DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِين

RİSALE-İ NUR’DAN BAŞKA KİTAB OKUNMALI MI? VE SADELEŞTİRME

Aziz Kardeşim Mehmed!

Bilmukabele Ramazan Bayramınızı tebrik eder hizmetlerinin devamını dilerim.

Mektubunuzda, yani görüştüğünüz bazı arkadaşlar, “Risale-i Nur’dan başka kitab neden okumuyorsunuz?” diye soruyorlar diyorsunuz.

Bu sualin cevabı Risale-i Nur’un bazı kısımlarında vardır. Mesela, Kastamonu Lahikası’nın 11. Sahifesinde “Bir suale cevab” diye başlayan mektubda ve aynı eserin 76. ve 182. Sahifesinde ve benzeri mektublarda izahat var. Kitab yazmış olan eski büyük alimlerin zamanında bugünkü gibi umumî ve açık bir şekilde, fen ve felsefe yoluyla iman esaslarına taarruz olmadığından, o mübarek zatlar, aklî, mantıkî ve ilmî delillerden daha çok naklî delillere dayanan ve has mü’minlere hitab eden eserler yazmışlar. Ümmetin uhrevî ve manevî kemalat ve sevablar kazanmalarına çalışmışlar.  Halbuki şimdi dinsizliğin inkârcılığına karşı, maneviyatla beraber aklî ve ilmî delillere dayanan isbatcı eserlere ihtiyaç var. Risale-i Nur’un ise bu ihtiyaca tam bir çare olduğu fiilen denenmiş olduğundan şimdi Risale-i Nur’a ehemmiyet vermek gerekmiştir. Eskideki o büyük zatların eserlerinin (Haşa!) zararlı olduğu iddiası asla yoktur ve olamaz. Muhakkak ki o eserler faydalıdır. Fakat bu zamanki dinsizliğin hücumu, fen ve ilimden geliyor. Mesela ilk mektebden üniversiteye kadar okutulan kâinat ilimleri yani; fizik, kimya, biyoloji ve emsali ilimlerde hep sebeblerin neticeleri yaptığı; tabiat kanunların eserleri ve kanunları meydana getirdiği tarzından dersler veriliyor ve kitablar yazılmıştır. Halbuki bütün bunlar yani bütün sebebler, neticeler ve tabiat kanunları denen adetullah kanunları ve hadiseler Allah’ın eserleridir ve bunlarla yani Allah’ın eserleri ile Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatları bilinsin için Kur’an tekrarla bu eserlere nazarları çevirir...

Kainatta olup bitenlerin sebeblerden ve tabiattan olduğunu söylemek şirkdir. Halbuki sizler ve sizin gibi arkadaşlar ve herkes biliyorki fen ve ilimler, tevhid hakikatına aykırı bir nokta-i nazarla takdir edilip, naturalist ve determinist bir anlayış sahasına aktarılmış gibidir. Bu, yanlız bizim memlekete ait değildir. Umumi bir istilah durumundadır. Bunun yanı başına dehşetli umumi ve aşırı bir sefaheti ve her türlü günahı, medeniyet namı altında açık işlenmesine ilave edilince, bu gençlik ve millet, maneviyat ve ahlak cihetinde ne hale geleceği düşünülsün.

Şimdi bu anlatılan durumun, eski büyük zatların zamanında olmadığı ve eski Yunan ve Roma felsefesinden gelerek yeni çağ felsefesinden tamamen sola ve inkârcılığa kayan ve Avrupa’da Rönesans ve reform hareketiyle dini hayattan ayıran hümanist ve laik bir cereyanın ve mütecaviz materyalizmin umumî istilası, zamanımızda dehşeti ortaya koydu. Şimdi bu durumu sezemeyenler, Risale-i Nur’un nasıl bir zamanda ne şartlar altında hizmet gördüğünü ve ilimle maneviyatı birleştirmek olan Kur’an mesleğinde giderek, maneviyata kuvvet ve ilimlere istikamet verdiğini göremeyenlerin bu asrın Risale-i Nur’a olan ihtiyacını anlamaları biraz zor olur. Evet, değişen dünya durumunu görmek ve anlamak gerekiyor. Risale-i Nur’da çok tekrar edilen “Bu asır, bu zamanda” gibi tabirler, bu hakikatı ifade eder. Eski mübarek eserlerde önem verilen ve teslimiyetli mü’minlere hitab eden tasavvuf, yani ekser tarikatların müşterek noktası olan, zikir, riyazet tarzıyla, yani nefsi öldürmek yoluyla veya ilm-i kelam denen ve eski felsefeye karşı ortaya konan ve ekser halkın ve gençliğin anlaması da pek mümkün olmayan bir kısım mantık kaideleriyle, asrımızdaki bu dinsizlik afetine nasıl karşı konacak, heyhat!...

İşte Risale-i Nur’un bütün bu dinsizlikleri imha edebileceğini anlayan gizli dinsizler yarım asırdan fazladır tek hedef olarak her türlü menfi propaganda imkânlarıyla Risale-i Nur aleyhinde bulundular. Bu hücumları da delildir ki, Risale-i Nur dinsizliği önlemede yüksek seviyeye sahibdir ki, İslam cemaatleri içinde Risale-i Nur’a tek hedef halinde hücum edildi ve dünyada emsali olmamış bir hadise olarak ortaya çıktı. Artık bugün insan dünyası, Risale-i Nur’un yüksek kıymetini yavaş yavaş teslim ve kabul ediyor...

Ancak dinin gizli düşmanları Risale-i Nur’un hizmetine rağbeti azaltmak içini dostane hulûl ederek, yani dindarmış gibi görünerek bazı saf müslümanları, hilelerle aldatıp, Risale-i Nur’a dönen teveccüh-ü umumiyeyi bozmak istiyorlar. Çok müteyakkız olmak lâzımdır. Müslüman kardeşlerle münakaşa etmemek, yumuşak davranmak ve Risalelerden cevap vermek gerektir.

SADELEŞTİRME

Risale-i Nur  eserlerinin Osmanlıca  ifadelerini, bugünkü gençliğin  anladığı basit ve kısmen  uydurma Türkçe’ye çevirmek meselesine gelince; Bediüzzaman Hazretleri bu ifade şeklini bilerek ve lüzumlu gördüğü için kullanmıştır ve değişmesine de izni yoktur. Ancak Risale-i Nur’u okuyup istifade etmek isteyenler, çok az bir gayretle Risalelerden anladıkları kelimeleri öğrenmekle, hem ilmî çalışma yapmış olur, hem edebiyat yükselir ve tekâmül ederler, Zaten dünyaya tekâmül için gelindi. Dinin yüksek seviyesini aşağıya indirmek değil, biz yüksek seviyeye doğru çıkmalıyız.

Hem her bir ilmin kendine has terimleri, ifade şekilleri var. Kimya, edebiyat, fizik, hukuk, tıp, felsefe ve saire her hepsinin kendi lisanı vardır. O lisan zamanla öğrenilip, o ilimde terakki edilir. Bu husus herkesçe bilinen ve tatbikatta olan hakikattır. Hatta ilaç içinde halk için yazılan tarifenameler, tıp lisanıyla başka çare olmadığından halk o reçeteleri gereği gibi anlamaz. Bu meselenin bir hakikatı budur ki: Kelimeler zatında mana taşımazlar, ancak insanların o kelimelere yükledikleri manayı naklederler. O manalarını öğrenmemiş olan o kelimeyi iyi anlayamaz. Mesela: Fizikte “Atom” kelimesi kullanılır. Fakat fizik dersinde atom yapısı öğretilir. Atom yapısını öğrenmemiş kimse, atom kelimesini duyduğu ve okuduğu zaman, atom kelimesini Türkçe söylemekle atomu anlamış olmaz. Demek terimleri Türkçeleştirmek hakiki bir çare değildir.

Hem kelimeler, kullanıldıkları sahaya göre mana dereceleri vardır. Mesela: Pratik ve maddî hayatta, otur, kalk, gel, git gibi kelimeleri herkes rahatlıkla anlar. Fakat kelimeler düşünceye, hislere ve ilme ait olunca inceleşir ve kişinin anlama seviyesinin yükselmesini gerektirir. Hele İlahî ve manevî sahaya ait olunca, aklen ve kalben, ilmen ve manen terakki etmek nisbetinde anlaşılır ve hissedilir. Mesela: Ehadiyet tecellisi, Vahidiyet tecellisi gibi ifadelerini Türkçeleştirmekle yani (Birlik görüntüsü veya yansıması) desek, Risalede izah edilen yüksek manayı muhafaza etmek mümkün olur mu?…

Lisan deyip geçmemeliyiz. Lisanın millî hayatta büyük teserleri vardır. Cılız ve basit kelimeler, insan düşüncesini de cılız ve basit seviyede tutar. Onun için sol cereyan, kullandığımız Osmanlıcayı millî ve dinî lisanımızı bozmaya çalışmışlar. Ve pek çok zararları da oldu, Risale-i Nur lisan sahasında da tahribatı önleme çaresi olmuştur.

Evet bir lisan zaman seyri içinde bazı yabancı kelimeleri veya yeni türemiş kelimeleri içine alır ve normal olarak o lisana mal olur. Yukarıda kullandığımız Fransızca asıllı “Normal” kelimesi gibi. Fakat zoraki yollarla kelimeler uydurup lisan içine kaide dışı olarak aktarılırsa, lisan da, ilim de, millet de perişan olur.

Dershaneye yeni gittiğimiz arkadaşlar geldikleri yer hakkında bilgi isterlerse; “Burası günlük hayatta sık sık görüştüğümüz arkadaşlarımızın yeridir. Burada arkadaşlarımızla ilmî ve dinî sohbetlerimiz olur. Oturur, konuşur dinleriz.” Diye bilgi verilir ki, hakikat-ı hal de öyledir…

Mektubumuz biraz uzun oldu, kusura bakmayın. Arkadaşlara da selamlar...

Kardeşin Rüştü

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık