DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

(Risale-i Nur Külliyatında)

Hz. İSA’NIN (A.S.) NÜZULÜ

GİRİŞ

Müslümanların şiddetli baskıya maruz kaldıkları son 70-80 yılda, bu baskılardan kurtuluş sembolü olan Hz. Mehdi (ra), Hz. İsa (as) gibi zatların ortaya çıkması çokca beklenir olmuştur. Bu konulardaki hadîsler teşbih ve temsillerle anlatıldığından zahir manalarıyla açıklama yapanlar ve ortaya çıkanlar bilerek-bilmeyerek hem yanılmışlar, hem de müslümanları yanıltmışlardır. İslâmiyet düşmanları da bunu bahane tutarak dini ve dini değerleri tenkide yeltenmişlerdir.

Âhirzaman alametleri hakkında gelen Hadis-i Şeriflerin çoğunluğu müteşabihat, yani mânası açık olmayan âyet ve hadisler nevinden olduğundan, hakiki manalarını herkes bilemiyeceği gibi, onların tercüme manaları dahi hakiki maksadı ifade etmez.

Bu hakikatı Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder:

«Âhirzamanda vukua gelecek hâdisata dair hadîslerin bir kısmı müteşabihat-ı Kur'aniye gibi derin manaları var. Muhkemat gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde tevil ederler.(1 ) وَمَا يَعْلَمُ تَاْوِيلَهُ اِلاَّ اللّٰهُ وَ الرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ sırrıyla, vukuundan sonra tevilleri anlaşılır ve murad ne olduğu bilinir ki, ilimde râsih olanlarآمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا (2 ) deyip o gizli hakikatları izhar ederler.» (Şualar sh: 578)

Bu dünya hayatı imtihan yeri olması hasebiyle, zorlama derecesinde kabul mecburiyeti yoktur. Özellikle geleceğe ait haberlerde bu durum daha da kapalıdır. Risale-i Nur’da bu mesele şöyle anlatılır.

«Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrât-ı saat,(3 ) bir kısım müteşabihat-ı Kur’âniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve iman makbul olmaz. Çünkü, Ebu Bekir’ler Ebu Cehil’ler ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzûlü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan(4 ) gibi eşhâs-ı müthişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.» (Şualar sh: 579)

Din düşmanları dine hücumlarında daha çok, te’vile açık ayet ve hadisleri nazara vererek mü’minlerin kafalarına şüphe atmaya çalışırlar. Nur eserlerinde bu tarz hadislerin ve ayetlerin açıklandığı şöyle anlatılır:

«Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Mehdi ve İsa Aleyhisselâm ve Deccal ve Ye'cüc-Me'cüc ve Sedd-i Zülkarneyn hakkındaki müteşabih hadîsleri Risale-i Nur tevil etmiş, esas maksadı anlatmış.» (Barla Lâhikası sh: 143)

Hazret-i İsa'nın (A.S.) nüzûlü, Deccal'ı öldürmesi, Şeriat-ı Ahmediye (A.S.M.) ile amel etmesi ve saire hakkında gelen hadîsler mütevatirdirler. Kur'an'da da ona işaret vardır. Bu durumuyla bu mes'ele, akide-i İslâmiyedendir.

Hazret-i İsa'nın ölmediğini, belki başka birisinin onun sûretinde yahudilere göründüğünü ve onların o benziyen adamı öldürdüklerini, Hz. İsa’nın (A.S.) ise, Allah tarafından göklere kaldırıldığını ve âhirzamanda vefatından evvel bir kısım ehl-i kitap ona iman edeceklerini ifade eden şu âyetlerdir: (Nisa Sûresi, âyet: 158 ve 159)

HZ. İSÂ’NIN (A.S.) YAŞADIĞI HAYAT MERTEBESİ

Cenab-ı Hak tarafından semaya kaldırılan İsâ Aleyhisselâmın yaşadığı hayat mertebesi Risale-i Nur’da şöyle anlatılır:

“Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle,(5 ) melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde(6 ) ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar. “Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, şeriat-i Muhammediye (a.s.m.) ile amel edecek”(7 ) meâlindeki hadisin sırrı şudur ki:

Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin(8 ) verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete(9 ) karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs‑ı mânevîsini temsil eden Deccalı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek.» (Mektubat sh: 6)

İşte bu parağrafta İsâ’nın (A.S.) gelmesi, hristiyanlığın bâtıl inançlardan temizlenmesi ve İslâmiyetle birleşmesi ve dinsizliğin ortadan kaldırılması gibi esaslara dayanması ve şahs-ı manevî olarak hizmet yapacağı anlatılır.

HZ. İSÂ’NIN (A.S.) SEVGİSİ VE DÜŞMANLIĞINDA AŞIRILIK

Hazret-i İsâ’yı (A.S.) sevmekte veya düşmanlıkta aşırılığa gidileceği ve bunun helaket getireceğini Peygamberimiz (A.S.M) mu’cizane haber vermiştir. Bu hatanın düzeltilmemesi halinde günümüzde ve bundan sonraları da devam edeceği muhakkaktır.

Risale-i Nur’da nakledilen bu bahisler şöyledir:

«Hem, nakl-i sahih-i kat’î ile, İmam-ı Ali’ye (r.a.) demiş: “Sende, Hazret-i İsâ (A.S.) gibi, iki kısım insan helâkete gider: Birisi ifrat-ı muhabbet,(10 ) diğeri ifrat-ı adâvetle.(11 ) Hazret-i İsâ’ya, Nasrânî, muhabbetinden, hadd-i meşrudan tecavüzle—hâşâ ’ibnullah’ dediler. Yahudi, adâvetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemâlini inkâr ettiler. Senin hakkında da, bir kısım, hadd-i meşrudan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir.” (12 ) demiş.» (Mektubat sh: 106)

«Hazret-i İsâ Aleyhisselâm hakkındaki ifrat-ı muhabbet Nesârâ için tehlikeli olduğu gibi, Hazret-i Ali (r.a.) hakkında da o tarzda ifrat-ı muhabbet, hadis-i sahihte, tehlikeli olduğu tasrih edilmiş.(13 (Lem’alar sh: 24)

HZ. İSÂ ALEYHİSSELÂM’DAN KULLUK DERSİ

Vaaz ve nasihatlerle insanları irşad eden İsâ (A.S.) zühd ve takva dersleriyle insanlığı aydınlatmıştır. Adeta kendi adına ortaya çıkıp, insanları kurtaracağını söyleyenlere ders vermiştir. Yani manen demiştir ki; herkes kulluk vazifesini bilsin. Haddini aşarak kendi vazifesi olmayan işlere karışmasın. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu manaya işareten bir ibret dersi olarak şöyle der:

«Bir zaman şeytan, Hazret-i İsâ Aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: “Madem ecel ve herşey kader-i İlâhî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.”

Hazret-i İsâ Aleyhisselâm demiş ki: ...

“Cenâb‑ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: ‘Sen böyle yapsan sana böyle yaparım. Göreyim seni, yapabilir misin?’ diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenâb-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin: ‘Ben böyle işlesem Sen böyle işler misin?’ diye tecrübevâri bir surette Cenâb-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı, sû-i edeptir, ubudiyete münâfidir.”(14 )

Madem hakikat budur; insan kendi vazifesini yapıp Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmamalı.» (Lem’alar sh: 130)

İSÂ (A.S.) İSLÂMİYETTEN HABER VERDİ

Hz. İsâ’nın (A.S.) en mümtaz hususiyetlerinden birisi de, Resulullah’ın (A.S.M) geleceğini ısrarla nazara vermesidir. Kendisine inananların da bu dersi nazara alması gerekmektedir.

«Evet, gayr-ı müslim olarak, başta meşhur Rum meliklerinden Herakl itiraf etmiş, demiş ki: “Evet, İsâ Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan haber veriyor.”(15 ) (Mektubat sh:163)

«İsâ Aleyhisselâm demiş: “Ben gideceğim, tâ Dünyanın Reisi gelsin.” Acaba Hazret-i İsâ Aleyhisselâmdan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın yerinde insanları irşad edecek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan başka kim gelmiştir? Demek Hazret-i İsâ Aleyhisselâm ümmetine daima müjde ediyor ve haber veriyor ki, “Birisi gelecek, bana ihtiyaç kalmayacak. Ben onun bir mukaddimesiyim ve müjdecisiyim.” Nasıl ki şu âyet-i kerime

واِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِى اِسْرَائِيلَ اِنِّى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَىَّ مِنَ التَّوْرَيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَاْتِى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُ اَحْمَدُ

Evet, İncil’de Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, çok defalar ümmetine müjde veriyor. İnsanların en mühim bir reisi geleceğini; ve o zâtı da bazı isimlerle yad ediyor. O isimler elbette Süryânî ve İbrânîdirler. Ehl-i tahkik görmüşler. O isimler, “Ahmed, Muhammed, Fârikun beyne’l-Hakkı ve’l-Bâtıl” mânâsındadırlar. Demek İsâ Aleyhisselâm, çok defa Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâmdan beşaret veriyor.

Sual: Eğer desen, “Neden Hazret-i İsâ Aleyhisselâm her nebîden ziyade müjde veriyor; başkalar yalnız haber veriyorlar, müjde sureti azdır?”

Elcevap: Çünkü, Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm, İsa Aleyhisselâmı Yahudilerin müthiş tekzibinden ve müthiş iftiralarından ve dinini müthiş tahrifattan kurtarmakla beraber; İsâ Aleyhisselâmı tanımayan Benî İsrail’in suubetli şeriatine mukabil, suhuletli ve câmi ve ahkâmca şeriat-i İseviyenin noksanını ikmal edecek bir şeriat-i âliyeye sahiptir. İşte onun için, çok defa “Âlemin Reisi geliyor” diye müjde veriyor.” (Mektubat sh:171)

«Varaka bin Nevfel (Hatice-i Kübrânın ammizadelerinden), bidâyet-i vahiyde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm telâş etmiş. Hatice-i Kübrâ, o hadiseyi meşhur Varaka bin Nevfel’e hikâye etmiş. Varaka demiş: “Onu bana gönder.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Varaka’nın yanına gitmiş, mebde-i vahiydeki vaziyeti hikâye etmiş. Varaka demiş:

 ...“Telâş etme, o hâlet vahiydir. Sana müjde! İntizar edilen Nebî sensin. İsâ seninle müjde vermiş.”(16 ) (Mektubat sh:173)

HZ. İSÂ’NIN (AS) DİKKAT ÇEKTİĞİ HİZMET TARZI

«Evet, kardeşlerim, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İncil-i Şerifte demiş ki: “Ben gidiyorum, tâ size tesellîci gelsin. (Yani Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm gelsin)” demesiyle Kur’ân’ın beşere gayet büyük bir neticesi, bir gayesi, bir hediyesi, tesellîsidir.

Evet, bu dehşetli kâinatın fırtınaları ve zeval ve tahribatları içinde ve bu boşluk nihayetsiz fezada herşeyle alâkadar olan insan için hakikî tesellîyi ve istinat ve istimdat noktalarını yalnız Kur’ân veriyor. En ziyade o tesellîye muhtaç, bu zamanda, bu asırda en ziyade kuvvetli bir surette o tesellîyi ispat eden, gösteren Risale-i Nur’dur. Çünkü zulümat ve evhamın menbaı olan tabiatı, o delmiş geçmiş, hakikat nuruna girmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 215)

«Evet, üç nur-u âzam olan güneşlerin—Allahu a’lem—tâbiri şu olmak gerektir.

Güneşlerin birincisi:Bu asırda Risale-i Nur’dur ve en parlak bir nuru da Mucizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm namındaki risale-i harikadır.

İkincisi: Hazret-i İsâ’nın din-i hakikîsinden çıkan nur-u semavî güneşidir.

Üçüncüsü: Tarikatlar ruhunda ve tasavvuf menbaından çıkacak bir güneştir ki, şimdi Şeyh-i Geylânî timsaliyle o mânâ gösterilmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 125)

«Ahmed’in rüyası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsâ’nın (a.s.) kuvvetli sadasını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdat Hizbü’l-Kur’ân’a(17 ) iltihak etmeye işaret olabilir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 133)

İSEVİLİKTE İDARî KANUNLAR YOKTUR

Asırlardır kilisenin hakimiyeti altında kalan batı milletleri bu hakimiyetin Hrıstiyanlıktan geldiğini zannederler. Halbuki din diye takdim edilen idarî sistemler Hz. İsa’dan (A.S.) sonraki devrelerde çeşitli kesimler tarafından ortaya konulmuştur. Hz. İsâ (A.S.) getirdiği esas din ortaya çıktığı zaman görülecektir ki, İslamiyet İseviliğin esasına camidir. Âhirzamanda ortaya çıkacak ve İslâmiyetle birleşecek olan İsevilik ise, esasat-ı İseviliktir. Bediüzzaman Hazretleri hem Hrıstiyanlığın hem İslamiyetin durumunu anlatırken der ki:

«Din-i İsevîde, yalnız esâsât-ı diniye Hazret-i İsâ Aleyhisselâmdan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer’iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm‑ı âzamı kütüb-ü sabıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsâ Aleyhisselâm dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavânin-i umumiye-i içtimaiyeye merci olmadığından,(18 ) esâsât-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi şeriat-ı Hıristiyaniye namına örfî kanunlar, medenî düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret‑i İsâ Aleyhisselâmın esas dini bâki kalabilir, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmı inkâr ve tekzip çıkmaz.

Halbuki, din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm iki cihanın sultanı, şark ve garp ve Endülüs ve Hind birer taht-ı saltanatı olduğundan, din-i İslâmın esâsâtını bizzat kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz’î âdâbını dahi bizzat o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek, füruat‑ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki, onlar tebdil edilse esas din bâki kalabilsin. Belki, esas-ı dine bir cesettir, lâakal bir cilttir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya Sahib‑i Şeriati inkâr ve tekzip etmek çıkar.» (Mektubat sh:435)

HRİSTİYANLIK İLE İSLÂMİYETİ AYIRAN MÜHİM BİR NOKTA

Bu manayı te’yiden hakiki Hrıstiyanlık ile şimdiki Hrıstiyanlığın farklı olduğu görülmektedir. Şöyle ki:

«Hakikî Hıristiyanlık değil, belki şimdiki Hıristiyan dininin esasıyla İslâmiyetin esası mühim bir noktadan ayrıldığından, sabık farklar gibi çok cihetlerle ayrı ayrı gidiyorlar. O mühim nokta şudur:

İslâmiyet, tevhid-i hakikî dinidir ki, vasıtaları, esbabları iskat ediyor, enâniyeti kırıyor, ubudiyet-i hâlisa tesis ediyor. Nefsin rububiyetinden tut, tâ her nevi rububiyet-i bâtılayı kat ediyor, reddediyor. Bu sır içindir ki, havastan bir büyük insan tam dindar olsa, enâniyeti terk etmeye mecbur olur. Enâniyeti terk etmeyen, salâbet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terk eder.

Şimdiki Hıristiyanlık dini ise, velediyet akidesini kabul ettiği için, vesait ve esbaba tesir-i hakikî verir. Din namına enâniyeti kırmaz; belki “Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın bir mukaddes vekili” diye, o enâniyete bir kudsiyet verir. Onun için,  dünyaca en büyük makam işgal eden Hıristiyan havasları tam dindar olabilirler.» (Mektubat sh:437)

HZ. İSÂ’NIN (A.S.) DECCAL İLE MÜCADELESİ

Âhirzamanda dinsizliğin ve zulmün arttığı bir zamanda geleceği beklenen Hazret-i İsâ’nın (A.S.) bu zulme sebebiyet veren Deccal’i öldürmesi en çok beklenen vazifesidir. Risale-i Nur Külliyatında bu bahisler muhtelif yerlerde tekrar tekrar nazara verilmiştir. Şöyle ki:

«Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.» (Mektubat sh: 441)

Bu bahisten anlaşılıyor ki, İsevî ruhanileri, nüzul-ü İsa’dan (A.S.) önce uzun zaman çalışarak cemiyette taban yapıyı ve İslâm-İsevî mezc ve ittifakını hazırlamada gayret gösteriyorlar ve hadisat-ı âlemin çalkamasiyle de bir halet-i içtimaiye vücud buluyor. Hz. İsa (A.S.) bu hazır kuvvet ve durumun sevk-ul ceyş istikametini ve ittifakını koruma ve ihtilafı önleme merkeziyetinde olur.

DECCAL’İN MESLEĞİNİ HZ. İSÂ (A.S.) ORTADAN KALDIRIR

Deccalin kendi şahsı öldükten sonra uzun zaman devam eden sistemine dikkat çekilmiştir. O devam eden sistemi de ancak üstün derece maddi kuvvete sahip bir İsevî devlet ortadan kaldırabilir. Fakat bu devletin durumu rivayetlerden anlaşılan şekliyle şöyledir: Esasları İslâmın esaslarıyla aynı olan hurafattan temizlenmiş asıl İseviliğe ve hakaik-i Kur’aniyeye sahip çıkacak.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu hakikatı şöyle ifade eder:

«Hem Deccalın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve hükûmetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı, onun şahsıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle mânâsı gizlenmiş. Meselâ, “O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (a.s.) onu öldürebilir, başka çare olamaz”(19 ) rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek, ancak semâvî ve ulvî hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat‑i Kur’âniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzulüyle o dinsiz meslek mahvolur, ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.» (Şualar sh: 581)

Hz. İsâ’nın (A.S.) Deccal’i öldürmesi hadîslerde bildirildiği gibi kat’i ve kesindir. Fakat bu öldürmenin şekli nasıldır? Maddi midir, manevî midir? Bütün bunları Risale-i Nur Külliyatı halletmiştir. Bu meseleyle alakalı bir bahis şöyledir:

«Kat’î ve sahih rivayette var ki, “İsa Aleyhisselâm Büyük Deccalı öldürür.”(20 )

Vel’ilmü indallah, bunun da iki veçhi var:

Bir veçhi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispritizma gibi istidracî harikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccalı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek, ancak harika ve mucizatlı ve umumun makbulü bir zat olabilir ki, o zat, en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselâmdır.

İkinci veçhi şudur ki: Şahs-ı İsa Aleyhisselâmın kılınciyle maktul olan şahs-ı Deccalın, teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı mânevîsini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhânileridir ki, o ruhâniler din-i İsevînin hakikatini hakikat-i İslâmiye ile mezc ederek o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek. Hattâ, “Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdîye namazda iktida eder, tâbi olur”(21 ) diye rivayeti, bu ittifaka ve hakikat-i Kur’âniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder.» (Şualar sh: 587)

«Rivayette var ki: İsa Aleyhisselâm Deccalı öldürdüğü münasebetiyle, “Deccalın fevkalâade yük ve minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm ona nisbeten çok küçük bulunduğunu”(22 ) gösterir.

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ Bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: İsa Aleyhisselâmı nur-u iman ile tanıyan ve tâbi olan cemaat-i ruhâniye-i mücahidînin kemiyeti, Deccalın mektepçe ve askerce ilmî ve maddî ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir.» (Şualar sh: 588)

«Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselama “Mesih” namı verildiği gibi her iki deccala dahi “Mesih” namı verilmiş(23 ) ve bütün rivayetlerde ‘min fitneti’l mesihi’d deccal, min fitneti’l mesihi’d deccal’ denilmiş. Bunun hikmeti ve te’vili nedir?

Elcevap: Allahu a’lem, bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i İlâhî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat‑ı Mûseviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazı müştehiyâtı helâl etmiş; aynen öyle de, büyük Deccal, şeytanın iğvâsı ve hükmüyle şeriat‑ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan “Süfyan” dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak, hayat-ı beşeriyenin maddî ve mânevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer, hevesat-ı müteaffine bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz.» (Şualar sh: 593)

«DÖRDÜNCÜ SUALİNİZİN MEÂLİ: Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm Deccalı öldürdükten sonra, insanlar ekseriyetle din-i hakka girerler. Halbuki, rivayetlerde gelmiştir ki, “Yeryüzünde Allah Allah diyenler bulundukça kıyamet kopmaz.”(24 ) Böyle umumiyetle imana geldikten sonra nasıl umumiyetle küfre giderler?

Elcevap: Hadis-i sahihte rivayet edilen, “Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın geleceğini ve şeriat-i İslâmiye ile amel edeceğini, Deccalı öldüreceğini” imanı zayıf olanlar istib’ad ediyorlar. Onun hakikati izah edilse, hiç istib’ad yeri kalmaz. Şöyle ki:

O hadisin ve Süfyan ve Mehdî hakkındaki hadislerin(25 ) ifade ettikleri mânâ budur ki:

Âhirzamanda, dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:

Birisi: Nifak perdesi altında risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr edecek, Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat‑ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, Ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir...

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.

Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.

...

Hazret-i İsâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u imanla onu tanır. Yoksa, bedâhet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.” (Mektubat sh: 57)

Bu bahiste, “o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda" ve “hakikî İsevîlik dini zuhur edecek” beyaniyle, hakiki İseviliğin zuhuru, şer cereyanının pek kuvvetli göründüğü bir devre olacağı ve bu durumun da o devrede olacağı ifade edilir. Keza aynı o devrede o saflaşmış ve İslâmiyete inkılâb eden İsevilik, Kur’ana iktida edip tâbi oluyor ve bu birleşme öncesinde mağlub olan İsevilik ve İslâmiyet, bu birleşme ile hak din, şer cereyanını mağlub edecek duruma geliyor. İşte bu son devrede İsa (A.S.) Din-i Hak cereyanının başına geçiyor diye sarahat var.

Eğer bu beyanatın ifade ettiği durum vâki’ olduysa, İsa (A.S.) işin başındadır denir. Yoksa gelecek zamanı bildiren ve yukarıda müteaddid zikrolunan “edecek, edecektir” ve emsali ifadelerden de anlaşıldığı gibi bu son durumu, yakın bir istikbalde ümid edip bekleriz. Hz. Üstadın ifadesiyle: “Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.” (Mektubat sh: 441)

Bilinmelidir ki böyle bir netice, devam edegelen uzun çalışmaları ve fiilî duaları kabul eden Allah’ın ihsanıdır.

HRİSTİYANLIĞIN İSLÂMİYETE İNKILAB ETMESİ

Kati hadislerin haberlerine istinaden Hristiyanlığın istikbaldeki durumunu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder:

«Nasraniyet ya intıfâ(26 ) veya ıstıfâ(27 ) edip İslâmiyete karşı terk-i silâh edecektir.

Nasraniyet birkaç defa yırtıldı,

Protestanlığa geldi.

Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı.

Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor.

Ya intıfâ bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır.

İşte bu sırr-ı azîme Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm işaret etmiştir ki,

“Hazret-i İsâ nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir.” (Mektubat sh: 470)

TEŞBİHLİ BİR HADÎS TE’VİLİ

Hazret-i İsa’nın (A.S.) nüzulüne ve Deccalı öldürmesine dair hadîsler sahih, sıhhatli ve kesin olmakla birlikte zahir meal manasıyla, kasdedilen hakiki mananın anlaşılamayacağı da bilinmelidir.

Said Nursi Hazretlerinin ifadesiyle, «Hadîsin, Kur'an gibi bazı müteşabihatı var. Ancak havas onların manalarını bulabilir.» bu manada bir hadîs tevili şöyledir.

İkinci cihan harbini nüzul-ü İsa (A.S.) cihetiyle değerlendiren Bediüzzaman Hazretleri, mektubunun bir bölümünde şöyle der:

«Âhirzamanda Hazret-i İsa (A.S.) nüzulüne ve Deccalı öldürmesine ait ehâdis-i sahihanın mânâ-yı hakikîleri anlaşılmadığından, bir kısım zahir ulemalar, o rivayet ve hadislerin zahirine bakıp şüpheye düşmüşler; veya sıhhatini inkâr edip, veya hurafevâri bir mânâ verip, âdetâ muhal bir sureti bekler bir tarzda avâm-ı Müslimîne zarar verirler. Mülhidler ise, bu gibi zahirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek hakaik-i İslâmiyeye tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar. Risale-i Nur, bu gibi ehâdis-i müteşâbihenin hakiki tevillerini Kur’ân feyziyle göstermiş. Şimdilik nümune olarak birtek misal beyan ederiz. Şöyle ki:

“Hazret-i İsa (A.S.) Deccalla mücadelesi zamanında, Hazret-i İsa onu öldüreceği vakitte, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıcı onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücutça o derece Deccalın heykeli Hazret-i İsa’dan büyüktür” diye meâlinde rivayet var. Demek Deccal, Hazret-i İsa Aleyhisselâmdan on, belki yirmi misli yüksek kametli olmak lâzım gelir.

Bu rivayetin zâhirî ifadesi sırr-ı teklife ve sırr-ı imtihana münafi olduğu gibi, nev-i beşerde câri olan âdetullaha muvafık düşmüyor.

Halbuki bu rivayeti, bu hadisi,—hâşâ—muhal ve hurafe zanneden zındıkları iskât ve o zahiri, ayn-ı hakikat itikad eden ve o hadisin bir kısım hakikatlerini gözleri gördükleri halde, daha intizar eden zahirî hocaları dahi ikaz etmek için, o hadisin, bu zamanda da aynı hakikat ve tam muvafık ve mahz-ı hak müteaddit mânâlarından bir mânâsı çıkmıştır. Şöyle ki:

...

Birinci cihet: Din-i İsevînin hakikîsini esas tutan İsevî ruhanîlerin cemaati ve onlara karşı dinsizliği tervice başlayan cemaat tecessüm etseler, bir minare yüksekliğinde bir insanın yanında, bir çocuk kadar da olamaz.

İkinci cihet: Resmî ilânıyla, “Allah’a istinad edip dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyeti ve İslâmları himaye edeceğim” diyen bir hükûmet yüz milyon küsur iken, dört yüz milyona yakın nüfusa hükmeden bir diğer devlete ve dört yüz milyon nüfusa yakın ve onun müttefiki olan Çin’e ve Amerika’ya ve onlar ise zahîr ve müttefik oldukları olan bolşeviklere galibâne, öldürücü darbe vuran o hükûmetteki muharip cemaatin şahs-ı mânevîsiyle, mücadele ettiği dinsizlerin ve taraftarların şahs-ı mânevîleri tecessüm etse, yine minare boyunda bir insana nispeten küçük bir insanın nispeti gibi olur.

...

Hattâ, şahs-ı İsâ’nın (A.S.) semâvattan nüzulü işaretiyle bir mânâ-yı işârîsi olarak Hazret-i İsâ’yı (A.S.) temsil ederek ve namına hareket eden bir taife dahi, şimdiye kadar işitilmemiş ve görülmemiş bir tarzda tayyarelerle, paraşütlerle semadan bir belâ-yı semavî gibi nüzûl ettiriyor, düşmanların arkasına indiriyor. Hazret-i İsâ’nın nüzulünün maddeten bir misalini gösteriyor.

Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle Hazret-i İsa’nın semavî nüzûlü kat’î olmakla beraber; mânâ-yı işârîsiyle başka hakikatleri ifade ettiği gibi, bu hakikate de mucizâne işaret ediyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 80)

HZ. İSÂ’NIN (A.S.) PEDERİ VAR İDDİASI !

Meselemizle alâkalı Bediüzzaman Hazretlerine sorulan bir soruya verilen cevap meselenin ehemmiyetini göstermektedir. Şöyle ki:

DÖRDÜNCÜ SUALİNİZ:

Yani sizin değil, İmam Ömer Efendinin suali ki, bedbaht bir doktor, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın pederi varmış diye,(28) dîvânecesine bir te’vil(29 ) ile bir âyetten kendine güya şâhit gösteriyor...

O bîçare adam bir zaman huruf-u mukattáa(30 ) ile bir hat icadına çalışıyordu. Hem pek çok hararetli çalışıyordu. O vakit anladım ki, o adam zındıkların tavrından hissetmiş ki, hurufat-ı İslâmiyenin kaldırılmasına teşebbüs edecekler. O adam gûya o sele karşı hizmet edeceğim diye çok beyhude çalışmış. Şimdi bu meselede ve hem ikinci meselesinde yine zındıkların esasât-ı İslâmiyeye karşı müthiş hücumunu hissetmiş ki böyle mânâsız te’vilat ile bir musalâha yolunu açmak istediğini zannediyorum.   (Âl-i İmrân Sûresi, 3:59 âyeti) gibi nusûs-u kat’iye(31 ) ile Hazret-i İsâ Aleyhisselâm pedersiz olduğu kat’iyyeti varken, tenâsüldeki bir kanunun muhâlefetini gayr-ı mümkün telâkki etmekle, vâhî te’vilât ile bu metin ve esaslı hakikati değiştirmeye teşebbüs edenlerin sözüne ehemmiyet verilmez ve ehemmiyete değmez. Çünkü hiçbir kanun yoktur ki, şüzuzları(32 ) ve nâdirleri bulunmasın ve hâricine çıkmış fertleri bulunmasın. Ve hiçbir kaide-i külliye yoktur ki, hârika fertler ile tahsis edilmesin.

Zaman-ı Âdem’den beri bir kanundan hiçbir fert şüzûz etmemek ve hâricine çıkmamak olamaz. Evvelâ, bu kanun-u tenâsül, mebde’ itibârıyla, iki yüz bin envâ-ı hayvânâtın mebde’leriyle hark edilmiş(33 ) ve nihâyet verilmiş. Yani, en evvelki pederleri âdetâ Âdem’leri hükmünde, iki yüz bin o evvelki pederler, kanun-u tenâsülü hark etmişler. Peder ve valideden gelmemişler ve o kanun hâricinde vücud verilmiş.

Hem her baharda gözümüzle gördüğümüz, yüz bin envâın kısm-ı âzamı, hadsiz efradları, kanun‑u tenâsül hâricinde—yaprakların yüzünde, taaffün etmiş maddelerde—o kanun hâricinde îcâd edilir. Acaba mebdeinde ve hattâ her senede bu kadar şâzlarla yırtılmış, zedelenmiş bir kanunu, bin dokuz yüz senede bir ferdin şüzûzunu akla sığıştıramayan ve nusûs-u Kur’âniyeye(34 ) karşı bir te’vîle yapışan bir akıl, kaç derece akılsızlık ettiğini kıyâs et.

O bedbahtların kanun-u tabiî tâbir ettiği şeyler, emr-i İlâhî ve irâde-i Rabbâniyenin küllî bir cilvesi olan âdetullah kanunlarıdır ki, Cenâb-ı Hak, o âdâtını bazı hikmet için değiştirir. Herşeyde ve her kanunda irâde ve ihtiyârının hükmettiğini gösterir. Hârikulâde bazı fertlerde hark-ı âdât eder. ... fermânıyla bu hakikati gösterir.» (Osmanlıca Lem’alar sh: 128)

RİSALE-İ NUR’UN KUDSÎ KAYNAKLARI’NDAN

«Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın asıl dini olan tevhid-i hakikî Hristiyanlarda zuhur edeceğine, Kur'an-ı Kerim'de bir âyet işaret etmektedir. Âyet şudur: (Nisa Sûresi, âyet: 158 ve 159) Yani: "Ehl-i Kitaptan bir taife muhakkak Hazret-i İsa'nın vefatından evvel ona ve onun hakikî dinine iman edeceklerdir."

Bir kaç sahih kanalla, İbn-i Kesir Abdullah bin Abbas'tan (R.A.) rivayet ile nakletmiş ki: "Hazret-i İsa'nın (A.S.) nüzûlü zamanında ehl-i kitaptan olan herkes ona iman edecek." Keza, aynı me'hazde Hasan-ı Basrî'nin aynı kanaatta olduğu kaydedilmiş.

Hem Hazret-i İsa ile alâkadar hadîslerin ekserisinde (.....) gibi ifadeler iledir. Yani, "Yakındır, İsa İbn-i Meryem içinize nüzûl edecek ve size idareci makamında kalacak. Öyle bir idareci ki, herşeyi kılı kılına adaletle yürütecek..." Salib: "Yani haçı kıracak, domuzu katledecek ve cizyeyi vaz' edecektir." İşte hadîsin bu ifadeleri gösteriyor ki; Hazret-i İsa'nın din-i hakikîsi ise, İslâmın esasları olacak ve hem i'tikadî, hem de amelî sahada onu dünyaya yerleştirmeye çalışacaktır.

Ebu Hüreyre'den rivayet: Dedi ki, Resulullah ferman buyurdu: "Benim nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, yakında İbn-i Meryem içinizde nüzûl edecek, adaletli bir hâkim olacak, haçı kıracak, domuz etini yasaklayacak ve cizyeyi vaz' edecektir..." Sahih-i Buharî 4/205» (Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları)

 

1 Te'vil, bu mâna bu hadîsten murad olmak mümkündür, muhtemeldir demektir. Daha geniş bilgi için bak: Birinci Şua, On Üçüncü ve On Dördüncü Âyetler (Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Te'vil maddesi)

2 “Biz buna inandık. Muhkem âyetler de, müteşâbih âyetler de, hepsi Rabbimizin katından indirilmiştir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:7.

3 kıyamet zamanı

4 Süfyan denilen İslâm deccalının varlığı hakkında bir çok hadis vardır. Bunlardan birisi için bk: el-Hâkim, el-Müstedrek: 4:520.

5 İnsanın yaşaması için gerekli olan ihtiyaçlardan sıyrılarak

6 (Ruh cinsinden varlıklardaki gibi) mânevî beden

7 Buhari, Mezâlim: 31; Büyû’: 102; Müslim, Îmân: 242, 343; İbni Mâce, Fiten: 33.

8 Her şeyi tabiatın eseri sayan inkârcı felsefenin

9 Allah’ı inkâra

10 Aşırı sevgi

11 Aşırı düşmanlık

12 Müsned, 1:103.

13 Buharî, Tarihü’l-Kebîr, 2:1:257; Ahmed ibni Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, no: 1087, 1221, 1222; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:133; İbnü’l-Cevzî, el-İleli’l-Mütenâhiye, 1:223.

14 Kulluğa aykırıdır

15 İbnü Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser, 2:26; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:364; Ali el-Kari, Şerhü’ş-Şifa: 745.

16 Buharî, Bedü’l-Vahy: 3; Enbiyâ: 21; Ta’bîr: 1; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 4:304, no. 2846; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:743; Acurrî, eş-Şerîa, 443; Ebû Naîm, Delâilü’n-Nübüvve, 1:217.

17 Kur'ân Cemaati. Kur’âna ciddi ve samimi olarak bağlanıp ona hizmeti için mücâhidâne bir surette çalışan ve fenalıklardan korunan müslümanların topluluğu.

18 Cemiyeti idare eden kanunlar ona dayanmadığından.

19   Tirmizi, Fiten: 62; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530.

20 Tirmizi, Fiten: 62; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530.

21 Buhari, Enbiya: 49; Müslim, İmân:244, 245,  247; İbn-i Mâce, Fiten: 33; Müsned, 2:336, 3:368

22 İbn-i Kesîr, Nihâyetü'l-Bidâye ve'n-Nihâye, 1:103-4; Alâuddin el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl, 14:330; Süyûti, ed-Dürrü'l-Mensûr, 5:355; Süyûti, el-Hâvî Li'l-Fetâvâ, 2:588; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 8:244

23 Türkçe Tercüme Buharî 4/585 hadîs no: 677; ve keza ilk baskı Tercüme Buharî 4/879 Zabıt şekli: Hem Hazret-i İsa'ya (A.S.), hem de Deccal'a "Mesih" diye kayıdlıdır.

24 Müslim, İman: 234; Tirmizî, Fiten: 35; Müsned, 2:107, 201, 259; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:494.

25 Mehdi ve Süfyan hakkındaki hadis kaynakları için bkz. Beşinci Şua.

26 Sönecek,  ortadan kalkacak

27 Islâh edilip safileşecek

28Nev-i beşerin bir rub’unun başına reis olarak geçen ve nev-i beşerden nev-i melâikeye bir cihette intikal eden ve arzı bırakıp semâvâtı vatan ittihâz eden hârika bir ferd-i insanın bu hârika vaziyetleri kanun-u tenâsülün hârika bir suretini iktizâ ederken, kanun-u tenâsülün şüpheli, meçhul, gayr-ı fıtrî, belki ednâ bir tarz ile o kanun içine almak, hiç yakışmadığı gibi, hiç mecburiyet de yoktur. Hem sarâhat-i Kur’âniye te’vil kaldırmaz. Yüz cihette zedelenen kanun-u tenâsülün tâmiri hesâbına hiçbir cihette zedelenmeyen ve tenâsülün hâricinde bulunan kanun-u cinsiyet-i melek, hem kanun-u sarâhat-i Kur’âniye gibi kuvvetli kanunlar nasıl tahrip edilir.

29 Farklı yorumlamak

30 Kur'ân-ı Kerim'de sûre başlarında bulunan, kesik kesik, ikisi üçü birleşik veya tek başına yazılı harfler

31 Manası açık ve kesin olan ayetler

32 Kaidenin ve kanunun dışında kalmak

33 Ortadan kaldırılmış

34 Kur’an’ın açık beyanlarına

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık