DERSLER / Alfabetik dersler

HUBB-U CAHI TERK ETMEK ESASI

Maddî ve manevî makam sevgisi ve şöhret hırsı olan bu his, hizmet-i di­niyede terk edilmesi düstur ha­linde nazara verilen bir esastır.

Hubb-u câh hissinin getirdiği büyük  mes’uliyet­ler:

1- «Şeytan-ı ins, şeytan-ı cinnîden aldığı derse bi­naen, hizbü’l-Kur’ân’ın fedakâr hâdimlerini hubb‑u câh vasıtasıyla al­datmak ve o kudsî hiz­metten ve o mânevî ulvî cihaddan vazgeçir­mek istiyor­lar. Şöyle ki:

İnsanda, ekseriyet itibarıyla, hubb-u câh deni­len hırs-ı şöhret ve hodfuruşluk ve şan ve şe­ref denilen ri­yâkârâne halklara görünmek ve na­zar-ı âmmede mevki sahibi ol­maya, ehl-i dün­yanın her ferdinde cüz’î, küllî arzu var­dır. Hattâ o arzu için hayatını feda eder derece­sinde şöhret­pe­rest­lik hissi onu sevk eder.

Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir. Ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır, çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en za­yıf damarıdır. Yani, bir insanı yakala­mak ve ken­dine çekmek, onun o his­sini okşamakla kendine bağlar, hem onunla onu mağlûp eder. Kar­deşlerim hakkında en zi­yade korktuğum, bunların bu zayıf dama­rın­dan ehl-i il­hâdın istifade etmek ihti­malidir.

Bu hal beni çok düşündürü­yor. Hakikî olmayan bazı bi­çare dostlarımı o suretle çektiler, mâ­nen onları teh­likeye at­tılar. (1)»(Mektubat sh: 412)

2- «Ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’ân’da arka­daşlarım! Bu hubb-u câh cihetinden gelen dessas ehl-i dünyanın hafiye­lerine veya ehl-i da­lâle­tin pro­pagandacı­larına veya şeyta­nın şakirdlerine de­yi­niz ki:

“Evvelâ rıza-yı İlâhî ve iltifat-ı Rahmânî ve ka­bul‑ü Rabbânî öyle bir ma­kamdır ki, insanların tevec­cühü ve is­tihsânı, ona nisbe­ten bir zerre hük­mündedir. Eğer tevec­cüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların tevec­cühü, o tevec­cüh-ü rahmetin in’ikâsı ve gölgesi olmak ci­hetiyle mak­buldür yoksa arzu edilecek birşey değildir. Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez.”» (Mektubat sh: 413)

Kesret-i etbaa isteği, cemaati kendine bağlama hissi, hubb-u câh’a mağ­lubi­yetin fiilî bir tezahürüdür:

3- «Ehl-i hidayeti, ulüvv-ü himmetten sû-i isti­male ve dolayı­sıyla ihti­lâfa ve rekabete sevk eden, âhi­ret nokta-i nazarında bir haslet-i memdûha sayılan hırs-ı sevab ve vazife-i uhreviyede kana­atsizlik cihe­tinden ileri geli­yor. Yani, “Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad ede­yim, be­nim sözümü din­lesin­ler” diye, karşısındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve mu­avenetine ve uhuvvetine ve yardı­mına muhtaç bir zâta karşı reka­bet­kârâne vaziyet alır. “Şakirdlerim niçin onun yanına gidi­yor­lar? Niçin onun kadar şakirdlerim bulunmuyor?” diye, enâniyeti ora­dan fır­sat bulup, mez­mûm bir haslet olan hubb-u câha te­mayül etti­rir, ihlâsı kaçırır, riyâ kapısını açar.

İşte bu hatanın ve bu yaranın ve bu müthiş ma­raz-ı ru­hanînin ilâcı şudur ki: Cenâb-ı Hakkın rızası ihlâs ile kazanılır kesret-i etbâ’ ile ve fazla mu­vaffakiyetle değildir.» (Lem’alar sh: 151)

4- «Hubb-u câhtan gelen şöhretperestlik sa­ikasıyla ve şan ve şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi ka­zanmak, nazar-ı dikkati ken­dine celb etmekle enâniyeti okşamak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki, en mühim bir ma­raz-ı ruhî olduğu gibi, “şirk-i hafî” ta­bir edilen ri­yâ­kâr­lığa, hodfuruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.» (Lem’alar sh: 165)

Şahsiyet kazanma sâikasıyla hizmette rekabet yap­mak, sırr-ı uhuvvetin yokluğuna alâmettir:

5- «Ey kardeşlerim! Kur’ân-ı Hakîmin hizmetin­deki mesle­ğimiz haki­kat ve uhuvvet olduğu ve uhuvve­tin sırrı, şahsiye­tini kardeşler içinde fâni edip (2) onla­rın nefislerini kendi nefsine tercih etmek olduğun­dan, mâbeynimizde bu nevi hubb-u câhtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün mü­nâfidir.» (Lem’alar sh: 165)

Cemaat içinde temayüz edip kendini beğendirme ve te­vec­cühü toplama tavır ve davranışları, hubb-u câh ve hırs-ı söhret hastalığının fiilî tezahür ve emareleri­dir.

6- «Hırs-ı şöhret, hubb-u câh, makam sahibi olmak, emsaline tefev­vuk etmek gibi hisler ve in­sanlara iyi gö­rün­mek, tasannukârâne (haddinden fazla kendine ehem­miyet verdirmek) ve tekellüf­kârâne (lâ­yık olmadığı yük­sek makam­larda gö­rünmek) tarzını takınmakla riya eder.

Risale-i Nur şakirdleri, ene’yi, nahnü’ye tebdil et­tik­leri, yani enaniyeti bırakıp, Risale-i Nur dairesinin şahs-ı mânevisinin he­sabına ça­lışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarikatın fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ve nefs-i emma­reyi öldürmek gibi riyadan kur­taran va­sıtaların bu za­manda birisi de fenâ fi’l-ihvan, yani şahsiyetini kardeşle­rinin şahs-ı maneviyesi içinde eritip öyle davrandığı için, inşaallah, ehl-i hakikatin riyadan kurtul­maları gibi, bu sırla onlar da kurtulurlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 184)

7- «En zayıf bir damar-ı insânî olan “şan ve şeref ve rütbe” nokta­sında bana çok elîm bir tarzda o zayıf dama­rımı tutmak için emredilmiş. İhanet­ler, tahkir­lerle, damara dokunduracak işkence­lerle dahi hiçbir şeye muvaf­fak olamadılar. Ve kat’iyen anladılar ki, on­ların perestiş ettiği dünya şan ve şerefini bir riyakârlık ve za­rarlı bir hodfu­ruşluk biliyoruz, onların fevkalâde ehemmiyet ver­dikleri hubb-u câh ve şan ü şeref-i dünyeviyeye beş para ehemmiyet vermiyoruz, belki onları bu cihette divane bi­liyoruz.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 244)

Kısmen nakledilen mezkûr sarih beyanların kat’i bir neticesi olarak hubb-u câh’ı ve onun tezahürü olan tavır ve hareketleri terk etmek bir esas ve şart­tır. Aksi halde hizmete büyük zararlar gelmesine vesile olunur.

 

1 O biçareler, “Kalbimiz Üstadla beraberdir” fik­riyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki, ehl-i ilhâdın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın “Kalbim sâfidir, Üstadı­mın mesleğine sadıktır” demesi bu misale benzer ki: Bi­risi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor, hades vuku buluyor. Ona “Namazın bozuldu” denildiği vakit, o diyor: “Neden namazım bozulsun? Kalbim sâfi­dir.” (Müellif)

2Evet, bahtiyar odur ki, kevser-i Kur’ânîden sü­zülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir. (Müellif)

download
Yukarı Çık