DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

SADAKAT

(Sıdk’dan) Dostluk. Bir kimseye Allah için kalbden bağlılık. Doslukta sebat ve vefadarlık. *Bir mesleğin düstur ve kaidelerine, hiç tasarruf etmeden ve tereddütsüz olarak ihlas üzere fiilen bağlılık.

Bir ameli, Allah emrettiği için yapmak ihlas; emredildiği gibi yapmak ise sadakattır. Sadakatın biri manevî, diğeri fiilî olarak iki ciheti vardır. Kişinin bağlandığı düsturlara ciddi ve kalbî samimiyetle bağlılığı, sadakatın manevi cihetidir. Bu manevi bağlılığın fiilî tezahürü ise, bağlandığı düsturların icablarını tasarruf etmeden ifa etmek gayretinde olmak, sadakatın fiilî cihetidir.

Bir mercie itaat ve bağlılık manasındaki sadakat, ittifaka ve dolayısıyla şahs-ı manevînin teşekkülüne; sadakatsızlık ise ihtilafa sebebdir. Zira merciin birliği, birleştirici olduğu gibi, şahsî temayül ve reylere tebaiyet de tefrikayı netice verir. Bu sebeble de sadakatsız olan kimse, şahs-ı manevîden istifade hakkını kaybeder. Sadakat sahibi kimse ise, mensub olduğu cemaatın yekûn sevabına, rahmet-i İlahiye ile mazhar olur. Çünkü bir sisteme ve muayyen düsturlara sadakatla bağlı olanlar, bu bağlılık sebebiyle gayeleri bir, düşünceleri bir, çalışma tarzları ve hareketleri bir olur. Bu husus şöyle ifade ediliyor:  “Sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksad ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip...” (L:161) yani uhuvvet, gaye ve vazifede tevafuk eden ferdler, şahs-ı manevî teşkil ederler.

Bilhassa dinî mesleklerde kudsi, ulvi ve layetezelzel ve Kur’anî düsturlara sadakatla bağlanmak, temasülün neticesi olan tezad ve ihtilafı da önler. Zira fevkalâde mütemayiz ve cemaate merkez olabilen mümtaz bir şahsiyet, cemaatin birliğini muhafaza eder. Fakat o şahsiyetten sonra, onun yakınları, seviyeleri birbirine mütemasil olduklarından, aralarında itaat sebebi mevcut olmaz. Hatta tezada da sebebiyet verebilirler. Zira “temasül tezadın sebebidir.” (H:129) diye bu hakikat beyan ediliyor. Nifak cereyanı dahi bu şahıslara taaruz ederek cemaatı dağıtmak ister. Onun için, bağlı oldukları mesleğin değişmeyen esasatına tam sadakat göstermeleri ve füruatta da usule uygun meşverete havale etmeleri ve hissî hareket etmemeleri gerektir. Sadakatı terk eden, şahs-ı manevînin teşekkülüne mani olan sadakatsızlığından dolayı, şirket-i maneviyenin yekûn sevabından mahrum kalır, belki de çok mes’uliyetlere girer.

Kendilerine hak tebeyyün ettikten sonra haktan i’raz edenlerin halleri Kur’anda şöyle tavsif ediliyor:

وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ  ve kalblerini kasavet içinde bıraktık; ne söylense duymaz, gadr ü zulümden kaçınmaz. Bunun için يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ  kelimeleri mevzi’lerinden tahrif ederler. Kelimeleri şuraya buraya çekerek kelâmı maksadlarına göre tağyir ederler. (E.T. 1602)

Yani te’vilat-ı faside ile düsturları tağyir ederek hissiyat ve hevalarına uyarlar.

Hz. Bediüzzaman, Nurculara hitaben bir mektubunda düsturlara sadakat göstermek konusunda şöyle diyor:

“Bugünlerde hatırıma geldi ki: Hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. Bu kadar günahlara karşı insanın hususi ibadet ve takvası nasıl mukabele edebilir? diye me’yusane düşündüm. Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nurşakirdleri hakkında necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair kuvvetli işaret-i Kur’aniyeyi beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düşündüm.

Kalben dedim ki: “Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?” diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:

Risale-i Nur’un hakiki ve sâdık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve samimi ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakiki şakird bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder. Bazı melaikenin kırkbin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakiki müttaki bir şakird dahi, kırkbin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşaallah ehl-i saadet olur. Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve ictinab-ı kebair derecesiyle o ulvi ve külli ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir.” K:96

Evet “Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.” K:115

Yani mezkûr keyfiyet sıfatlarının derecesine göre fitne-i ahirzamanın tesirinden kurtulur, diye bu fitneye karşı asıl çarenin Risale-i Nur olduğu hatırlatılır.

Nifak cereyanının tecavüzüne karşı dayanamayıp kalben değil, fiilen sadakatını terk edenleri muhafaza için Hz. Üstad diyor:

Ben birkaç gündür bir duamı değiştirdim. Şimdiye kadar bazan yüz defa tekrar ile وَاغْفِرْ veya وَفِّقْ gibi dualarda طَلَبَةَ رَسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ cümlesinden  الصَّادِقِينَ kelimesini kaldırdım; tâ ki ruhsatla amele kendini mecbur bilen ve sıkıntının verdiği evham ve me'yusiyet cihetiyle zahirî inkâr ve çekinmekle azimet ve sadakata muhalif hareket eden kardeşlerimiz o dualardan mahrum kalmasınlar.” Ş:328

Risale-i Nur'u sadakat ve devamla okuyan hakikî bir Nur talebesi; ahlâken düşük insanlar arasında kalsa da, ahlâkını bozmadan onlardan uzaklaşıp kendini kurtarıyor.”G:264

Bu tavsiye, hecren cemila ayetiyle Kur’anın emridir.

Şahsî “...makamlara irtibatınızı bağlamayınız....hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermekyerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlâs lâzımdır.” K:89

Yani bu asırda Risale-i Nur, şahsa değil kitabtaki esaslara bağlanmayı ister.

“Risale-i nur hizmetinde tecelli eden rıza-yı ilahi ve tevfik nurlarının tevali ve devam etmesi için her halde Hazret-i Üstad Bediüzzaman’ın tâkib ettiği meslek ve meşrebi, yarım asra yaklaşan uzun bir hizmet devresinde muhtelif hâdiseler, şiddetli tazyikat ve hücumlar karşısında maddî ve mânevî engeller içerisinde takındığı tavır, niyaz ve yaşadığı hâlet-i ruhiye ve gösterdiği azim ve sadakat gibi ahvali olan “Sıddîkıyyet mesleğidir” ki: Nur Talebeleri için ehemmiyetle bilinmek, anlaşılmak ve yaşanmak icâb eder.” H.Rehberi

Kur’an (6:116) ayetinde de hak düsturlarına uymak yerine zanlarına uyan sadakatsız ekseriyete uyulamıyacağı beyan edilir.

Hem Kur’an (5:66) (11:116) ayetleri emr olunduklarını yaşamayan (sadakatsız) ekseriyet içinde müktesid (müstakim) bir cemaat-ı kalileyi nazara vermesi de aynı manayı teyid eder.

Arkadaşlarımızdan metin kalbli, sadakatı kuvvetli, niyeti ihlaslı, himmeti âlî gördükleri vakit başka noktalardan hücum ederler.” M:426

“Evet yol iki görünüyor. Cadde-i Kübra-yı Kur'aniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar,1 bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşâallah Risale-i Nur yoluyla Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın daire-i kudsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.” L:162

 

1 Enaniyete mağlub olup ihlâs ve sadakatı terk edenlerin durumu beyan ediliyor.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık