DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

İSTİDRAC

(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi İstidrac maddesi)

İkinci Mes'ele: Rivayetlerde her iki Deccal'ın hârikulâde icraatlarından ve pek fevkalâde iktidarlarından ve heybetlerinden bahsedilmiş. Hattâ bedbaht bir kısım insanlar, onlara bir nevi uluhiyet isnad eder diye haber verilmiş. Bunun sebebi nedir?

Elcevab: وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ İcraatları büyük ve hârikulâde olması ise: Ekser tahribat ve hevesata sevkiyat olduğundan, kolayca hârikulâde öyle işler yaparlar ki; bir rivayette "Bir günleri bir senedir" yani, bir senede yaptıkları işleri, üçyüz senede yapılmaz, denilmiş. Ve iktidarları pek fevkalâde görünmesi ise, dört cihet ve sebebi var:

Birincisi: İstidrac eseri olarak, müstebidane olan koca hükûmetlerinde, cesur orduların ve faal milletin kuvvetiyle vukua gelen terakkiyat ve iyilikler haksız olarak onlara isnad edilmesiyle binler adam kadar bir iktidar onların şahıslarında tevehhüm edilmeğe sebeb olur. Halbuki hakikaten ve kaideten, bir cemaatin hareketiyle vücuda gelen müsbet mehasin ve şeref ve ganîmet o cemaate taksim edilir ve efradına verilir. Ve seyyiat ve tahribat ve zayiat ise, reisinin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir. Meselâ: Bir tabur bir kal'ayı fethetse, ganîmet ve şeref süngülerine aittir. Ve menfî tedbirler ile zayiatlar olsa, kumandanlarına aittir.

İşte hak ve hakikatın bu düstur-u esasiyesine bütün bütün muhalif olarak müsbet terakkiyat ve hasenat o müdhiş başlara ve menfî icraat ve seyyiat bîçare milletlerine verilmesiyle; nefret-i âmmeye lâyık olan o şahıslar, -istidrac cihetiyle- ehl-i gaflet tarafından bir muhabbet-i umumiyeye mazhar olurlar.Ş:593

İ'lem Eyyühel-Aziz! Keramet ile istidrac manen birbirine mübayindir. Zira keramet, mu'cize gibi Allah'ın fiilidir. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah'tan olduğunu bilir ve Allah'ın kendisine hâmi ve rakib olduğunu da bilir. Tevekkül ü yakîni de fazlalaşır. Lâkin bazan Allah'ın izniyle kerametlerine şuuru olur, bazan olmaz. Evlâ ve eslemi de bu kısımdır.

İstidrac ise, gaflet içinde iken eşya-yı gaybiyenin inkişafından ve garib fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat bu istidrac sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki اِنَّمَا اُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ okumaya başlar. Lâkin o inkişaf, tasfiye-i nefs ve tenevvür-ü kalb neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidrac ile ehl-i keramet arasında tabaka-i ûlâda fark yoktur. Tam manasıyla fenaya mazhar olanlar ise, onlara da Allah'ın izniyle eşya-yı gaybiye inkişaf eder. Ve onlar da, o eşyayı fena fillah olan havaslarıyla görürler. Bunun istidracdan farkı pek zahirdir. Zira zahire çıkan bâtınlarının nuraniyeti, müraîlerin zulümatıyla iltibas olmaz.Ms:227

Meselâ, sabrın mükâfatı zaferdir. Atâletin mücazatı sefalettir. Sa’y ve sebatın sevabı, servet ve galebedir. Şu halde, kâfirin evamir-i tekviniyeye karşı itaati, Müslümanın evamir-i tekviniyeye karşı isyanına galebe etmiştir. Bir müslim, herbir sıfatı Müslüman olmak lâzım gelmediği gibi, bir kâfirin herbir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş’et etmek lâzım değildir. Veyahut galebesi ona istidraçtır, Müslümana tathîrdir.

“Veyahut: Fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sahir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? Böyle hilebaz şarlatanları insan sayıp desiselerinden, inkârlarından müteessir olarak fütur getirme. Belki daha ziyade gayret et. Çünki onlar kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler ve onların fenalıkta muvaffakıyetleri muvakkattır ve istidracdır, bir mekr-i İlahîdir.S:389

“Sâniyen: Neşr-i envâr-ı Kur'aniyedeki muvaffakıyetin ve gayretin ve şevkin, bir ikram-ı İlahîdir, belki bir keramet-i Kur'aniyedir bir inayet-i Rabbaniyedir. Sizi tebrik ediyorum. Keramet ve ikram ve inayetin bahsi geldiği münasebetiyle, keramet ve ikramın bir farkını söyleyeceğim. Şöyle ki:

Kerametin izharı, zaruret olmadan zarardır. İkramın izharı ise, bir tahdis-i nimettir. Eğer keramet ile müşerref olan bir şahıs, bilerek hârika bir emre mazhar olursa, o halde eğer nefs-i emmaresi bâki ise, kendine güvenmek ve nefsine ve keşfine itimad etmek ve gurura düşmek cihetinde istidrac olabilir. Eğer bilmeyerek hârika bir emre mazhar olursa, meselâ birisinin kalbinde bir sual var, intak-ı bilhak nev'inden ona muvafık bir cevab verir; sonra anlar. Anladıktan sonra kendi nefsine değil, belki kendi Rabbisine itimadı ziyadeleşir ve "Beni benden ziyade terbiye eden bir hafîzim vardır." der, tevekkülünü ziyadeleştirir. Bu kısım, hatarsız bir keramettir; ihfasına mükellef değil, fakat fahr için kasden izharına çalışmamalı. Çünki onda zahiren insanın kesbinin bir medhali bulunduğundan, nefsine nisbet edebilir. Amma ikram ise; o, kerametin selâmetli olan ikinci nev'inden daha selâmetli, bence daha âlîdir. İzharı, tahdis-i nimettir. Kesbin medhali yoktur, nefsi onu kendine isnad etmez.

İşte kardeşim; hem senin hakkında, hem benim hakkımda, bahusus Kur'an hakkındaki hizmetimizde eskiden beri gördüğüm ve yazdığım ihsanat-ı İlahiye bir ikramdır; izharı, tahdis-i nimettir. Onun için sana karşı tahdis-i nimet nev'inden ikimizin hizmetimize ait muvaffakiyâtı yazıyorum. Biliyordum ki sende fahr değil, şükür damarını tahrik ediyor. M:32

Onüçüncü Mes'ele: Kat'î ve sahih rivayette var ki: "İsa Aleyhisselâm büyük Deccal'ı öldürür."

Vel'ilmü indallah, bunun da iki vechi var:

Bir vechi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispirtizma gibi istidracî hârikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccal'ı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek; ancak hârika ve mu'cizatlı ve umumun makbulü bir zât olabilir ki: O zât, en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dır. Ş:587

Ben bir manevî âlemde İslâm Deccalını gördüm. Yalnız birtek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cür'et ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avam-ı nâs hakikat-ı hali bilmediklerinden, hârikulâde iktidar ve cesaret zannederler.

Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlubiyeti hengâmında, böyle istidraclı ve şanlı ve tali'li ve muvaffakıyetli ve kurnaz bir kumandanı bulunduğundan gizli ve dehşetli olan mahiyetine bakmayarak kahramanlık damarıyla onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister. Fakat kahraman ve mücahid ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur-u iman ve Kur'an ışığıyla hakikat-ı hali göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılır.Ş:595

“İkinci Hâdise: O İslâm Deccalı, "Sure-i وَ التِّينِ وَ الزَّيْتُونِ manasını merak edip soruyor" diye çoklar nakletmişler. Garibdir ki, bu surenin akibinde olan اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ suresinde اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى cümlesi, onun aynı zamanına ve şahsına -cifir ile ve manasıyla- işaret ettiği gibi, ehl-i salâte ve câmilere tâgiyane tecavüz edeceğini gösteriyor. Demek o istidraclı adam, küçük bir sureyi kendiyle alâkadar hisseder. Fakat yanlış eder, komşusunun kapısını çalar.Ş:596

إعلم Bil ey nefis! Eğer sen, Hâlıkını takva ve amel-i salih ile razı ettiysen, o sana yeter. Halkın rızasını aramaya lüzum yoktur. Şayet halk da Allah hesabına senden razı olurlarsa menfaattir. Yoksa nefisleri hesabına olsa, faydası yoktur. Çünkü onlar da senin gibi âcizlerdir.

İşte eğer birinci şıkkı istersen, Rabbini razı etmeye çalış!. ve eğer ikinci şıkkı ararsan, bilâ-faide şirk etmiş olursun.

Evet görmüyor musun ki; bir adam, bir işi veya bir maslahatı için bir padişahın makarrına varsa, eğer padişahı irza etmiş ise, halkın da muhabbeti ona dönmekle beraber, külfetsiz bir şekilde hemen işi bitmiş olur. Yok eğer o maslahatını, padişahın hükmü altındaki adamlardan taleb etse; bütün onları irza etmek ve hepsini o maslahatının husulü için ittifak ettirmek lâzım gelir ki, çok zor, pek çetin olur. Hem bütün onları ittifak ettirdikten sonra da, o maslahatın ifası yine sultanın iznine muhtaçtır. Onun izni ise -eğer ikram ise- yine onu irza etmeye mütevakkıftır. Amma eğer istidrac ise; o, bahisten hariçtir.  BMs:404

إعلم Bil ey birader! Kerametin manası, istidracın manasından tamamen ayrı ve başkadır. Çünkü keramet, mu’cize gibi doğrudan doğruya Allah’ın fiilidir. Keramet ile müşerref olan zat ise, kerameti nefsinden değil, Cenab-ı Hak’tan geldiğini düşünür; ve kendisine en hayırlısını seçen bir hami ve rakibi var olduğunu bilmekle, mutmain olup, yakîn ve tevekkülü ziyadeleşir. Hem keramet sahibi zat, bazan Allah’ın izniyle kerametin tafsilatına şuuru erer, bazan da hiç ermez. Daha evlâ ve eslemi de bu ikinci kısmıdır.

Meselâ: Birisinin kalbindeki bir suali intak-ı bilhak nev’inden ce-vablandırması; veya yakaza halinde iken, gözüne temessül ettirmesiyle o adamın hidayetine ermesine vesile olur ki; o işde, Cenab-ı Hakk’ın kendi kulları için ne yaptığını bilmez. Amma istidrac ise, adam gaflet içerisinde iken, bazı eşya-yı gâibenin suretleri ona münkeşif olmasıdır. Yahut da insanlara garib gelen bazı şeyleri yapmasıdır. O ise bunları kendi nefsine ve iktidarına isnad ederek bu’du, enaniyeti ve gururu daha çok kabarır. Git gide Karun gibi,  اِنَّمَا اُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ diyecek kadar ileri gider

Bu mes’elede, safa-yı nefs ve ziya-yı kalbimle bana inkişaf eden şudur ki: Velayetin tabaka-i vustasında, ehl-i keramet ile ehl-i istidrac arasında iltibas yoktur ve olamaz. Amma fena-yı etemme mazhar velayetin tabaka-i ulyasından olan ehl-i velayet ise; Allah’ın izniyle, onlara münkeşif olan eşya-yı gaybiyeyi Allah namına işleyen havas ve duygularıyla görürler.“  BMs:472

Evet Kur'an'dan tereşşuh eden İşarat-ül İ'caz ve Risale-i Haşir'de kat'î bir işaret hissettim. Emsalleri bulunsun, bulunmasın bence bir keramet-i Kur'aniyedir. İşarat-ül İ'caz'ın bir sahifesine dikkat ettik; satırların başında bütün hurufat ikişer ikişer olup, hârika bir intizam ile hurufatın vaz'edildiğini gördük. Onuncu Söz'de medar-ı tevafuk 3,4,5,6 rakamları, her birisi 13'te ittifakları.. o 13'ün de, Altıncı ve Sekizinci, mahrem Dördüncü Remizlerde mühim bir esrar anahtarı olduğunu gördük. Bunda şübhemiz kalmadı ki, kâğıt üzerinde daima kalacak bir keramet-i Kur'aniyedir, bir ikram-ı İlahîdir ve doğrudan doğruya, risalenin ve iman-ı haşrin tasdikine bir imza telakki ettik. Havada uçmak, su üzerinde yürümeğe benzemiyor. Onlar muvakkat, hem şahsın kemaline ve ihtiyarına, belki istidraca verilebilir. Doğrudan doğruya hakikata -hususan bu zamanda- hizmet edemiyor.B:139

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık