DERSLER / Alfabetik dersler

SİYASETTEN UZAK DURMAK DÜSTUR VE ESASI

Siyasî çalışmaların iman hizmetine nisbetle geri dere­cede olduğu ve  çe­şitli cihetlerden iman hizmetine  zarar verdiği için, iman hizmetinin hakiki şa­kirdleri si­yasî fa­aliyet­lere girmemelerine dair Risale-i Nurdaki ikazlardan bir kı­sımlarıdır:

1- «İman hizmeti, iman hakaiki, bu kâ­inatta herşe­yin fevkindedir hiç bir şeye tâbi’ ve âlet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve da­lâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki el­masları şişeye tebdil eden gafil in­sanlar naza­rında o hizmet-i ima­niyeyi ha­riçteki kuvvetli cereyanlara tâbi’ veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil et­mek endişesiyle, Kur’an-ı Hakîm’in hizmeti bize kat’î bir surette si­yaseti yasak et­miş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 137)

2- «Madem mesleğimiz azamî ihlastır değil benlik enaniyet, dünya sal­tanatı da verilse, baki bir mes’ele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek azamî ihlasın iktizası­dır.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 246)

3- «Ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avamın naza­rında birinci derece ve hakikat nazarında, imana nisbe­ten ancak onuncu de­recede bulunan siya­set-i İslâmiye ve hayat-ı içtimaiye-i üm­mete dair hizmeti, kâinatta en bü­yük mes­’ele ve vazife ve hizmet olan hakaik-ı imaniyenin çalış­masına racih gör­düklerinden o tercümana karşı arkadaş­larının pek zi­yade hüsn-ü zanları ehl-i siyasete, inkılapçı bir siyaset-i İslâmiye fikrini ver­mek cihetin­de, Risale-i Nur’a karşı hayat-ı içtimaiye noktasında cephe almak ve fütu­hatına mani olmak pek kuvvetli ihtimali vardı. Bunda hem hata, hem zarar büyüktür.

4- Kader-i İlahî, bu yanlışı tashih etmek ve o ihti­mali izale etmek ve öyle ümid besliyenlerin ümidlerini tadil etmek için, en zi­yade öyle cihet­ler­de yardım ve ilti­haka koşacak olan ülemadan ve sâdattan ve meşayih­ten ve ah­babdan ve hemşehriden birisini mu­arız çı­kardı o ifratı tadil edip adalet etti. “Size, kâinatın en bü­yük mes’elesi olan iman hizmeti ye­ter” diye bizi mer­hamet­kârane o hâdiseye mahkûm eyledi.» (K.L. sh: 193)

5- «Evet bu zaman hem iman ve din için, hem ha­yat-ı içtima­iye ve şe­riat için, hem hukuk-u âmme ve si­yaset-i İslâmiye için, ga­yet ehemmiyet­li birer müced­did ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i ima­ni­yeyi mu­hafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğü­dür. Şeriat ve hayat-ı içti­ma­iye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.

6- «Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında zi­yade ehem­miyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyle­dir. ... Bu asırda, Cenab-ı Hakk’a had­siz şükür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatına ve şakirdlerinin şahs-ı ma­nevî­sine, ha­kaik-ı imaniye muhafaza­sında tecdid va­zifesini yaptır­mış.» (Kasta­monu Lâhikası sh: 189)

7- «Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhir­za­mana ait haberle­rin mühim bir kısmını ve hürriyet­ten ev­vel İstanbul’da te­’­vilini söylediği hadîslerin ihbar et­tiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının Âlem-i İslâm ve insa­niyette zuhur ettiğini görür. Ve yine gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve muka­bele edecek olan Hizb-ül-Kur’an hakkında, “O zamana yetiştiği­niz zaman siyaset cânibiyle onlara ga­lebe edilmez an­cak mane­vî kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’an’ın nurlarıyla mukabele edile­bi­lir.”» (Tarihçe-i Hayat sh: 147)

8- «Risale-i Nur şakirdleri dünya siyase­tine ve ce­re­yanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve te­nezzül etmiyorlar.»(Şualar sh: 271)

9- «Hem Kur’an bizi siyasetten şiddetle men’etmiş. Evet Risale-i Nur’un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mah­veden ve ha­yat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çevi­ren küfr-ü mutlaka karşı, imanî olan ha­kikatlarla ga­yet kat’î ve en mütemerrid zındık fey­lesofları dahi imana getiren kuv­vetli bürhanlar ile Kur’ana hizmet etmektir. Onun için Ri­sale-i Nur’u hiçbir şeye âlet edemeyiz.» (Şualar sh: 349)

10- «Yeni Said ne için bu kadar şiddetle si­yasetten tecennüb edi­yor?

Elcevab: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebe­diyeye ça­lışmasını ve kazanmasını meşkuk bir-iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette ka­rışma ile feda etmemek için.. hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatlı olan hiz­met-i iman ve Kur’an için şid­detle siyasetten kaçıyor.…

Amma Kur’an ve imanın hizmeti ne için beni men­’ediyor dersen, ben de derim ki: Hakaik-ı ima­niye ve Kur’aniye birer elmas hükmünde ol­duğu halde, siya­set ile âlûde olsa idim elim­deki o elmaslar iğ­fal olunabi­len avam tarafından, “Acaba taraftar kazan­mak için bir propa­ganda-i si­yaset değil mi?” diye düşü­nürler. O el­maslara, âdi şişeler nazarıyla baka­bilirler. O halde ben o siya­sete temas etmekle, o elmaslara zulmede­rim ve kıymetle­rini tenzil etmek hükmüne ge­çer.» (Mektubat sh: 62)

11- «Hem Risale-i Nur’un has talebeleri, bâki elmas­lar hükmünde olan hakaik-ı imaniyenin vazifesi içinde iken, zâlim­lerin satranç oyunla­rına bak­makla vazife-i kudsiyelerine fü­tur vermemek ve fikir­le­rini onlar ile bu­laştırmamak gerektir. Cenab-ı Hak bize nur ve nuranî vazifeyi vermiş onlara da, zu­lümlü zulümatlı oyunları vermiş. Onlar biz­den istiğna edip yardım etmedikleri ve elimizdeki kudsî nurlara müşteri olmadık­ları halde, biz onların karanlıklı oyun­larına vazifemizin zararına bak­mağa te­nezzül etmek ha­tadır. Bize ve merakımıza, da­iremiz içindeki ezvak-ı mane­viye ve envar-ı imaniye kâfi ve vâfidir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 118)

12- «Benim ile temas eden bütün dostlarım bilir­ler ki siyasete değil ka­rışmak, değil teşebbüs, belki dü­şün­mesi dahi esas maksa­dıma ve ahval-i ruhiyeme ve hiz­met-i kudsiye-i imaniyeme muha­liftir ve olamıyor. Bana nur verilmiş, siyaset topuzu veril­memiş.

Bu halin bir hikmeti şudur ki hakaik-i imani­yeye müştak ve memu­ri­yet mesleğine giren bir­çok zatları, bu hakaika endişeli ve tenkidkârane bak­tırmamak, onlardan mahrum etme­mek için, Cenab-ı Hak kalbime siya­sete karşı şiddetli bir ka­çın­mak ve bir nefret vermiştir kana­atındayım.» (Tarihçe-i Hayat sh: 221)

13- «Risale-i Nur şakirdlerinin, mümkün olduğu ka­dar, siyasete ve idare işine ve hükû­metin icraatına ka­rışmamak bir düstur-u esasî­le­ri­dir. Çünki halisane hiz­met-i Kur’aniye, onlara her şeye bedel kâfi geliyor.» (Şualar sh: 362)

14- «Nur şakirdleri, hiç siyasete karışma­dı­lar, hiç­bir partiye girme­diler. Çünki iman, mâl-i umumîdir. Her ta­ifede muhtaçları ve sahibleri var. Tarafgirlik gire­mez. Yalnız küfre, zendekaya, da­lâlete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minle­rin uhuvveti esastır.» (Emirdağ Lâhi­kası-I sh: 180)

15- «Elhamdülillâh, siyasetten tecerrüd sebe­biyle, Kur’anın elmas gibi hakikatlarını propa­ganda-i siyaset ittihamı altında cam parçala­rı­nın kıymetine indirmedim. Belki gittikçe o elmas­lar kıymetlerini her taifenin naza­rında par­lak bir tarzda ziyadeleştiriyor.» (Mektubat sh: 49)

16- «Nur Risalelerinin ve Nurcuların siya­setle alâ­ka­ları yok ve Ri­sa­le-i Nur, rıza-i İlahîden başka hiç bir şeye âlet edilmediğinden, müm­kün ol­duğu kadar Risale-i Nur’un mensub­ları, içtimaî ve si­yasî ce­reyan­lara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlarını ehl-i dalâ­letin tecavüzatından muhafa­zaya çalıştıkları için, ruh u ca­nımızla onları takdir ve tahsin edip on­larla dostuz ve kar­deşiz, fakat siyaset nokta­sında değil. Çünki iman dersi için gelenlere ta­rafgir­lik naza­rıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark et­mez. Halbuki si­yaset tarafgirliği, bu manayı zede­ler. İhlas kırılır. Onun içindir ki, Nurcu­lar emsalsiz iş­kencelere ve sıkıntılara ta­hammül edip Nur’u hiç bir şeye âlet etmediler. Siyaset to­puzuna el atmadı­lar.» (Emirdağ Lâhi­kası-II sh: 36)

17- «Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz ki: Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-i ze­mindeki bütün muaz­zam mesailden daha büyüktür. Onun için dün­yevî merak-aver mes­’e­lelere ba­kıp, vazife-i bâkıyenizde fütur ge­tirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Mes’elesini çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kı­rılmasın.» (Emir­dağ Lâhikası-I sh: 43)

18- «Evet bu zamanda siyaset, kalbleri if­sad eder ve asabi ruhları azab içinde bırakır. Selamet-i kalb ve isti­rahat-ı ruh istiyen adam, siya­seti bırakmalı.» (Kastamonu Lâhikası sh: 123)

19- «Gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve ha­kiki vazife-i in­saniyeti ve âhireti unuttu­racak olan en geniş daire ise, siyaset da­ire­sidir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 57)

Dindar siyasîler, siyaseti vesile ve dini gaye gör­mek ve si­yaseti dine alet ve yardımcı yapmak şartiyle siyasete girebilir.

20- «Maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din ikinci derecede ka­lır, tebeî hükmüne geçer. Hakiki dindar ise “bütün kâinatın en büyük gayesi ubu­diyet-i insaniyedir” diye siya­sete aşk u merak ile değil ikinci üçüncü merte­bede onu dine ve hakikata âlet etmeye -eğer mümkünse- çalışabi­lir. Yoksa bâki elmasları, kırılacak adi şişelere âlet yapar.» (Emir­dağ Lâhikası-I sh: 57 )

Âl-i Beytin asîl vazifesi, hizmet-i diniyedir.

21- «Eğer desen: Hilâfet-i İslâmiye noktasında İmam-ı Ali’nin fevka­lâde iktidarı, hârikulâde zekâsı ve yüksek liyakatıyla beraber seleflerine nisbeten mu­vaffa­kiyetsizliği nedendir?

Elcevab: O mübarek zât, siyaset ve saltanattan zi­yade, daha çok mü­him başka vazifelere lâyık idi. Eğer tam muvaffakiyet-i siyasiye ve ta­mam saltanat olsaydı, “Şah-ı Velayet” ün­van-ı manidarını bihakkın kazana­maya­caktı. Halbuki zâ­hirî ve si­yasî hilâfetin pek çok fevkinde manevî bir saltanat ka­zandı ve Üstad-ı Küll hükmüne geçti hattâ kıya­mete ka­dar salta­nat-ı manevîsi bâki kaldı.» (Mektubat sh: 54)

22- «Amma kader nokta-i nazarında feci akıbetin hikmeti ise: Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzed idi­ler. Dünya salta­natı ile manevî saltana­tın cem’i ga­yet müşkildir. Onun için onları dünyadan küs­türdü, dün­yanın çirkin yüzünü gösterdi. Tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve sûrî bir sal­tanattan çekildi fakat parlak ve da­imî bir sal­tanat-ı maneviyeye tayin edildiler âdi valiler ye­rine, evliya aktablarına merci’ ol­du­lar.» (Mektubat sh: 55)

23- «Eğer denilse: Neden hilâfet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâ­yık ve müstehak onlardı?”

Elcevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-ı İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafa­zaya memur idiler. Hilâfet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi masum olmalı, veya­hut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hâ­rikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki Mısır’da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fâtımiye Hilâfeti ve Afrika’da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran’da Safevîler Devleti gösteriyor ki saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte ya­ramaz, va­zife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti on­lara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettik­leri zaman, par­lak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur’ana hizmet etmişler.

İşte bak! Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktab­lar, husu­san Aktab-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı Azam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylanî ve Haz­ret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelabidînve Cafer-i Sâdıkki, herbiri bi­rer ma­nevî mehdi hükmüne geçmiş, manevî zulmü ve zu­lümatı dağıtıp, envar-ı Kur’aniyeyi ve ha­kaik-ı imani­yeyi neşret­miş­ler. Cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermiş­ler.» (Mektubat sh: 100)

Risale-i Nur, siyaset-i İslâmiyeye de alet olamaya­ca­ğını bil­diren Said Nursi Hazretleri diyor ki:

24- «İnkişafa başlayan İslâm birlik fikri ve ittihad-ı İslâm siya­seti, Risale-i Nur’u ken­dine bir kuvvet, bir âlet yapmaya çalışacaktı ve biz­leri siyaset-i İslâmiyeye bak­maya mecbur ede­cekti. Halbuki Ri­sale-i Nur’un mesle­ğindeki sırr-ı ih­lâs iman, Kur’ân hakikatlerinden başka hiçbir şeye âlet, tâbi olmadığı...» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 257)

25- «Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fev­kinde bulunması ve umu­mun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi ve dahil olmaz. Belki mü­tecaviz din­sizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihti­yat kuvve­ti hükmünde onlara bir nokta-i is­tinat olur. Fakat siyaset hesabı­na değil, belki Nur’ların intişarı ve maslahatı hesa­bına, bazı kar­deşler, Nurlar namına değil, belki kendi şa­hıs­ları namına girebi­lir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 160)

Siyasetten uzak durmayı beyan eden ve kısmen tercih edi­len mezkûr na­killer, bilhassa haslar daire eh­linin ve ha­kiki şakird­lerin –siyasîleri ikaz etme­leri müs­tesna– bilfiil siya­sete girmemele­rini sarahatla ortaya ko­yar.

 

download
Yukarı Çık