DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِي

ZENDEKA

Daha çok zamanımıza bakan Nurun ehemmiyetli bazı düstur ve tavsiyeleri olup, İslam Prensipleri  Ansiklopedisinden yapılan bir tesbittir:

İslâm dünyasının en büyük bir meselesi olan ihtilafı terk ile esasat-ı diniye etrafında ittifak etmek ve teferruat sayılan meseleler üzerinde usulsüz münakaşalara girmemek gerektiği fikrini ısrarla ileri süren Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Bu zamanda zendeka ve ehl-i dalâlet ihtilaftan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak, Kur’an ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müdhiş düşmana karşı cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.» (E:204) (Bak: Müsbet Hareket)

«Şimdi ehl-i iman, değil müslüman kardeşleriyle belki Hristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünki küfr-ü mutlak hücum ediyor.» (E:206) (Bak: 785.p.)

«Binler teessüf ki: şimdi müdhiş yılanların hücumuna maruz biçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz’î kusuratı bahane ederek birbirini tenkidle yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar.» (K:246)(Bak: 1528.p.)

«Hatta hadis-i sahihle âhirzamanda İsevîlerin hakiki dindarları, ehl-i Kur’anla ittifak edip müşterek düşmanları olan zendekaya karşı dayanacakları gibi, şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimi ittifak etmek, belki Hristiyanların hakiki dindar ruhanileri ile dahi medar-ı ihtilaf noktaları, muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmiyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.» (L.151)

“Bu zamanda zendeka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebesinde nefs-i emmarenin planiyle, şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi, yarım çıplak hanımlardır ki; açık bacağıyla, dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikah yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişlettirmeğe çalışarak, çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar. Bir kaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennem’in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur. Hatta bu halin neticesi olarak, o âhirzamanda, bazı yerlerde nikaha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahipsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadisin rivayetinden anlaşılıyor.» (G.R:23) (Bak: 2861.p.)

Kur’an (28:4) âyetinde, Fir’avn’un milleti bölerek kendine bağladığı bildirilir. Hem “ehadis-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zendeka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri hercümerc eder ve koca Âlem-i İslâm’ı esaret altına alır.” (M.270)

Bediüzzaman Hazretleri ehl-i dalaletin ifsad planlarını icmalen şöyle beyan eder:

“Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki: Yüzde on ehl-i fesad, yüzde doksan ehl-i salahı mağlub ediyordu. Hayretle merak ettim, tedkik ederek kat’iyyen anladım ki: O galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fesaddan ve alçaklıktan ve tahribden ve ehl-i hakkın ihtilafından istifade etmesinden ve içlerine ihtilaf atmaktan ve zaif damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağraz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmündebulunan fena istidadları işlettirmekten ve şan u şeref namıyla riyakârane nefsin fir’avniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor. Ve o misillü şeytanî desiseler vasıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler.

Fakat وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ   sırrıyla, اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ (1 ) düsturuyla onların o muvakkat galebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, Cehennem’i kendilerine ve Cennet’i ehl-i hakka kazandırmalarına sebebdir.” (L.85)

Fitne ehlinin mütecaviz ve hâkim olduğu devrelerde, tebliğ tevakkuf edilebilir veya tebliği ciddi muhtaçlara has kılmakla çok dar sahada kalabilir. «Ebu Sa’lebe el-Huşenî diyor: Ben (5:105) âyetini Hz. Peygamber (A.S.M.) sordum. Cevaben dedi ki: “Ne zaman mucibince amel edilen bir cimrilik (şahsî menfaatçilik), peşinde gidilen hevesat (aşırı sefahat) görür ve insanların Dünya hayatını âhirete tercih ettiğine (bak: 719.p.) ve insanların (şer’î delilleri ve ahkâmı nazara almayıp) kendi rey ve düşüncelerini beğendiklerine şahid olursan, (bak: Heva) o zaman kendi başının çaresine bak. Başkalarıyla uğraşma.» (Ebu Davud, Melahim 17, 4341. hadisten bir kısmı olup, İbn-i Mace, Kitab-ül Fiten, 21. bab’ı da aynı mevzuya dairdir.)

Peygamberlerin kıssalarında görüldüğü gibi (Bak: Kur’an 54:9) tebliğ tamamen yapılmaz hale gelince, tevakkuf devresi ve hicret başlar ve azgın kavm’e de Allah’ın gazabından musibetler gelir. Peygamberlerden sonra din büyüklerinin tebliğ hayatları da, aynı sünnetullah (Bak: Sünnetullah) içinde cereyan eder.

Asrımızda dine hizmet uğrunda çok eziyetlere uğrayan Bediüzzaman, bu şiddetin son haddine gelmesi halinde, İlahî musibetlerin gelebileceğini hatırlatmak için şöyle diyor:

«Eğer Ankara’da hâkim olan Halk Partisi, oraya giden Risale-i Nur’un kuvvetli kitablarına karşı inad etse ve müsalaha niyetiyle himayesine çalışmazsa, bizim en rahat yerimiz hapistir ve mülhidler, bolşevizmi zendeka ile birleştirdiğine alâmettir ve hükümet onları dinlemeğe mecbur olur. O zaman Risale-i Nur çekilir, tevakkuf eder, maddi ve manevi musibetler hücuma başlarlar.» (Ş.337)

«Sizin sebat ve metanetiniz, masonların ve münafıkların bütün planlarını akim bırakıyor. Evet kardeşlerim, saklamağa lüzum yok. O zındıklar, Risale-i Nur’u ve şakirdlerini tarikata ve bilhassa Nakşî tarikatına kıyas edip, o ehl-i tarikatı mağlub ettikleri plânı ile bizleri çürütmek ve dağıtmak fikriyle bu hücumu yaptılar.

Evvela: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin su-istimalatını göstermek.

Ve saniyen: O mesleğin erkânlarının ve müntesibîninin kusuratlarını teşhir etmek.

Ve salisen: Maddiyyun felsefesinin ve medeniyetinin cazibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmek ile mabeynlerinde tesanüdü kırmak ve ve üstadlarını ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıyla nazarlarından sukut ettirmektir ki, Nakşilere ve ehl-i tarikata karşı istimal ettikleri aynı silah ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar

Çünki Risale-i Nur’un meslek-i esası; ihlas-ı tam ve terk-i enaniyet ve zahmetlerde rahmeti ve elemlerde baki lezzetleri hissedip aramak ve fani ayn-ı lezzet-i sefihanede elîm elemleri göstermek ve imanın bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar olmasını ve hiçbir felsefenin eli yetişmediği noktaları ve hakikatları ders vermek olduğundan, onların plânlarını inşâallah tam akîm bırakacak ve meslek-i Risale-i Nur ise tarikatlara kıyas edilmez diye onları susturacak.» (Ş.302)

“Bu memleketteki ehl-i siyaset garba ve ecnebiye siyasi ve manevi verdiği rüşvetin yüz mislini âlem-i İslâmın ileride cemahir-i müttefikası hükmünde olacak olan dört yüz milyon müslaman kardeşlere memleket ve milletin ve bu devlet-i İslâmiyenin selâmeti için gayet azîm bir rüşvet vermesi lâzım ve elzemdir.

İşte o makbul, lâzım ve çok menfaatli, caiz ve vacib rüşvet ise: Teavün-ü İslâmın esası ve hediye-i Kur’an’ın semavi bir düsturu ve rabıtası ve kudsi kanun-u esasisi olan

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

 وَ اعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمِيعًا  

 وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى  

 وَ لاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلوُا وَ تَذْهَبَ رِيحُكُم ْ

kudsî esasî kanunlarını, düstur-u hareket etmektir.” (Em:83)

“Eski zamamda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mani olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil; belki muhtaçtırlar. Çünki komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik doğrudan doğruya anarşistliği  intac ediyor.

Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri, bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istilai-i ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.” (Em:24) (Bak: 785.p.)

 

1 H.G. hadis: 70 ve K.H. hadis: 362

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık