DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

ZÜBEYİR GÜNDÜZALP AĞABEYİN HİZMET ANLAYIŞI ve BİLİNMEYEN YÖNLERİ

(1967-1971 Devresi)

Aradan hayli seneler geçmesine rağmen hala sorulup, mevzu edilen merhum Zübeyir ağabey devresindeki meselelerin mahiyeti, şimdi yeni yetişenlerin de merak etmeleri cihetiyle, 1967’ler devresine bakan bu hadiseleri bazılarının merakını gidermek için tekrar etme ihtiyacını duyduk. Şöyle ki:

Rüştü Ağabeye sorduğumuz bazı sualler ve cevabları:

Birinci Sual: Süleymaniye medresesinden Zübeyir Ağabeyle beraber ayrılmanızın sebebi ne idi?                                            

Cevab: Süleymanideki medresemizin alt katında kaldığımız zamanlarda ben bir rüya görmüştüm. Orada bizim bir elbise askısı var. Rüyada görüyorum ki, bu askıda bir kumandan kaputu asılı. Zübeyir Ağabeyin olduğunu biliyorum. Zübeyir Abi de o sıralar İstanbula yeni geldi ve o zamanlar Zübeyir Ağabeyin Üstadın yakın bir talebesi olduğu hususunda, yeterli bir bilgimiz yok ve kendisi ikinci kattaki odada kalıyordu. İşte o zaman o kaputu rüyada görüyorum. Kaputun da Zübeyir Ağabeyin olduğunu düşünüyorum. Zübeyir Ağabey sivil, niye kumandan kaputu var diyorum. Kaput buralarda kaybolmasın düşüncesi ile kaputla yukarı Zübeyir Ağabeyin kapısına çıktım. Ben daha kapıyı tıklamadan o güya “benim aşağıda kaputum var, git getir,” deyipte bekler gibi kapıyı açtı. Vakur bir çehreyle, kaputa doğru elini uzattı ve aldı.

Sonra uyanınca bu rüya bir işarettir dedim. Zübeyir Ağabey Üstadın hizmet hayatında bulunmuştur, herhalde ileri derecede bir durumu var. Hatta bir defasında, benim kaldığım küçük odama Tahirî Ağabey gelmişti. Ona bir mesele sordum Ne sorduğumu şimdi hatırlamıyorum. Tahirî Ağabey dedi ki:

“Ahi bu ve buna benzer meseleler ince ve derindir, biz bilemeyiz. –Biz derken Üstad Hazretlerinin yanında bulunan diğer hizmetkârlarını kastediyordu– Ancak Zübeyir Efendi bilir. Çünkü, herbir büyük zatın bir sır kâtibi olur, Zübeyir Efendi Üstadımızın sır kâtibi gibiydi. Fakat sualine cevap verir vermez, bilemem” dedi.

Şimdi düşündüm böyle kâmil ve veli bir Ağabey, hem Zübeyir Ağabeyden yaşlı, ben o zaman hayli gencim. Tahir Ağabey genç bir Nurcuya, Zübeyir Ağabeyi nazara veriyor ve kendisini setrediyor. Bugün bu derece ihlâslı Nurcular yeteri kadar olsa Türkiye’nin durumu ne olurdu diye düşündüm.

Ben o odada bildiğime göre tam bilemem ya, tarihleri bilemiyorum, 1966’nın sonu 1967’nin başı gibi zannediyorum. Zübeyir Ağabey arasıra benim kaldığım küçük odama gelirdi. Odasında elektik ocağında bazan çay yapar, bazan da bana ikram ederdi ve o vesile ile bazı hususlarda izahat verirdi.

Aradan zaman geçti, Zübeyir Ağabey yine geldi. Fakat bu geliş farklı, öyle bizim ihtiyarımıza bırakarak demiyor, emir tarzında diyor ki: “Sen kardeş, Hasekideki medreseye git” diyor, gider misin? demiyor. Ben ise hemen Hasekide Zübeyir Ağabeyin epey zaman kapalı tuttuğu daireye gidip yerleştim.

Az zaman sonra Zübeyir Ağabeyin de bu daireye gelmesiyle ve bazı açıklamalariyle anladım ki, hizmet hayatına ve mesleğimizin muhafazasına taalluk eden bazı sıkıntılar var.

Soru: Peki sizin Süleymaniye dershanesinde kalanlarla anlaşmazlığınız mı vardı? Zübeyr Abinin git demesinin sebebi neydi?

Cevab: Hayır zahirde görünen anlaşmazlığımız yoktu. Git demesindeki sebebi başka bir şey, anlamadım sonra anladım..

Bizim anlaşamamız derken biz eskiden beri bilinen malum arkadaşlar arasında, düşünce yapımız, mizacî halimiz ve beşerî münasebetlerimizin şekli tam imtizac etmiyordu, fakat bunun fiilî hiçbir tezahürü de yoktu. Biz Nurcular şahsî hukuka taalluk eden meselelerde anlaşzmazlık çıkarmayız. Ancak Kur’anın ve âlem-i İslâmın hukukunu korumaya çalışan Risale-i Nur’un esasatına, düsturlarına zarar verilmesi halinde tamirine çalışılır, düzelme olmazsa uzaklaşma gerekiyor. Zübeyir Ağabey bu yolda hareket etti..

Soru: Size Süleymaniyedeki odayı nasıl tahsis edildi. Yani umumi bir yerde değilde hususî bir yerde?

Cevap: Hatırımda kaldığına göre, çünkü ben geçmişle o kadar alakadar değilim ve ben bazan daktilo işleri gibi bazı çalışmalarım var. Bu sebeple tenha bir yer gerekiyordu.

Sonra Zübeyir Ağabeyle Hasekideki daireye geçince, malum arkadaşların dahi gelip gtmelerini istemiyordu. Hatta 1-2 sene sonra Cerrahpaşadaki Tevruz Apatmanında bulunan kiralık medresemize geçince bile malum arkadaşlarla görüşmekle rahatsız olduğundan bir gün Apartmanın o karanlık çatısına çıkıp keşif yaparak iniyor ve bana diyor: “Kardeşim çatıda bana kontropilaktan olsun bir kulube yapsan iyi olurdu. Çünkü birileri geliyor, konuşuyor, bu sefer de kafam durmuyor.” Yani demek istiyor ki, insanı üzen konuşmalar oluyor, hayalimi meşgul ediyor. Onun için gelen bazı kişilerden kendini tecrid etmek istiyor. Yani gelen bazıları, Zübeyir Ağabeyi dinlemek yerine dinletmek istiyor. Yani nazarları geniş daire hareketlerine tasvibkârane alâkalandırmak gayreti gösteriliyor. Bu nevi hadiselere şahid olmuşum.

Bir bazıları da Zübeyir Ağabeyin  nasihatını dinlemek için görüşmek istiyorlar ve nerede olduğunu soruyorlar, fakat “şimdi Zübeyir Ağabey meşguldur, rahatsız etmeyiniz” gibi sözlerle görüşmelerin engellendiği de oluyor.

Bu yakın seneler de Zübeyir Ağabeyin Süleymaniye dershanesinden ayrılışına asl u esası olmayan başka bir mana, başka bir maksat veriyorlar. Hatta bu asılsız hikâyeyi kitabla dahi neşrediyorlar.

Soru: Zübeyir Ağabey gerçekten herşeyi kahramanane söyleyen birisiydi, yani bunlara bu yanlışlarını açıktan niye söylemedi?.

Cevap: Bazan Zübeyir Ağabeye intikal eden bazı hadiseler zuhur ediyordu. Bu hadiselere kendisinin bizzat muhatab olmasını istemiyordu Beni devreye sokma, sen meseleyi hallet” diyordu. Evet, beyn-el milel gizli cereyanın ifsadatını Zübeyir Ağabey Hz. Üstaddan iyiden iyiye öğrenmişti. Hatta yazmış olduğu bir mektubu istişare için odasında bana gösterdi. muhtevasını da kimseye demedim ve demek de istemiyorum. O zaman Tevruz Apartmanında idik. Yazıyı okudum ve dehşete kapıldım.

Zübeyir Ağabey mektub hakkında ne diyorsun diye soruyor. Ben ise müsbet-menfi bir cevab veremedim. Bir nevi yarım şok durumundayım.

Odada  soba yanıyordu. Parmağımla sobaya işaret ettim, bir şey demedim, diyemedim, O zaman biraz düşündü, biraz müteessir oldu, –şöyle elini havada bir salladı– peki dedi. Arkasını çevirdi. Halbuki benim Zübeyir Ağabeye hürmetim çok ve itina ile yazdığı mektubu benim sobaya atmam imkânsız idi. O halde niye yaktım? Benim anlayışıma göre o anda şuurum taaluk etmiyordu derim.

Soru: Ağabey mektubun detayları değil, ama neye karşı ikaz vardı? Ondan nasıl bir ders çıkartabiliriz. Mektubun muhtevasını açıklamıyorsunuz, biz ondan nasıl bir ders çıkartmalıyız?

Mektubta ikaz yok, olan hadisenin ana yapısını anlatıyor. Çünkü mevcud yanlış anlayış ve hareketler, meslek esaslarını bilmemekten değil. Zira Süleymaniyedeki ilk devrede, herkesden daha ileri meslek hassasiyeti vardı. Mesela fiilî bir misal: Süleymaniye dershanesine bir kardeş geldi. Oturulan salonda astığı pardösüsünde, dairemizce alâka duyulan dinî bir mevkute (mecmua) vardı ve cebinden ucu görünüyordu. Onu gören dershane erkânlarından muhterem bir zat, mevkuteyi cebinden alıp misafirin ayakkabılıktaki ayakkabısına kıvırarak ve kızgın bir tavırla sokuverdi. Buna benzer  ve meslek hassasiyetini gösteren hayli hareketler var. Hatta bazan kavl-i leyyini aşan tarziyle müdahaleler oluyordu...Sonraları bu hassasiyet tedricen tersine döndü. Onun için mektubta onlara dönünüz-mönünüz filan demiyor da mevcud yanlış anlayış ve hareketlerin müessir unsurlarını açık dille ifade ediyordu...İşte mektubdan en çok alınacak ders: geniş daireye yanaştıkça o sahadaki sinsi üfürücülerin (enneffasat)ın tesir sahalarından uzak durmak, küllî hizmet deyip onlarla ihtilat etmemek dersini almaktır ki, esasen Nur Külliyatının ehemmiyetli derslerindendir. 

Zübeyir Ağabey kısa ve yalnız üç kez malum arkadaşlarla konuşmaya gitti. Dönünce konuştuklarını bana anlattı. Yani götürdüğü teklif şu:

“Siz yaptığınızı yapın tamam fakat Risale-i Nur’un hizmet hayatını, neşriyatı, medreseyi bize bırakın, siz de o işleri yapın, hiçbir iğbirar duymayacağım dedim. Bana estağfurullah, estağfurullah çektiler” dedi.

Peki estağfurullah, ne demek –yani Zübeyir Ağabeyin verdiği istikamete– evet mi , hayır mı?..

Yani Zübeyir Ağabey dar ve geniş daireyi ayırmak istiyordu. Belli bir ölçü içersinde olmak şartıyla, bid’atlara taviz vermemek kaydıyla ve geniş ve dar daireyi karıştımadan yapılan geniş daire faaliyetlerine bir şey denmiyordu.

Zübeyir Ağabey ile hususî olarak kaldığımız devredeki hadiseleri anlatmak çok uzun çeker. Bu anlatılanlar hem çok kısa, hem sadece suallere icmalî cevaplardır. Tafsilata lüzum görmüyorum.

Mesela bir hadiseyi icmalen anlatayım:

Merhum Zübeyir Ağabey merhum Mustafa Polat’ı çağırdı, o da gazetede idareci ya. Bak kardaşım dedi:

“Şimdi gardaş dedi beş-altı ay kadar gazetede Risale-i Nur’dan bahsetmiyeceksiniz. Çünkü:     Şimdi ilk çıkan mevkuteyi, halk hangi cemaatındır acaba diye merak edip sorarlar? Bu arada gazetenin neşriyatı İslâmî faaliyetlere dokunulduğu zaman haklı tarafı müdafa eder. O zaman efkar-ı amme haklı olarak hepimizin müştarek olduğu ve ittihad-ı İslâma sahip bir neşriyat diyecekler ve benimsiyecekler. Aksi halde gazete dar sahada kalır.” dedi.

Risale- Nur’dan bahsetmiyeceğiniz bu kısa müddetten sonra Nura yapılan hücumlara karşı müdafada bulunmak, menfi gazetelerin haber vermediği Nurun beraatlerini heber vermek, yapılan mahkeme müdafalarını efkar-ı ammeye arz etmek vazifesi ifa edilince; bu gazete zaten bütün müslümanları müdafa ediyor, elbette ki Risale-i Nur’uda müdafaa edecektir diyecekledir.” mealinde açıklamalar yaptı. Yani o zaman gazete “mâlum 19 maddelik mukavelenamede” yazılı olan Risale-i Nur namına görünmeyecek idi.

Soru: Zübeyir Ağabeyin bu gazetenin siyasi mecraya girmesine, daha sonra bir siyasi partiyi açıkca destekler hale gelmesine, izni, müsadesi, arzusu var mıydı.

Şöyle durumlar oluyordu. Zübeyir Ağabey hüsn-ü zan sahibi, yani dava arkadaşları kabul ettiği kişilerce verilen malumatı doğru kabul ederdi. Hatta hizmet arkadaşlarından birisini hizmette daha mu’temed gördü ve alâka gösterdi. Sonraları ise anladı ki, o kişi kendi arzusuna göre verdiği yanlış ve mübalağalı haberlerle Zübeyir Ağabeyi maksadına vesile yapmak istiyor. Bunun farkına varan Zübeyir Ağabey, o kişiden fazlasiyle incindi ve bir gün bana o şahıs hakkında ben ondan ümid ediyordum, “hâin beni aldattı” deyip müteyakkız olmamı tenbih etti ve beni kendisine jurnal ettiğini de haber verdi. İşte siyaset ve partiler sahasında da ayni metod tatbik edildi. Bu tarz meselelerde fazla bir şeyler demenin faydası yok. Olan oldu ve geçti. Ancak Zübeyir Ağabeyin yanlış tanıtılmaması ve sualinize cevab olsun için kısaca ve kapalı söyledim. Bu cevabı yeterli görmek gerek.

Zübeyir Ağabey Hz. Üstadın lahikada yazdığı gibi, Demokrat Partinin devamı manasında düşünülen Adalet Partisini de ehvenüşşer manasında, yani tasviben değil ancak dereceli şerde geçerli olan tercih tarzı ile düşündü ve düşündük. Tasvib edilince şerre ortak olmak mesuliyeti gelir.

Ben Zübeyir Ağabeyden müteaddid defa görüp duydum ki “Demirel pamuk el,” elini kaldırıp sağa sola çevirerek: “böyle de olur, böyle de olur.” Diye bizlere tayakkuz işareti veriyordu. Bu kat’i hadise, katiyyen isbat eder ki, Ağabeyde ve halen de bizde particilik ve bir partinin arkasına takılmak katiyyen yoktu ve yoktur. Çünkü o zaman müştereken rey verdiğimiz partiye ve liderine karşı fikir ve hissimize mücanebet telkini neden verilsin. İşte bütün bu isabetli ve düsturlarımıza mutabık istikamet-i Nuriye belli bir kesimde tersine döndü ve Nurun Kur’anî parlak vasfı, efkâr-ı amme-i İslamiyede kısmen lekelendirildi.

Eğer denseki şimdiye kadar niye susuldu? Hayır susulmadı. Siyaset ve geniş daireye bakan derlemelerden takriben otuz sene kadar önce ve Tahirî Ağabeyin desteğiyle alınan teksir makinesiyle; sonra Envar Neşriyat yoluyla; daha sonra da İttihat Neşriyat vasıtasiyle gereken bilgiler neşredildi. En isabetli ve ilmî tarz da budur. Fakat bakıyorsunuz ki, tâ şu yakınlara kadar o eski yanlışlıklar yine nazara veriliyor. Yani ki, adeta bilenler söylesin manasında meseleler ortaya çıkıyor. Biz de bu durumda peki, tamam diyoruz.

Soru: Peki Ağabey birde şey var, yani kendilerinin bütün hal ve hareketlerini destekler mahiyette olduğunu ifade ile, Zübeyir Ağabeyin eline gazeteyi aldığı, cebine gazeteyi soktugu, gidip köprüde, Galata köprüsünde dağıttığı sattığı gibi hatıralar okuduk ve bazı kitaplarda gazetenin propagandasını kendisinin yaptığına dair, bunlardan sizin haberiniz varmı? Böyle bir şey oluşunu biliyor musunuz?

O zamanlarda dini gazeteler çıkıyordu, ama gazete ile hiç alakası yok, adı gazete idi. Bu gazetelerde, Risale-i Nur’dan alınan bahisler büyük puntolar altında yazılıyor ve bir iki evliya menkıbesi ve bid’atlardan uzak ve evde hazırlanan dini tebliğ vesileleri gibi mevkutelerdi. O zamanlar taarruzlar ve yasaklarla millet ürkütülmüş olduğundan gazete ismi perdesi altında vatandaşa Risale-i Nur’u okutmak vesilesi idi. Daha çok camilerde satılıyordu. Elbetteki buna muhalefet değil sahib çıkılacaktı. Hem Nurculuk adına bir hareket etmek iddiası da yoktu.

Haftalık çıkan İttihad Gazetesi devresi ise şöyle böyle, o zaman biz de bir derece sahip çıktık Haftalık mevkute olduğundan günlük politikaya fazla girilemiyordu. Fakat sonra, siyasî günlük gazeteye geçilince işin rengi giderek değişti. Anadolu’daki işe yarayan medrese ehli Nurcularını gazete faaliyetine çekmeye başlandı. Zübeyir Ağabeyin çok canı sıkılıyor, fakat fazla bir şey de diyemiyordu. Bu babda çok hadiseler oldu, uzun çeker tafsilat vermiyorum.

Soru: Zübeyir Ağabeyin sair müslüman cemaatlerle olan münasebetlerin, İslâmî tesanüdlerin, İslami kardeşliğe, İslam birliğine bakış tarzı nasıl? 

Bir hadise ile bunun cevabını vereyim. Merhum Büyük Doğu sahibi Necip Fazıl Bey, büyük zatların tarihçesini, yazdı. Üstadımızın bölümünü aldık tashih ettik, fakat Necip Fazıl bu tashihimizi kabul etmedi. Biz de o yanlışlar sebebiyle kabul etmedik, derken Mehmet Şevket Eygi bu eseri gazetesinde tefrika yaptı. Bu sefer bizimkiler Şevket Eygiye çok kızdılar ve bazı münakaşalar  oldu. Biz ise mülayemetten gidiyorduk.

Durum şu: Zübeyir Ağabey bizim merkezi kadro olarak Anadoluya bakan Süleymaniye 46 numara mensuplarının Nurculuğun hassasiyetinde yani hissiyat âlemimizde canlı ve metin, fakat beşeri münasebetlerde ve zâhirde İttihad-ı İslâmı koruma fedakârlığında olmamızı istiyor. Üstad bu dersi vermiş olduğundan bunu bize intikal ettirmek istiyordu. Bir gün Zübeyir Ağabeyle, tuttuk avukat yazıhanesine gittik, gidişimizin sebebi bu hadise dolayısiyledir. Zübeyir Ağabey bizim merkezi kadroya bir bilgi verecek. Zübeyir Ağabeyle iç odada oturduk. Zübeyir Ağabey Şevket Eygi mevzuunda, bu hadise münasebetiyle, metanetli ve hararetli bir konuşma yaptı. Yani Üstada tebaiyet gerekir, bizim böylesi hadiselerde vurdum duymaz olamıyacağımız manasında telkinlerde bulundu.

Zübeyir Ağabey Hz. Üstadın bu tarz hadiselerde, bu manada tavır takındığını bize söylemişti. Yani daire dahilinde hassas ve metin, harice geldi miydi kasıtlı bir tecavüz olmamak şartiyle tamir ve ikaz edici mesleğini esas almağı ders verirdi. Yani mecburiyet olmadıkça dağıtıcı değil toplayıcı olmak geekiyor.

Zübeyir Ağabeyin o metin konuşmasından sonra Ağabeyle beraber medresemize gitmek üzere kapıdan çıktık, derken yazıhaneye gelen Şefket Eygi karşımızda göründü. Zübeyir Ağabey Ona karşı şiddetli tavır takınacağı zanniyle ben eyvah dedim, şimdi ne olacak! Derken Ağabey Şefket Eygiye sarılmak için kollarını açtı ve sarıldı ve tevazukâr bir tavırla, kardeşim ben hastayım, ziyaretinize gelemiyorum, kusura bakmayın dedi. Estağfurullah Abi bizim ziyaret etmemiz lazım cevabında bulundu. İşte Zübeyir Ağabeyin hikmetli, yani hem hukuk-u Nuru, hem uhuvvet-i İslamiyeyi koruyan tavrı... Bu manzar          adan alınacak ders, ciddiyetle yeterlidir diyorum. Sonra ne oldu? Bu ibretli tutumun inceliğini gereği gibi anlamayan bazı arkadaşlar, Şevket Eygi’ye tehdid etmeleri için gençlerden bir heyet hazırladılar ve başlarına benim meşgul olduğum Nuri Tokdemir’i vazifelendirdiler ve direktif verdiler. Ben Nuriyi bir kenara çektim ve dedim: Aman böyle dedikleri gibi yapma. Tamam Ağabey ben biliyorum dedi ve gitti ve  Şevket Eygi’yi ciddi bir dost yaptı. Tokdemir bu müjdeli haberi getirince, onu hemen heyetten çıkardılar. Heyetin başına M. Soslu’yu koydular, tekrar gittiler ve şiddetli münakaşalar oldu. Mahiyetini anlayamadıkları Zübeyir Ağabeyin konuşmasının tatbikatını yapıyorlar güya. Artık bu manzaralardan alınacak dersi siz anlayın ve İslâm âlemine teşmil edip doğacak müsbet veya menfi neticeleri tahayyül edin.

Soru: Peki temel ayrılıklar, siyasetten mi sizce?

Dar ve geniş dairenin içiçe karıştırılması ve geniş daireye nazarların döndürülmesi ve bid’atkâr insanlarla ihtilat ve dostluk ve particilik sahasında tarafgirlikle ittihad-ı İslâma bedel ihtilaf-ı İslâma sebebiyet vermek ve esasat-ı Nuriyeye kısmen ters düşen anlayış ve hareketler gibi temel sebebler, ayrılığın ana sebeblerindendir.

Soru: Peki siz bu tarz Nurculuğun, ileri muvaffakiyete gitmiyeceğini bütün müslümanlar üzerinde müessir olamıyacağını baştan biliyordunuz?

Evet, hatta zarar vereceğini Zübeyir Ağabeyin ifadesiyle, “darbeler getirirsiniz, hizmete darbeler getirirsiniz.” Bu cümleler Rüştünün kulağından girmiş, onu zihninde muhafaza etmiş.

Soru: Halkların rahatça ve çoklukla gelebilmek için hizmeti resmileştirmekle kanun dairesinde ortaya çıkmak hakkında  Zübeyir Ağabey ne düşünürdü?

Cevab: Bu sualinize cevab olabilir manada Zübeyir Ağabey bana şu hadiseyi anlattı: Bir zaman has ve faal bir Nurcu, bir büyük şehirde herkes rahatlıkla ve çekinmeden gelip Nurlardan istifade ettirebilelim düşüncesiyle bir lokal tarzında bir kıraathane açmak istedi. Temiz bir perde ile perdeleyip arka kısmında dinî kitablar ve Külliyat-ı Nur konulup, hazırlanmış olan masalarda ücretsiz okuma imkânı ve suallere cevablar verileceği yazılı levha asılacak. Ön kısmında da çay verilecek. Bu düşünce Hz. Üstada intikal edince izin vermedi. Halbuki bu fikir, zahir nazarda makul ve maslahatlı görünüyor. Demek akl-ı beşerî bu sahalarda merci değil.

Soru: Hanımlar dershanesi meselesini anlatmıştın. O ne idi.?

Cevab: İstanbuldaki taife-i nisadan Zübeyir Ağabeye bir mektub gelmişti. Mektubta kızlardan vakıf olup dershane açmalarının caiziyeti soruluyordu. Sorulan sualler ve verilen cevab mektubu aynen şöyledir: 

(Bir kısım genç hanımların Zübeyr Ağabeye sordukları suale verdiği cevabdır.)

1-Peygamberimiz (A.S.M.) kızını niye Ashab-ı Suffa tarzında bir hayata dahil etmemiş. O zamanda kızına kız arkadaş bulunmuyor mu idi?

2-Kadınlar da erkekler gibi bu zamanda Medrese hayatı yaşayabilirler mi?

Cevab-Ashab-ı Suffa’nın iki temel vazifesi vardı:

1-Tedris

2-Tederrüs  ve Tebliğ

Hanımlar da aynı vazifeyi, gerek o zamanda gerekse bu zamanda yapabilirler ve yapmalıdırlar. Bunun için evden ayrılmaya zaruret yoktur. Zaten erkeklerin evden ayrılmasına sebeb olan hal kadınlar için mevzu-u bahis değildir. Şöyle ki:

Erkek babasının evinde kaldığı takdirde bir işte çalışması zarureti vardır. Kadınlar ise evinde rahatlıkla okuyabilir. Ayrıca fıtraten zaife olduklarından bir hâmiye muhtaçtır. (Bakınız: Tesettür Risalesi) Fakat bu hâmi mutlaka zevci olmak demek değildir. Babası veya erkek kardeşi tasvibkâr ve hâmi olduğu müddetçe mücerred kalarak hizmet edebilir.

Burada en mühim cihet; gayrın dedikodu ve iftiralarını nazara almak gerektir. Zîra hakkında iftira olan hanımın hizmet sahası çok daralır veya hizmet edemez. Bu hususta çok dikkatli olmalı ve tenkide sebeb olacak hallerden çekinmelidir.

Hanımların tedris vazifesi evlerinde olduğu gibi tederrüs ve tebliğ de şöyle olması en münasib olur:

En az iki kişi olmak üzere her gün bir arkadaşın evine gidip ona ders yapmak ve Risale-i Nur’un hizmet düsturlarını ve bu zamandaki ehemmiyetini anlatmak ve onu da davet etmek. Böylece gidip gelme ile samimiyet teessüs eder.

Üstad Hazretlerinin hayatında kadınların da erkekler tarzında Medrese hayatı yaşamalarının mümkün olduğu hakkında bir emareye rastlanmıyor. Fakat babasının evini medrese haline sokabilen bir hanım, arkadaşlarını misafir ederek pek ala bu tarza yakın bir hayat içinde bulunabilirler. Fakat bu gaye değil vesiledir, gaye hizmettir. 

 

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık