhafızı olarak, manevî bir hatıraya binaen kabul ettiğimi haber verdiğim gibi şimdi de size beyan ediyorum. Madem haddimden çok ziyade hüsn-ü zannınızla bana ulûm-u imaniye ve hizmet-i Kur'aniyede bir üstadlık vermişsiniz. Ben de herbirinize derecesine nisbeten eski zaman üstadlarının icazet almaya lâyık olan talebelerine icazet-i ilmiyeyi verdikleri misillü icazet veriyorum. Ve bütün kanaatımla ve ruh u canımla sizi tebrik ediyorum. İnşâallah şimdiye kadar sadakat ve ihlas dairesinde fevkalâde neşr-i envâr ettiğiniz gibi daha parlak devam edip bu âciz, zaîf, mütekaid Said bedeline binler muktedir, kuvvetli vazifeperver Said'ler olursunuz.” (Em: 6)

“Size hayatımda vefattan sonra elinize geçecek manevî malımı ve hukukumu size vermeğe ve مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا sırrına binaen, ölümden evvel sizi bilfiil vâris yapmağa dair bir Nur şakirdi sordu ki: "Hikmet nedir? Sizi daha çok zaman aramızda görmek istiyoruz. İnşâallah öyle kalacaksınız."

Ben de dedim ki: Eğer vefattan sonra bu hakikî ve hakikatlı vârislerin eline bu malım geçse, dünya malı gibi bir derece taksim olur; derecesine göre herbirisi maldan bir kısmına hakikî mâlik olur, umumuna mâlik olamaz. Fakat ölümden evvel vârislere verilse; emval-i uhrevî gibi herbirisi umum o mala, o nur lâmbasına derecesine göre mâlik sayılır; herbirisi küçük birer Said olur; bir nöbetçi yerine, binler nöbetçiler olur. Said'in irsiyette yalnız binden bir hisse sahibi bir Nurcu olmaz, belki tam bir genç Said olur.(E: 216)

“Hem bir derece bekçilik yapan bir şahsiyetin yatmasıyla, o daire-i nuraniyedeki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır. Bir nöbetdar yerine, binler bekçi çıkar. Elbette ölüm gelse, baş üstüne geldin demek gerektir.” (E: 200)

“Aziz sıddık kardeşlerim!

Bayramınızı tebrik ve hizmetinizi takdir ve muvaffakıyetinize dua ederek Hâlık-ı Rahîm'e hadsiz şükür ederim ki; sizler gibi sebatkâr ve fedakâr kardeşleri Risalet-in Nur'a sahib ve naşir yapmış. Ben sizleri düşündükçe, ruhum inşirah ve kalbim ferahlarla dolar. Daha dünyadan gitmek benim için medar-ı teessüf olamaz. Sizler kaldıkça ben yaşıyorum diye mevte dostane bakıyorum, ecelimi telaşsız bekliyorum. Allah sizden ebeden razı olsun. Âmîn, âmîn, âmîn.” (K: 21)

“Risale-i Nur'un hıfz ve neşrine ve sahabet ve himayetine çalışmak için hayat isterdim. Fakat hadsiz şükür olsun ki, bir bîçare ihtiyar Said yerinde çok genç Said'ler o vazifeyi yapıyorlar. Hususan Hüsrev'ler, Feyzi'ler, Ahmed'ler, Mehmed'ler, biraderzadem gibi çok Abdurrahman'lar ve hakeza Hâfız Ali'yi kabrinde mesrur, müferrah ettikleri gibi, inşâallah kabrimde de öyle mesrur edecekler.” (E: 110)

“Hem bu aynı hengâmlarda, en ziyade hayat-ı dünyeviyedeki vazifemi düşünüp vefatımdan sonra şakirdler bu dehşetli zamanda benim bedelime de o vazifeyi yapacaklar mı diye çok merak ederken; birden Denizli, Milas, Isparta, İnebolu, ümidimin yüz derece fevkinde ve öyle bir sahabetkârane ve iltizamperverane o vazifeye koşup başkaları da ve muallim ve âlimleri koşturdular ki, beni hayret hayret içinde bıraktılar.” (E:141)

“Hem unutulmayan, her vakit yanımda bulunan kardeşlerim, Risale-i Nur'a sizin gibi pek ciddî sahib ve muhafız ve vâris ve hakikatbîn ve kıymetşinas zâtların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlaslı olarak vazife-i Kur'aniye ve imaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemal-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-ı kalb ile ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum.”  (K: 5)

“Sizi temin ederim ki; şimdi ecel gelse ölsem, kemal-i rahat-ı kalble karşılayacağım. Çünki içinizde kuvvetli, metin, genç çok Saidler bulunduğuna ve bu bîçare, ihtiyar, hasta, zaîf Said'den çok ziyade Risale-i Nur'a sahib ve vâris ve hâmi olacaklarına kanaatım geliyor.” (Ş:310)

gibi daha da tesbit edilebilir ifade ve beyanlarla, Nur’un haslar dairesi tabir edilen muhafız ve bekçileri vardır. Gerçi Nur’un muhafızlığında umum Nurcular mükelleftir. Fakat medrese içindekiler ve medarisle irtibatlı olanlar birinci derecede mükelleftirler. Evet Risale-i Nur’da talebeliğin vasıfları beyan edilirken aranan hassa ve şart şöyle ifade edilir:

“Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözler’i kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.” (M: 344)

Aynı şekilde Risale-i Nur şakirdlerinin ve hasların şahs-ı manevilerinin vazifelerini de şöyle açıklar:

“Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki: Kardeşlerin ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve manevî ders ve yardım ve himmet bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de; uhrevî ve Kur'anî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur'u ve şakirdlerinin şahs-ı manevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis hasların şahs-ı manevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar.” (Ş: 492)

Risale-i Nur’un vehbi olan hakaik ve düsturları gibi, ifade tarzında bile tasarruftan kendini men eden Hz. Üstad’ın talebesine düşen, Risale-i Nur’un ve hizmet düsturlarının muhafazasında tam sadakat ve teslimiyettir.

 

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık