DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

İLİM AMEL İÇİNDİR

Din hayatında kazanılan ilmin, faziletle beraber ameli netice vermesi şarttır. Hz. Üstad (2:22) ayetini tefsir ederken diyor ki:

“Bir fazilet sahibi, bin faziletsize mukabildir. Bu itibarla fazileti taşıyan az olsa da, çok görünür.” İ:172

Kur’an (48:29),(59:8) ayetleri de fazileti esas alır.

Hakaik-i imaniyeyi ef’alimizle izhar etmek gerektir:

"Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet'e girecekler. Belki küre-i arzın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyet'e dehalet edecekler." Em:142

Yani ef’alimizle çeşidli sahtekârlıklar görünse, hakikatı arayanlar kaçarlar demektir. Şu halde müslümanın beşerî münasebetlerde görünen zahirî hareketleri müstakim ve ciddî olmalıdır ki, buna lisan-ı kalden daha tesirli olan lisan-ı hal denir. Hem de çok ehemmiyetli olan şeairi ihyadır.

“Maatteessüf; güzel şeylerimiz, gayr-i müslimler eline geçtiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayr-i müslimler çalmışlar. Güya bizim bir kısım içtimaî ahlâk-ı âliyemiz, yanımızda revac bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş; ve onların bir kısım rezâili, kendileri içinde çok revac bulmadığından, cehaletimizin pazarına getirilmiş...” T:86

“Nur-u fikir kalbden gelir

Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.

O nur ile bu ziya mezcolmazsa zulmettir, zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.

Gözünde bir nehar var, lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki, bir leyl-i münevver. Ben zannederim ki, bu milletin perişaniyetine fazla cehaletten ziyade, nur-u kalb ile müterafık olmayan fazla zekâvet-i betra tesir etmiştir.

O içinde bulunmazsa, o şahm-pare göz olmaz; sen de birşey göremez. Basiretsiz basar da para etmez.

Ger fikret-i beyzada süveyda-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basiret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.S:705

“Ben zannederim ki, bu milletin perişaniyetine fazla cehaletten ziyade, nur-u kalb ile müterafık olmayan fazla zekâvet-i betra 1 tesir etmiştir.Sti:70

İkinci sebeb: "Hutbe, bazı suver-i Kur'aniyenin nasihatları anlaşılmak içindir." Evet eğer millet-i İslâm, İslâmiyetin zaruriyatı ve müsellematı ve malûm olan ahkâmını, ekseriyet itibariyle imtisal edip yerine getirseydi, o vakit nazariyat-ı şer'iye ve mesail-i dakika ve nasayih-i hafiyeyi anlamak için, bildiği lisan ile hutbe okunması ve suver-i Kur'aniyenin -eğer mümkün olsaydı- tercümesi ... belki müstahsen olurdu. Fakat namaz, zekat, orucun vücubu ve katl, zina ve şarabın haramiyeti gibi malûm olan ahkâm-ı kat'iyye-i İslâmiye mühmel kalıyor. Avam-ı nas, onların vücubunu ve haramiyetini ders almağa muhtaç değiller. Belki teşvik ve ihtar ile o ahkâm-ı kudsiyeyi hatırlatıp, İslâmiyet damarını ve iman hissini tahrik etmekle imtisallerine teşvik ve tezkire ve ihtara muhtaçtırlar.” S:483

Hz. Üstadın Yeğeni Abdürrahman Diyor ki:

“Amcam bediüzzaman bir müddetten beri akıl ile değil  akıl ile değil sırf kalb ile mesaile müteveccih oluyor. Kalbine vazıhan bir şey zuhur etse, bana yazdırıyor ve diyor: “İlim odur ki kalbde yerleşsin. Yalnız akılda olsa insana mal olmuyor.” Hem de diyor ki: “şu mesail yalnız kavaid-i ilmiyye değil, belki vicdanen esas ittihaz ettiğim bazı desatir-i kalbiyemdir.” Asar-ı Bediiyye:634

“Hadsiz salât ü selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa (A.S.M.) üzerine olsun ki, demiş: جِئْتُ لاُتَمِّمَ مَكَارِمَ اْلاَخْلاَقِ  Yani; benim insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi'setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır.” H:18

Evet bu rivayette olduğu gibi pek çok rivayetlerde dahi ahlakın, yani fazilet-i İslamiyenin ehemmiyeti anlatılır. Mesela: bir rivayette de mealen şöyle buyuruluyor: “Birr (iyilik ve fazilet), elbise ve kıyafet güzelliği değil velâkin birr, sekinet ve vakar (ciddiyetli ve ağırbaşlı olup hafif olmamak)tır.” (Ramüz-ül Ehadis. Sh:362)

Gaye fazilettir:

“Amma hikmet-i Kur'aniye ise nokta-i istinadı, kuvvet yerine "hakk"ı kabul eder. Gayede, menfaat yerine "fazilet ve rıza-yı İlahî"yi kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine "düstur-u teavünü" esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayatı, "hevesat-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzatına sed çekip ruhu maaliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemalât-ı insaniyeye sevkedip insan etmektir." Hakkın şe'ni ise, ittifaktır. Faziletin şe'ni, tesanüddür. Teavünün şe'ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe'ni uhuvvettir, incizabdır. Nefs-i emmareyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni, saadet-i dâreyndir.” S:133

“Evet hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır.” S:322

Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Latifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder.” H:136

Faziletsizden iyilik beklenmez:

“S- Bazı nas, senin gibi mana vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a'mal ve etvarı pis tefsir ediliyor. Zira bazı ramazanı yer, rakı içer, namazı terkeder. Böyle, Allah'ın emrinde hıyanet eden, nasıl millete sadakat edecektir?

C- Evet, neam.. hakkınız var. Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezail-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san'at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte şimdi salahat ve mehareti, tabir-i âherle fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem'edenler vezaife kifayet etmezler.” Mü:20

İman yalnız ilim değil:

“Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasılki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a'saba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. 2 Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. İşte Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin-i Râzî'ye bu noktayı ihtar ediyor.” M:331

Yani akla giren ilim, kalbde fazilet hislerine kuvvet vermezse mümkündür ki, o ilim enaniyet-i ilmiye suretine girip azgınlaşma sebebi olsun ve kendine bağlanmayanlarla sinsice mücadele versin ve Lem’alar 88 deki ifade ile, hayat-ı ictimaiyede derecesine göre fesad aleti olsun.

Bu asırda fazilet sahibi olmak müşkil olduğundan, irade yoluyla yani iradeyi kullanarak ahkâm-ı şer’iyeye göre hareket etme gayretinde olmak ve ahkâm-ı şer’iyeye ters düşen hareketlerin farkına varıp istiğfar etmek gerektir. Fakat şimdi eker insanlarda kitaba ittiba etmek yerine şahsî meyil ve anlayışlara göre hareket etme alışkanlığı olduğundan, bu millî alışkanlığa karşı dahi müteyakkız olmak ve irade kuvvetini kullanmak şarttır.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri diyor ki:

“Cenab-ı Hak hakkında istimal edilemez. Binaenaleyh ya mecazen istimal edilecektir. Veya muhatablara veyahut sâmi’ ve müşahidlere isnad edilecektir. Mana-yı mecaziyle Cenab-ı Hak hakkında isnad edilmesi şöyle tasvir edilir: Nasılki bir insan bir iş için bir adamı techiz ettiği zaman, o işin o adamdan yapılmasını ümid eder. Kezalik -bilâ teşbih- Cenab-ı Hak insanlara kemal için bir istidad, teklif için bir kabiliyet ve bir ihtiyar vermiştir. Bu itibarla Cenab-ı Hak insanlardan o işlerin yapılmasını intizar etmektedir.” İ:98

Elhasıl: Nefs-i emmare tahrib ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir, fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir. Evet, bir haneyi bir günde harab eder, yüz günde yapamaz. Lâkin eğer enaniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i İlahiyeden istese, şer ve tahribden ve nefse itimaddan vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa; o vakit يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ  حَسَنَاتٍ sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılab eder. Ahsen-i takvim kıymetini alır, a’lâ-yı illiyyîne çıkar.” S:321

"Risale-i Nur başka kitablar gibi yalnız ilim vermiyor; onun manevî dersi de vardır."

İşte bu manevî dersin tesiridir ki:

Risale-i Nur'u okuyanların ruh ve kalbleri, vicdan ve latifeleri o feyyaz dersten hisselerini ve gıdalarını alıyorlar. Bu manevî dersin nüfuzu değil midir ki; Nur Risalelerini okuyanların manevî âlemleri İlahî nurlarla yıkanıyor ve İlahî bir cazibe ve İlahî bir tesir ile iman hakikatlarına müsahhar ve meftun ve meclub bir hale gelerek Allah ve Resulullah yolunda yükseliyorlar.” G:256

Evet “Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir.” L:167

Bahsimiz olan ilmin, fazileti netice vermesi ve kemal sıfatlarını kazandırması ve bu sıfatların fiili hayatta görünmesi ile alâkalı olarak Risale-i Nur’dan icmalî hükümler halinde birkaç nümunesini kaydederiz.

Hakiki bir Nurcu:

1-İhlası esas alır. Yani, hizmet-i diniyede Rıza-yı İlâhîden başka maksadlara ve şahsi menfaatlere göz dikmediği, fiiliyatında görünür.

2-Sadakatla hizmet eder. Yani, kitabta gösterilen düsturlara tavizsiz bağlılığını fiilen gösterir.

3-Ahirzaman fitnesinin cemiyette intişar eden bid’alarından uzak durmaya dikkat eder.

4-Lâübaliyane hareketlerden kaçarak ciddiyeti muhafaza etmeye gayret edip, vakarlılığı hareketleriyle telkin eder.

5-Teferruatta ve şahsî hukukta müsamahakâr davranıp ihtilâf çıkarmaz. Ancak hukuk-u umumiyede münakaşalara girmeden hakkı müdafaa ve tebliğ eder.

6-İktisada riayet eder ve medeniyet-i hazıranın israflı hayatından ve fantaziyelerinden fikren ve fiilen uzak durmaya gayret eder.

7-Siyaset-i hazıranın meraklarından ve alâkalarından uzak durur.

8-Hayatta istiğna düturunu esas alıp meslek-i Nuriyenin izzetini koruduğu hayatında müşahede edilir.

9-Müsbet hareket eder. Tarafgirane çekişmelere ve mücadelelere girmez.

10-Enaniyet, hodfüruşluk, riya, hubb-u cah, teveccüh-ü nas gibi hissiyatın te’sirinde kalmayıp hayatında tevazukârlık gibi haller görülür

11-Ciddî bir gayesi olup, dava adamı evsafına sahib olur.

12-Hürmete lâyık olanlara samimî hürmet eder.

13-Aslâ yalan söylemez. Sözüne itimad edilir.

14-Gayetle şefkatli ve halim-selimdir. Zulmetmez.

15-Mürüvvetkâr olur. Beşeri münasebetlerinde ifrat-tefritten uzak bir istikamete sahibdir.

16-Din yolunda fedakârlık gösterir. Şahsî menfaatini millî menfaate feda eder. Hak ve hakikate dokunulduğu zaman neme lazım demez, hassasiyet gösterir.

17-Füzuli ve malayani konuşmalara girmez.

İşte bu sayılan güzel hasletler gibi daha pek çok secaya-yı hasene fiiliyatında, yaşayışında görünür. Lisan-ı haliyle de Kur’anı okur. Aksi halde, yani böyle seciyeleri lisanen söyleyip fiiliyatında göstermeyen ve kitabı okuyup dinlediği halde hissiyatına göre hareket edenin  ilmi, kalbine inmemiş demektir.

Bu anlatılan güzel seciyeler, Risale-i Nur’un çok yerlerinde lafzen veya bilmana zikredilip ders verilir.

Zamanımızın bozuk şartları içinde mezkûr meziyetlerin kazanılması müşkil olduğundan bu meseleye bi-l-irade teveccüh etmek, gayetle ciddiyet kazanmıştır. Aksi halde içine girilen acib gafletten haşirde uyanılacaktır.

Bediüzzaman hazretleri diyor ki: 

“Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azabdır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeğe iştiyakın yok mudur? Evet vakit yaklaştı. Dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa onlar istikzar ile ikrah edeceklerdir.” Ms: 129

“Seni intizar etmekte ve senin de sür'atle ona doğru gitmekte olduğun "", dünyanın zînetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünki dünya ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir.

Düşmanlar ve haşerat-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki müvazene, kabir ile dünya arasındaki aynı müvazenedir. Maahaza, Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terketmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarınla beraber rahat edesin. Öyle ise, kayıdlı ve kelepçeli olarak sevkedilmezden evvel, Allah'ın davetine icabet et.” Ms:125

İ'lem Eyyühel-Aziz! Yarın seni zillet ve rezaletlere maruz bırakmakla terkedecek olan dünyanın sefahetini bugün kemal-i izzet ve şerefle terkedersen pek aziz ve yüksek olursun. Çünki o seni terketmeden evvel sen onu terkedersen, hayrını alır, şerrinden kurtulursun. Fakat vaziyet ma'kuse olursa, kaziye de ma'kuse olur.” Ms:188

“Fâni mahbubattan kat-ı alâka etmek, o mahbublar onu terketmeden evvel o onları terketmek cihetiyle Mahbub-u Bâki'ye hasr-ı muhabbeti ifade eden يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى  olan birinci cümlesi: "Bâki-i Hakikî yalnız sensin. Masiva fânidir. Fâni olan elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz." manasını ifade ediyor. "Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar; onlar beni bırakmadan evvel ben onları يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى  demekle bırakıyorum.” L:15

“Madem dünya bir gün bize haydi dışarı diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak, o bizi dışarı koğmadan biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terketmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.” L:208

Kalbde hissiyat-ı vicdaniye şeklinde sabitleşmiyen ilim yalnız akılda kalıp fiilî ve amelî tezahürleri görülmez.3 Nitekim bazı rivayetlerde, âhirzamanda ümmetin Kur’an okuyacağı fakat boğazlarından aşağı geçmiyeceği (yani vicdanda, kalbde seciyeleşmiyeceği) bildirir. (R.E. 301, 302) (Bak: 1586, 3883.p. da dip notu) (Daha geniş tafsilat için: Ehadisin elifbaya göre tanzimli fihristesi olan miftah-ı künûz-is-sünne isimli eserde Kur'an maddesinin 2. notuna bakınız.) (İslâm Prensipleri Ansiklopedisi Vicdaniyat maddesi 3969/1.p.)

           

 

1 Yani İslâmî faziletten kısır zekâvet. Evet bu kısımda zahiren kültürlü ve bilgili, fakat faziletsiz ve diyanette lâübali ve asrın Avrupaî medeniyet hayatını benimseyenlere Hz. Bediüzzamandan bir ikazdır.

2 Bu beyanda, dinî ilimden nefsin de hissesi olduğu ifade ediliyor. Evet, dinde nefsin emmare, levvame, mutmainne ve raziye tabirleri ile olunan mertebelerinden ve nefsin terbiyesinden haber veriliyor. Mesela:

“İşte insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecazî, biri hakikî. Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde sened yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder. Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir.. bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a’mal-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılab eder.

Hem meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karşı hissiyatını sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen birşey’e, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şey’e inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, -yani hakta şiddetli sebata- inkılab eder.

İşte şu üç misal gibi; insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe’, hikmet ve hakikata muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.” M:33

3 Kişide ilmî enaniyetleri artırır.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık