DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

TESANÜD

Mütesanid cemaat, yani ittifak-ı hakiki İslamiyette esastır. Evet, İslamiyet bütün Müslümanların asgari olarak gayede ve esasat-ı diniyede müttefik olmalarını ister. Aksi halde kuvvetlerini kaybedip izzet-i İslamiyeyi muhafaza edemezler ve zillete düşerler.

Kur’an وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلاَ تَفَرَّقُواۖ 3:103 âyetinde esasat-ı diniye manasına gelen hablullaha sarılmak ve onda ittifak etmek emredilir. Bu esaslar, ittifak için nokta-i telâkiyi teşkil ederler. Hem din dairesinde kalabilmenin zaruri esasları olduğundan bu esaslara zaruriyat-ı diniye denilir.(Bakınız: Nokta-i Telâki derlemesi)

Evet, Mektûbatta şu kat’i beyan var:Zaruriyat-ı Diniye” denilen ve kabil-i tevil olmayan ve “Muhkemat” denilen düsturları ise, hiç bir cihette kabil-i tebdil değildir ve medar-ı içtihad olamaz. Onları tebdil eden, başını dinden çıkarıyor; يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الْقَوْسِ kaidesine dâhil oluyor.” M:435

Yani, okun yaydan çıkması gibi, kişi dinden çıkmış olur. Nifak cereyanının sinsi ifsadatiyle Müslüman, hissiyatına itilerek ve esasata taalluk eden ciddi bir muhalefet de olmadığı halde şuursuzca ihtilaflara düşürtülüyor. Risalede şu ders veriliyor.

“Halbuki bu zaman kadar, hiç bir zaman, din âlimlerinin ittifakına ve münakaşa etmemesine muhtaç olmamış. Şimdilik teferruattaki ihtilâfı bırakmaya ve medar-ı münakaşa etmemeye mecburuz.” Ş:403

“Madem bu zamanda zendeka ve ehl-i dalâlet ihtilâfdan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeâiri bozarak Kur’ân ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var, elbette bu müthiş düşmana karşı cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilâf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.” E:204

Mevzumuzla alâkalı olarak Bediüzzaman Hazretlerine sorulan bir sual ve cevabı:

“S – Âlem-i İslâmdaki ihtilâfı tâdil edecek çare nedir?

C – Evvelâ: Müttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar etmektir. Çünkü, Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’ânımız bir… Zaruriyat-ı diniyede umumumuz müttefik… Zaruriyat-ı diniyeden başka olan teferruat veya tarz-ı telâkki veya tarik-i tefehhümdeki tefavüt, bu ittihad ve vahdeti sarsamaz, râcih de gelemez. El-hubbu fillah düstur tutulsa, aşk-ı hakikat harekâtımızda hâkim olsa –ki zaman dahi pek çok yardım ediyor– o ihtilâfat sahih bir mecrâya sevk edilebilir.” Sti:83

“Şeriattan işitiyoruz ki: Re’y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. İşte şu, bu meclisteki re’y, ekseriyetin naziresidir.” Sti:79

“Muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.

Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyeyi ve asayişi muhafaza etmektir.

İkinci şart: Muhabbet üzerinde hareket etmek, başka cem’iyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeğe çalışmamak. Birinde hata bulunsa, müfti-i ümmet cem’iyet-i ülemaya havale etmektir.

Sâlisen: İ’lâ-yı Kelimetullahı hedef-i maksad eden cemaat, hiçbir garaza vasıta olamaz. İsterse de muvaffak olamaz. Zira nifaktır. Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir şeye feda olunmaz. Nasıl Süreyya yıldızları süpürge olur veya üzüm salkımı gibi yenilir? Şems-i hakikata “püf, üf” eden, divaneliğini ilân eder.

Ey dinî cerideler! Maksadımız: Dinî cemaatlar maksadda ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklid yolunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün” sözünü de söylettirir.” H:98

“Eğer denilse: “Hadiste, 1 اِخْتِلاَفُ اُمَّتِى رَحْمَةٌ  denilmiş. İhtilâf ise tarafgirliği iktiza ediyor. Hem tarafgirlik marazı, mazlum avâmı, zalim havassın şerrinden kurtarıyor. Çünkü bir kasabanın ve bir köyün havassı ittifak etseler, mazlum avâmı ezerler. Tarafgirlik olsa, mazlum bir tarafa iltica eder, kendisini kurtarır. Hem tesadüm-ü efkârdan ve tehalüf-ü ukulden hakikat tamamıyla tezahür eder.

Elcevap: Birinci suale deriz ki: Hadisteki ihtilâf ise, müsbet ihtilâftır. Yani, herbiri kendi mesleğinin tamir ve revâcına sa’y eder. Başkasının tahrib ve ibtaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfi ihtilâf ise –ki garazkârâne, adâvetkârâne birbirinin tahribine çalışmaktır– hadisin nazarında merduttur. Çünkü birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler.

İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârâne, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkârâne tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona –hâşâ– lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.

Üçüncü suale deriz ki: Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifakla beraber, vesâilde ihtilâf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder. Fakat tarafgirâne ve garazkârâne, firavunlaşmış nefs-i emmâre  hesabına  hodfuruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor.  Çünkü, maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkîsi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritâne gider, kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hal-i âlem buna şahittir.” M:268

“Gayet ciddî bir ihtar ile bir hakikatı beyan etmeye lüzum var. Şöyle ki: لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ الاَّ اللّٰهُ sırrıyla ehl-i velayet, gaybî olan şeyleri bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşere’nin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer bütün bütün zahir-i şeriata muhalif ve hatası zahir bir içtihad ile hareket edilmiş ola. K:19

Demek şeriatın açık hükümlerine muhalefet eden veli dahi olsa makamından düşer ve mesul olur.

Kur’an (28:4) âyetinde, Firavun’un yani firavuniyet cereyanının, yani süfyaniyetin milleti bölerek kendine bağladığı bildirilir. Hem

“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.” M:270  (Mehaz: Risale-i Nur’un Kudsi Kaynakları. Hadis sıra no:561)

Beyyinatın geçtiği pek çok âyetlerden birkaç not:

-Beyyinatı fâsıklardan başkası inkâr etmez. (2:99)

-Beyyinatı ketmedenler (gizliyenler) mel’un olurlar. (2:159)

-Beyyinata rağmen ahkâm-ı şer’iyeden i’raz edenleri, yani dinlemiyenlerin zecri: (2:209)

-Beyyinata rağman tefrikaya düşenler gibi olmayınız: (3:105)

Basiret hakkında bir ayet: اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ Meali: Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese iliştiği zaman, durup düşünürler de derhal kendi basiretlerine sahib olurlar. (7:201)

Bu ayette şeytandan, yani galib manasiyle müfsid münafıktan gelen aldatıcı telkinlerini basiret ferasetiyle düşünerek sezip aldanmayan hakiki mü’min tavsif ediliyor. Ayet manidar ve ibretliktir.

Netice

Esasat ve zaruriyat denilen, yani açık ve te’vil kaldırmaz sarih hükümlere bilerek muhalefet etmek ve hissiyat ve şahsi hukuk gibi sebeblerle ihtilaf çıkarmanın mesuliyetinin çok büyük olduğu, hatta zendekaya bilmeyerek alet olma tehlikesi bulunduğu, Külliyat-ı Nurda tekraren ihtar edildiği malumdur. Bu asırda, kitabî ölçülerden daha çok hissî temayüller ve tarafgirlikler hükmedip, etrafında cemaat toplamak bir gaye haline geldiğinden ve manevi mesuliyet hissinin çok zayıflaması gibi sebeblerle, ferdî, cemaatî ve içtimaî tedenniyata şuursuzca yol açılıyor.

 

 

1   el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:64; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:210-212.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık