DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

MEŞRUTİYYET

Bir hükümdarın başkanlığı altında ve millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi. Osmanlı İmparatorluğu’nda 23 Temmuz 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilanından 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’ne kadar geçen devir, meşrutiyet devridir.

Bediüzzaman, 1909’da yazdığı bir makalesinde cumhuriyet mânasında meşrutiyeti şöyle tarif eder:

“Meşrutiyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. Onüç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, Din-i İslâm’a büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.

Kuvvet kanunda olmalı; yoksa istibdad tevzi olunmuş olur.

اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِىٌّ عَز۪يزٌ hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da marifet-i tam ve medeniyet-i âm veyahut Din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdad daima hükümferma olacaktır. İttifak hüdadadır, heva ve heveste değil! İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar. Her şey hür oldu. Başkasının kusuru, insanın kusuruna senet ve özür olamaz! Ye’s, mâni-i her kemaldir. “Neme lâzım, başkası düşünsün” istibdadın yadigârıdır.” T:60

Ve yine 1909 senelerinde Bediüzzaman meclis sisteminin lüzumunu belirtmişti. O devrede yazdığı bir eserinde şöyle diyor:

“Zaman-ı sâbıkta revabıt-ı içtima ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşa’ub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüd etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb’usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilesinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir. Ve idare ve terbiye edebilir.” D:78

Bediüzzaman Hazretlerinin demokratlık ve millet hâkimiyeti hakkındaki bazı beyanlarından birkaçı şöyledir.

“Madem ki meşrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milletimiz de yalnız İslâmiyettir.” H:93

“Cumhuriyet ve demokrat manasındaki meşrutiyet ve kanun-u esasî denilen adâlet ve meşveret ve kanununda cem’i kuvvet” D:61

“Hem de meşrutiyet-i meşrûa denilen dünyada beşer saadetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi te’min ile makina-yı hayatın buharı olan hürriyetteki irade-i cüz’iyyeyi, istibdat ve tahakkümün belâsından kurtaran meşveret-i şer’iyyenin mâyesiyle mayalandıran, meşrutiyet-i meşrua sizi herkes gibi imtihana davet ediyor ki, sinn-i rüşde bülûğunuzu ve vasiye adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor.” D:52

İkinci Meşrutiyet devrinde iktidarı elinde bulunduran İttihad ve Terakki Partisini müsbet mecraya sevketmeyi düşünen Bediüzzaman Hazretleri bir ara Meşrutiyet Hükümeti’nin lehinde bulunarak makaleler neşretmişti. Ezcümle meşrutiyete teşvik ettiği devresinde irad ettiği “Hürriyete Hitab” başlıklı bir nutkunda: Hürriyet-i şer’î, şeriata istinad etmek, siyasî tarafgirliklerin ve menfaat-ı şahsiyenin terki, hem şeriat dairesinde ittihad-ı kulûb, muhabbet-i milliye, maarif, say’-i insanî, terk-i sefahet gibi şartların meşrutiyetin tahakkuk ve tealîsinde ana unsurlar olduğunu beyan eder. Hitabe aynen aşağıda konulmuştur.

“Hürriyete Hitab

Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sada ile çağırıyorsun ki, benim gibi bir bedeviyi tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet, zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum. Eğer aynülhayat-ı şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşv ü nema bulsan; bu millet-i mazlumenin de eski zamana nisbeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse ve ağraz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse..

Ya Rab! Ne saadetli bir kıyamet ve ne güzel bir haşir ki, ‌وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ‌ hakikatının küçük bir misalini bu zaman bize tasvir ediyor. Şöyle ki: Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i ka hayata başlamış; menfaatini mazarrat-ı umumiyede arayan ve istibdadı arzu edenler يَا لَيْتَنِى كُنْتُ تُرَابًا demeyeaşladıla. Yeni Hükümet-i Meşrutamız mu’cize gibi doğduğu için inşaallah bir seneye kadar, نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِى الْمَهْدِ صَبِيًّا sırrına mazhar olacağız.

Mütevekkilane, saburane tuttuğumuz otuz sene ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki, azabsız cennet-i terakki ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hâkimiyet-i milliyenin beraat-i istihlali olan kanun-u şer’î, hâzin-i Cennet 1 gibi bizi duhûle davet ediyor.

Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim dahil olalım! Birinci kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı külûb; ikincisi, muhabbet-i milliye; üçüncüsü, maarif; dördüncüsü, sa’y-i insanî; beşincisi, terk-i sefahettir.

Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum...” T:61

“Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ülema ve talebeye hitaben müteaddid nutuklar ile şeriatın ve müsemma-yı meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini izah ve teşrih ettim. Ve mütehakkimane istibdadın, şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki: سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ hadisinin sırrıyla; şeriat âleme gelmiş, ta istibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin. Herhangi bir nutuk irad ettim ise; herbir kelimesine kimsenin bir itirazı varsa, bürhan ile isbata hazırım. Ve dedim ki: “Asıl şeriatın meslek-i hakikisi, hakikat-ı meşrutiyet-i meşruadır.” Demek meşrutiyeti, delail-i şer’iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklidî ve hilaf-ı şeriat telakki etmedim. Ve şeriatı rüşvet vermedim.” T:63

Elhasıl: Şedid bir istibdad ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermadır. Güya istibdad ve hafiyelik, tenasuh etmiş. Ve maksad da, Sultan Abdülhamid’den istirdad-ı hürriyet değilmiş, belki hafif ve az istibdadı, şiddetli ve kesretli yapmakmış!” T:76

“İşte yahu, Sultan Abdülhamid’in mecbur olduğu istibdadını hürriyet zanneden ve kanun-u esasînin müsemmasız isminden ürken adamın sözünde ne kıymet olur.” Mü:26

“Eski Said’in İttihad Terakki komitesine şiddet-i muhalefetiyle beraber, onların hükümetine ve bilhassa orduya karşı tarafgirane yüksek takdiratı ve iltizamları ise, bir hiss-i kablelvuku ile-yağı içinde bulunan- o cemaat-ı askeriyede ve o cemiyet-i milliyede bir milyona yakın evliya mertebesinde olan şüheda, altı yedi sene sonra tezahür edeceğini hissetmiş. İhtiyarsız olarak, meşrebine muhalif onlara dört sene tarafgir bulunmuş. Sabık Harb-i Umumi çalkamasıyla o mübarek yağı alındı, yağı alınmış bir ayrana döndü. Yeni Said dahi Eski Said’e muhalefet edip mücahedesine döndü.” K:79

Yine aynı mevzuda Sultan Abdülhamid zamanında, Bediüzzaman’ın gördüğü hilafete dair gayet hakikatlı bir rü’ya:

“Alem-i mânada padişahı gördüm. Dedim: «Sen zekat-ül ömrü, Ömer-i Sâni’nin mesleğinde sarfet. Tâ ki meşrutiyet riyasetine lâzım ve biatın mânası olan teveccüh-ü umumiyi kazanasın.

Padişah dedi: Ben onun yolunda gideyim; siz de ol zaman ehlini taklid edebiliyor musunuz? Bir de sizde, onlardaki kuvvet-i İslâmiyet ve safvet ve ahlâk...

Ben dedim: Bizdeki tenbih-i efkâr-ı umumî ve tekmil-i mebadî ve vesait ve ihata-i medeniyet, o noktaların yerini tutmakla, hem o noktaları istihsal, hem de netice-i matlub olan terakkiyi intac edebiliyor. Düvel-i ecnebiyenin adaleti bunu isbat eder.

O dedi: Nasıl yapacağım?..

Dedim: İstibdad, kalb-i memalik olan İstanbul’da kan bırakmadığından hüsn-ü niyeti göster. Bir şefkat ile meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi menfur olmuş Yıldız’ı mahbub-u kulûb etmek için eski zebaniler yerine melaike-i rahmet gibi muhakkikîn-i ülemayı doldurmak ve Yıldız’ı dar-ül fünun gibi etmek ve ulûm-u İslâmiyeyi ihya etmek ve meşihat-ı İslâmiyeyive hilafeti, mevki-i hakikisine is’ad etmek.. ve milletin kalb hastalığı olan za’f-ı diyanet ve baş hastalığı olan cehaleti, servet ve iktidarınla tedavi etmekle Yıldız’ı Süreyya kadar i’lâ et. Tâ hanedan-ı Osmanî ol burc-u hilafette pertevnisar-ı adalet olabilsin. Hem de havaic-i zaruriyeyi iktisad et. Tâ alıştırılmış olan israfa iktidarı olmayan biçare millet de iktida etsin. Madem ki imamsın...

Birden uyandım görüm ki, asıl bu âlem-i yakaza rüyadır. Asıl uyanmak ve hakikat o rüya imiş.” AB:375

İşte Hz. Üstadın meşrutiyet devresine ait ve mücmelen verdiği bilgilerden az bir kısmı, nazara verildi.

(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Meşrutiyyet, Abdulhamid II ve İttihat ve Terakki maddeleri)

 

1 Cennet hazinesinin memuru

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık