DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

HAREMLİK  VE  KADIN - ERKEK  KARMASI

Bugünkü cemiyet hayatında aşırı dereceye varan kadın ve erkek karma hayatı (ihtilatı) ve açık-saçıklık, millî ahlakı ve diyanet hislerini çok fena darbeleyip anarşiliğe yol açmıştır. Resmî ve gayr-ı resmî şahsiyetler ve hamiyet-perverler birleşerek ciddi tedbirler alınmazsa, tarihî şahsiyete sahib milletimizin akıbeti, felakete doğru gitti ve gidiyor.

Bediüzzaman Hazretleri mevcud durumu şu ifadelerle tasvir eder:

Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taûn felâketi gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslariyle mi? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum....

Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur'ânın tesis ettiği tevhid ve îman esası üzerinde işliyorum.. ki İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.” (T:628)

Bu büyük manevi çöküşün önlenmesi için öncelikle maarifte kız-erkek ihtilatının tefrik edilmesi, yani kız-erkek karmasını kaldırmak ehemmiyetli bir tamir vesilesi olur.

DECCALİYET KADIN ERKEK KARMASI YAPAR, YAPTIRIR

“Altıncı Mes'ele: Rivayette var ki: “Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz." Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ وَ مِنْ فِتْنَةِ آخِرِ الزَّمَانِ   vird-i ümmet olmuş.

Allahu a'lem bissavab, bunun bir tevili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ; Rusya'da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlub olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid'aları birer cazibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.” (Ş:585)

Yani müslümanlar öyle alıştırılıyor ki, artık zorla değil kendi istekleriyle o fitnelere, hem de kısmen örtülü kıyafetleriyle katılıyorlar. Bu durumda, hususan müslüman büyükleri nasihatleriyle, yazılariyle ve konuşmalariyle bilhassa gençleri ikaz ve ihtar etmelidirler.

Bindörtyüz senedir ümmetin korktuğu fitnelerin zuhur zamanında aldırış etmemek, dini hassasiyetin azlığına delalet eder.

Bir rivayette dikkat çekilen, kadın - erkek ihtilâtı yani beraberce aynı mahallerde arayı ayırmadan bulunmanın fecî neticeleri gösterilmiş oluyor. Asrımızda ise, bu bid’a en dehşetlişekliyle tahrik olunmuş ve milleti  istila etmesine kapılar açılmıştır.

Bediüzzaman Hazretleri bu asrımıza da bakan bir Kur’an ayetini tefsir ederken şöyle diyor: يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hassası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki:

Nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sair a'za vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar; öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı, zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbab ile yaralanmış, sair letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmağa çalışıyor.

Hem nasılki bir cazibedar, sefihane ve sarhoşane şaşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini ta'til ederek iştirak ediyorlar; öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.

Evet hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umûr-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var. Fakat yalnız bir ihtiyaca binaen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki; küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umûr-u diniyeyi terkeder.

Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hacat-ı hayatiyeyi, büyük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor.

Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tiryakmisal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet ederler.

Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatla, tam metanet ve ciddî ihlas ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.” (K:105)

Müslüman ailelerin bu afetten uzak durma gayretinde olmaları zarurîdir.

Evet, bilhassa âhirzaman fitnesinde kadınların cemiyete çıkıp, erkekler arasında karışık bulunmalarının mahzurlarını anlatan Bediüzzaman Hazretleri bir eserinde veciz bir ifadeyle şöyle der:

«Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli 1

Mimsiz medeniyet, taife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları

Rahmeten davet eder eski yuvalarına.  Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayatı âilede. Temizlik ziynetleri.

Haşmetleri hüsn-ü hulk, lütf-u cemâli ismet, hüsn‑ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbab-ı ifsat, demir sebat kararı

Lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, haset ile hodgâmlık depretir damarları.

Yatmış olan hevesat birden bire uyanır. Taife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birden bire inkişafı.

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir. Hem müthiştir tesiri.2

Memnu heykel, suretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habis ervahları.» (S:727)

Kadınların; güzel ahlakları, güzel masumlukları, şefkatlerinin mükemmelliği ve evlatlarıyla eğlenceleri, gizli dinsizlerin hedefleri arasındadır.

Resimler ve heykeller ile yapılan tahribatlar da çok dehşetlidir.

Gizli cereyanın şeair cihetiyle yaptığı manevi tahribatı, ikaz makamında şöyle anlatılır:

“Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cemiyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevi ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumi ve kalb-i külliyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırıyor.” (K:55)

HAREMLİK - SELAMLIK VE ÖRTÜNME EMİRLERİNDEN BAZILARI

«Hicab; yani tesettür âyetleri, üç defada, üç mertebeyi natık olmak (beyan etmek) üzere nazil olmuştur.

 Birincisi (33:59)

يَٓا اَيُّهَا النَّبِىُّ قُلْ لاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلاَ يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا{٥٩}

 âyet-i kerimesiyle yüzlerini örtmekle mükellef oldular.

İkincisi (33:53)

لَكُمْ اَنْ تُؤْذُوا رَسُولَ اللّٰهِ وَلآَ اَنْ تَنْكِحُٓوا اَزْوَاجَهُ مِنْ بَعْدِه۪ٓ اَبَدًۜا اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمًا{٥٣}

âyet-i kerimesi muktezasınca irha-ı hicab (yani: perdeyi indirmek ve perde arkasında kalmak; kadın-erkek bir arada olmamak) ile emrolundu ki, harem ile selâmlığı ayırmak, yani kadınlarla erkeklerin mekânlarını (yerlerini) ayırmak, ihtilat ettirmemek demektir.    

Üçüncüsü (24:33)  

وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذ۪ينَ لاَ يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ اِنْ عَلِمْتُمْ ف۪يهِمْ خَيْرًۗا وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّذ۪ٓى اٰتٰيكُمْۜ وَلاَ تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَٓاءِ اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَۜا وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ{٣٣}

             Ve (31:33)

  يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لاَيَجْز۪ى وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلاَ مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْئًۜا اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلاَ تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلاَ يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ{٣٣}

âyet-i kerimeleri mucibince, şer’î bir zaruret olmadıkça kadınların hanelerinden çıkmaları (cemiyete çıkmaları) nehyolundu (yasaklanıp haram kılındı) ki, bazı ümmehat-ı mü’minîn, vücudlarının karaltısını bile göstermekten sakınırlardı” (Sahih-i Buhari Muhtasarı, ci:1, sh:140, 120. hadisin izahından) (Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Aile maddesi 181-184. Parağraflar)

Mezkûr (33:53) âyetinin tefsirinde şöyle deniliyor: “Bu âyetten sonra harem (yani kız ve kadınların erkeklerden ayrı yerde bulunmaları) farz kılınmıştır ki; o zamana kadar Arab’da âdet değildi. (Harem usûlü) hem erkeklerin hem kadınların kalbleri için daha ziyade temizliktir. Yani şeytanî ve şehevî hatıralardan, vesveselerden uzaklaşılır, iffet ve ismet hisleri daha ziyade yükselir; edeb, nezahet, takva, ihtiram artar.” (Elmalılı Tefsiri 3921)

(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Tesettür maddesi)

HAKİMİYET-İ İSLÂMİYE DEVRESİ

Geniş daire tabir edilen ictimaiyatta vazife alanların en ehemmiyetli vazifeleri hakkında şu beyan var:

“Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve manevi tehlikelerden ve gadap-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.” (E:265)

Şeair nedir?

Şeair: Dinden gelen ve cemiyette aleni yaşanan adetlerdir. Bu şeair, milletin dinî hissiyatını canlı tutan en önemli vesiledir. Bilhassa taife-i nisanın, yani kız ve kadınların erkeklerle bir mekânda beraber bulunmaları bid’a olup şeaire aykırıdır ve dinî hissiyatı tahrib eder ve gelen nesli faziletsiz ve nefisperest yapar. Evet, cemiyet ekseriyetinin anlayış ve yaşayışının tesiri nazara alınmalı.

Dinimizin tesettür gibi kat’i emirleri, resmiyet ve gayr-ı resmiyet veya zaman ve şartlara göre değişmez. Binaenaleyh büyük ekseriyeti müslüman olan bir cemiyette devlet, dine sarahatla aykırı düşen haram bir kıyafet şeklini, kanuni mecburiyet olarak getiremez. Çünkü halk ekseriyetine dayanan Cumhuriyetin mahiyetine aykırı düştüğü gibi, aynı zamanda vatandaşı devlet emri ile dinin emri arasında sıkıştırmış olur ki, bu durum din ve vicdan hürriyetlerine sarahatla aykırı düşer. Kanunlar ise, hakiki hürriyet rejiminin esaslarına aykırı olamaz.

 

1 Tesettür Risalesinin esasıdır. Yirmi sene sonra müellifinin mahkûmiyetine sebep gösteren bir mahkeme, kendini ve hâkimlerini ebedî mahkûm ve mahcup eylemiş.

2 Nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir biçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyâne bir nazarla bakmak, ruhun hissiyât-ı ulviyesini söndürür.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık