727- EBCED ابجد : Arabça Eski Sami alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbranî ve Süryanî Alfabesindeki harfleri içine alır. İbaredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir:

ابجد (ebced) هوز (hevvez) خطى (hutti) كلمن (kelemen) سعفص (sa’fes) قرشت (kareşet) ثخذ (sehaz) ضظغ (dazıg)

Bu sekiz kelime, bütün huruf-u heca denen yirmisekiz harfi içine almış ve sıra ile eliften gayn harfine kadar, birden bine kadar, her harfe aşağıdaki sıra ile gösterildiği gibi değerler verilmiştir:

Elif: 1 Ba: 2 Cim: 3 Dal: 4 He: 5 Vav: 6 Ze: 7 Ha: 8 Tı: 9 Ya. 10 Kef: 20 Lam: 30 Mim: 40 Nun: 50 Sin: 60 Ayın: 70 Fe: 80 Sad: 90 Kaf: 100 Rı: 200 Şın: 300 Te: 400 Se: 500 Hı: 600 Zel: 700 Dad: 800 Zı: 900 Gayın: 1000. Şimdiki Arapçada alfabe bu sırayı tutmuyorsa da harflerin rakam gibi kullanıldığı zaman, yine eski sıraya uymak için Ebced sırasını da devam ettirmişlerdir. Her birbirine benzeyen harfler bu sırada dizilmiştir. Eskiden İslâmlarda matematik ve fizikte bu harflerin rakam yerine kullanıldıklarını biliyoruz. (Bak: Cifr, Cümmel, Gayb)

728- Ebced hesabı: Ebced harf tertibinde görüldüğü gibi, Kur’an-ı Kerim daha nazil olmadan harflere rakam değeri verilerek tarih yazılır ve hâdiseler kaydedilirdi. Bundan böyle Arab, Fars ve Türk edebiyatında hâdiselerin tarihleri Ebced hesabı ile yazılırdı. Birçok muharebe, zafer, büyüklerin doğum ve ölümü, yüksek mevkilere geçiş, cami, köprü, çeşme yapılış açılış tarihleri bu hesaba uyularak mısralarla ifade edilirdi. İşte bu ebcede göre harfLere sayı değerleri verilerek kuvvet-i kudsiye sahibi ve büyük evliya ve allamelerden ve ehl-i sünnet ve cemaat ashabı birçok müellifler, Kur’an-ı Kerim’den, âyet ve hadis-i şeriflerden de manalar çıkarmışlardır. Ebced hesabının Kur’an’a tatbikinden çıkan şudur ki: Kur’an’ın her kelimesi ve kelimelerdeki her harf bile, Allah’ın ilim ve iradesiyle bilhassa belli maksatlarla seçilmiştir. Her harfin bile yerine göre hususi bir vazifesi vardır.

729- Meselâ: Elmalı Tefsiri sh: 3956’da Molla Cami Merhumdan şu tarihî nakil vardır:

Kur’an-ı Kerim’in 34’üncü sure, 15’inci âyetinde (Beldetün Tayyibetün: بَلْدَتٌ طَيِّبَةٌ   “İyi bir beldedir”  ifadesi  ile  İstanbul kasdedilmiştir ve İstanbul’un fetih tarihi bu cümlenin ebcedi ile haber verilmiştir.) diye gösteriliyor. Bu cümledeki harfleri sıra ile hesab edersek şu neticeyi görmekteyiz: 2+30+4+400+9+10+2+400=857 hicri senesi oluyor. Bu tarih İstanbul’un Sultan Fatih Mehmed Hazretleri zamanında miladi 1453 tarihinde fethine tevafuk etmektedir.

Risale-i Nur Külliyatından Mektubat adlı eserin 29. Mektub’un Rumuzat-ı Semaniye isimli risalelerinde, ebced hesabıyla feth-i İstanbul hakkındaki istihracda şöyle deniliyor: Kur’an-ı Kerim’in 108. suresinde:

«كَ الْكَوْثَرَۜ ebcedî makamı 857 olarak aynen “Beldetün tayyibetün” gibi İstanbul’un İslâm eline geçmesi olan 857 tarihine tevafuk etmekle işaret ediyor... Evet madem Sure-i Kevser, Resul-i Ekrem’e (A.S.M.) ihsan edilen fütuhat-ı azimeye delalet ediyor. Elbette الْكَوْثَرَۜ İstanbul’a dahi bakıyor.»

Bundan  başka,  Fetih  Suresinde  (48:3) وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا âyetinin, Sultan Mehmed Fatih’in Uzun Hasan’a galib geldiği tarih 878 olarak görülmektedir. Bundan  başka  Timurlengin  Şam-ı Şerif’i  harabettiği  tarihi  hesab edecek olursak, Kur’an-ı Kerim’in 2’nci suresinin 114’üncü âyetindeki “Harab” خَرَابِ kelimesinden aynı hesabla: 600+200+1+2=803 hicri tarihi çıkıyor. (O.A.L.)

730- Ebced hesabının meşruiyeti: «Hesab-ı ebcedî, makbul ve umumi bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u edebî olduğuna deliller pek çoktur. Burada yalnız dört-beş tanesini nümune için beyan edeceğiz:

Birincisi: Bir zaman Benî-İsrail âlimlerinden bir kısmı huzur-u Peygamberî’de surelerin başlarındaki (2:1) (19:1) كٓهٰيٰعٓصٓۜ * الٓمٓۚ gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: “Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır.” Onlara mukabil dedi: “Az değil.” Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: “Daha var.” Onlar sustular.

İkincisi: Hazret-i Ali Radıyallahü Anh’ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile te’lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış.

Üçüncüsü: Cafer-i Sadık Radıyallahü Anh ve Muhyiddin-i Arabî (R.A.) gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.

Dördüncüsü: Yüksek edibler bu hesabı, edebî bir kanun-u letafet kabul edip, eski zamandan beri onu istimal etmişler. Hatta letafetin hatırı için, iradî ve sun’î ve taklidî olmamak lâzım gelirken, sun’î ve kasdî bir surette ve gaybî anahtarların taklidini yapıyorlar.

Beşincisi: Ulûm-u riyaziye ülemasının münasebet-i adediye içinde en latif düsturları ve avamca hârika görünen kanunları, bu hesab-ı tevafukînin cinsindendirler. Hatta fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı Hakîm bu tevafuk-u hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam ve bir medar-ı tenasüb ve ittifak ve bir namus-u hüsün ve ittisak yapmış.

Meselâ; nasılki iki elin ve iki ayağın parmakları, a’sabları, kemikleri, hatta hüceyratları, mesamatları hesabca birbirine tevafuk ederler. Öyle de; bu ağaç, bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal baharları dahi mazi baharlarına ihtiyar ve irade-i İlahiyeyi gösteren sırlı ve az farkla muvafakatları, Sani-i Hakîm-i Zülcemal’in vahdetini gösteren kuvvetli bir şahid-i vahdaniyettir.

İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usul-ü edebî ve anahtar-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulum ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı ayat-ı tekviniyesi ve edebiyatın mucize-i kübrası ve lisan-ül gayb olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, o kanun-u tevafukîyi işaratında istihdam, istimal etmesi i’cazının muktezasıdır.» (Ş.712)

731- Fıtrat âleminde cereyan eden latif tevafukat, insan âleminde de manidarlığını gösterir. Evet «âlemde herşeyin yüzünde hikmet eserleri göründüğü gibi en uzak, en geniş, en ince kesretin tabakaları üstünde de hikmet, ihtimam eserleri görülmektedir. Evet kesret ve tekessürün müntehası ve neticesi olan insanın sahife-i vechinde, cebhesinde, cildinde, ellerinin içlerinde kalem-i kader ile pek çok çizgiler, hatlar, nakışlar, nişanlar yazılmıştır. Malumdur ki, insanın şu sahifelerinde yazılan o kelimeler, harfler, noktalar, harekeler, ruh-u insanîde bulunan manalara, maneviyatlara delalet ettikleri gibi, fıtratında kader tarafından yazılan mektublara da işaretleri vardır. Arkadaş, insanın geçen sahifelerine kaderin yazdığı haşiye, tesadüf ve ittifakın dühulüne bir menfez bırakmamıştır.» (M.N.103) (Bak: Tevafukat-ı Gaybiye)

Yukarıdaki bahisle alâkalı olarak, İ.M. 13. Kitab-ül Ahkâm’ın 21. babı, el ayak ve yüzdeki çizgilerden mana çıkarmak hakkında olup, bu ilmin erbabına da “kaif” denilir.

Yukarı Çık