DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

SOHBETLER NASIL OLMALI?

İslâm âdâbında ve muaşeretinde müsbet sohbet makbuldür ve faydalıdır. Fakat nazarları dünyaya, âfâkiyata ve malâyaniyata dağıtan veya ahlâk ve âdâba aykırı düşen menfî sohbetler ise, caiz değildir ve zaralıdır. Böyle sohbetlerden (23:3) (28:55) gibi âyetlerin emriyle uzaklaşmalıdır.

Evvelâ,  bizler için en ulvî ve müsbet sohbet nümunesi olan ve sohbet-i Nebeviyenin hususiyetlerini ve neticelerini gösteren birkaç kısa bahislerini görelim. Şöyle ki:

“Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr ü sülûke mukabil, hakikatın envârına mazhar olur.” (S:489)

“Sahabeler ise, sohbet-i nübüvvetin in'ikasıyla ve incizabıyla ve iksiriyle tarîkattaki seyr ü sülûk daire-i azîminin tayyına mecbur değildirler. Bir kademde ve bir sohbette zahirden hakikata geçebilirler.” (M:50)

“Sohbet-i Nebeviye ne derece bir iksir-i nurani olduğu bununla anlaşılır ki: Bir bedevi adam, kızını sağ olarak defnedecek derecede bir kasavet-i vahşiyanede bulunduğu halde, gelip bir saat sohbet-i Nebeviyeye müşerref olur, daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şefkat-i rahîmaneyi kesbederdi. Hem cahil, vahşi bir adam, bir gün sohbet-i Nebeviyeye mazhar olur; sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi, o mütemeddin kavimlere muallim-i hakaik ve rehber-i kemalât olurdu.” (S:489)

KELÂMDA İSRAF ETMEMEK

“Resul-i Ekrem (A.S.M) فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ emrini tamamiyle imtisal ettiği için, bütün ef’al ve akval ahvalinde istikamet, kat’î bir surette görünüyor ... hatta tekellümünde ve ekl ve şürbünde iktisadı rehber ve israfdan kat’iyyen istinab etmiştir.” (L:60)

Sohbet-i Nebevî telkinlerin neticesi olarak sahabeler daima marziyat-ı Rabbaniyeyi merak edip o mes’eleleri sohbet ederlerdi. Bu hal, bizler için ittiba edeceğimiz en mühim örnek ve tekâmül sebebidir. Şöyle ki:

“Nasılki çarşıda mevsimlere göre, birer metâ megup oluyor. Vakit be-vakit birer mal revaç buluyor. Öyle de alemmeşherinde, içtimaiyat-ı insaniye ve medeniyet-i beşeriye çarşısında, her asırda, birer metâ mergup olup revaç buluyor ... Meselâ şu zamanda siyaset metâı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçlar gibi ... ve selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergup metâ, hâlik-ı semanat ve arzın marziyatlarını ve bizden arzularını, kelâmında istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve kur’an ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak vesâilini elde etmek idi ... Her kimin güzelce bir istidadı bulunması, onun kalbi ve fıtratı, şuursuz olarak her şeyden bir der-i mârifet alır. O zamanda cereyan eden ajval ve vukuat ve muhâverettan taallüm ediyordu.” (S:481)

Bu sebeble “İçtihadda yani istinbat-ı ahkâmda, yani Cenab-ı Hakk'ın marziyatını kelâmından anlamakta, sahabelere yetişilmez. Çünki o zamandaki o büyük inkılab-ı İlahî, marziyat-ı Rabbaniyeyi ve ahkâm-ı İlahiyeyi anlamak üzere dönerdi. Bütün ezhan, istinbat-ı ahkâma müteveccih idi. Bütün kalbler, "Rabbimizin bizden istediği nedir!" diye merak ederdi. Ahval-i zaman, bu hali işmam ve ihsas edecek bir tarzda cereyan ediyordu. Muhaverat, bu manaları tazammun ederek vuku buluyordu.” (S:491)

Halbuki “şimdi saadet-i ebediyeye bedel, saadet-i dünyeviye medar-ı nazardır. Beşerin nazar-ı dikkati, başka maksadlara müteveccihtir. Tevekkülsüzlük içinde derd-i maişet, ruha sersemlik ve felsefe-i tabiiye ve maddiye akla körlük verdiğinden; beşerin muhit-i içtimaîsi, o şahsın zihnine ve istidadına, içtihad hususunda kuvvet vermediği gibi, teşettüt veriyor, dağıtıyor.” (S:492)

Demek müsbet telkin ve tekâmül şartlarını bulmak için -bilhassa nur medreselerindeki hayatta- asr-ı saadetin mezkûr sohbetlerine ihya ve asr-ı hâzırın sohbetlerine de kapıyı kapamak gerekir. Çünkü, cemiyette merak edilip alâka duyulan ve böylece umumîleşen mes’eleler hakkında yapılan sohbetler, o mes’eleleri idame ettiren en müessir telkinlerdir.

“Diyar-ı İslâmda ise ... umum Erkân-ı İslâmiyete ait muhaverat-ı ehl-i İslâm, o kelimat-ı mukaddesenin mücmel meallerini, mütemadiyen ehl-i imana telkin ediyorlar.” (M:434)

Hz. Üstad sohbetlerden ziyade hizmete dikkat çeken beyanında diyor ki:

“Benim dar vaktim ve inzivadan gelen halet-i ruhiyem bıraksa, o fedakâr dostlara tam sohbet etmeğe hizmet-i Nuriye müsaade etmezdi.(Ş:485)

“Ziyarete gelen dost dört-beş adama karşı "Beni meşgul etmeyiniz" diye lüzumsuz hiddet ettim. Her ne ise...” (K:231)

“Vaktimi lüzumsuz sohbetlerle ve tasannu’ve hodfüruşluk ile geçirmemek için tecrid koğuşunda bulunucağım.” (L:266)

 “Eski Said ... sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti.” (M:62)

MÜSBET SOHBET

“Üstadın bir dersi, bir sohbeti, çok gençler için vesile-i necat olduğu gibi, Risale-i Nur'a fedakârâne hizmet için de bir menba-ı istinad olurdu.” (T:462)

“Siz hem birbirinizi teselli, hem kuvve-i maneviyeyi takviye, hem tatlı sohbetle müzakere-i ilmiye, hem Nurların yazması ve mütalaalarıyla bu geçici zahmetin noktasını siler rahmet yapmağa, bu fâni saatleri bâki saatlere çevirmeğe muvaffak olursunuz inşâallah.” (Ş: sh: 520)

“Hem mütefekkirane, o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî zîneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş:

Yani: Semavat zemine gıbta eder ki; zeminde hâlisen-lillah sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar; kendi Sâni'-i Zülcelalinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü eser-i san'atını birbirine göstererek Sâni'lerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.” (B:260)

“Allah için sohbet etmek ve hakiki bir teselli alıp vermek” lâzım. (Ş:310)

“Bizim mesleğimizde sohbet-i sûriye ehemmiyeti azdır.” (K:214)

Hem “herkesin arzu ettiği ve istediği ve ferahla kabul ettiği, şahsına karşı hürmet ve muhabbet ve sohbet, -fakat Risale-i Nur'a taalluk eden noktalar haricinde- bana ağır geliyor, beni sıkıyor, müteessir ediyor.(K:135)

Üstad Hazretleri diyor ki: “Yılanlar zehirine karşı tiryak tedarikiyle ve onları kaçırmasıyla meşgul ve vazifedar bir tek adam, yılanlar içinde duran ve sineklerin ısırmasına maruz olan ve sinekleri kaçırmak için çok yardımcıları bulunan diğer bir adama, yılanların ısırmasını bırakıp ona, sinekler ısırmamasına yardım için koşan divanedir. Ve onu çağıran dahi divanedir. O sohbet dahi divanece bir konuşmaktır.” (K:124)

Demek, hakikat-ı imaniyeye hizmet edenler, mesail-i dünyeviye ile meşgul edilmemelidir.

Sohbetlerde münakaşa edilmemeli:

“Kardeşlerime tavsiye ediyorum ki: İnşikaka ve iftiraka sebebiyet veren münakaşa etmesinler. Yalnız müdavele-i efkâr suretinde niza'sız mübahaseye alışsınlar…” (L:106)

 “Haklı olsa, haksız olsa bu halimizde münakaşa eden haksızdır.” (Ş:321)

NETİCE

Asr-ı Saadetteki cemiyette bütün sohbetler ve umumî olarak merak edilip rağbet gören mes’eleler, kelâm-ı İlâhiyeden, murad ve marziyat-ı İlâhiyeyi anlamak ve âhireti kazanmak idi. Zamanımızda ise:

1- Hayat-ı dünyeviyenin te’mini..

2- Siyaset merakları..

3- Felsefenin revacı. Yani: Dînî hükümlere tâbi olmak yerine, kendi arzusuna ve aklına göre dini te’vil edip kendi isteklerine uymaktır. Böyle bir hâle düşmemenin ehemmiyetli bir çaresi, Asr-ı Saadet cemiyetinin mezkûr hususiyetlerine bir derece sahip olan ve asrımızın mezkûr üç hastalığımıza karşı kapısını kapayan bir cemaat içinde olmaktır.

Cemiyetin ve geniş dairede çalışan Nurcuların, manevi istinad noktası ve bir itimad merkezi olarak bulunması gereken bu haslar dairesi cemaati bulunmazsa veya geniş daireye meyl ederek keyfiyyet hususiyetlerini zayıflatır veye kaybederse, artık dünyanın vazifesi bitiyor demektir …

 

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık