2668- MU’TEZİLE معتزله : “Mu’tezile fırkası Emeviler devrinde ortaya çıktı. Fakat asıl Abbasiler devrinde  uzun zaman İslâm efkârını meşgul etti.

Hulefa-yı Raşidîn zamanında ve Emeviler devrinde Irak’ta muhtelif dinlere mensub bir çok milletler sakin idi. Bunların içinde Irak’ın eski sekenesi olan Geldaniler, İranlılar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve Arablar vardı. Bunların çoğu müslüman olmuştu. Bazıları müslümanlığı, kafasında yerleşmiş olan eski malumatın ışığında anladı. Ve ona, içine sinmiş olan renge göre yeni bir renk verdi. Onun anlayışına göre bir akide ortaya çıktı. Bazıları İslâmı, safi kaynağından, temiz menbaından aldı. Gönlüne, safiyet-i asliyesiyle yerleştirdi. Fakat şuuru ve arzuları halis değildi. Farkına varmadan eskiye meyl ve arzuları uyanırdı.” (Ebu Hanife, Diyanet İşleri Bşk. Yayınları)

2669- “Ekseriyete göre Mu’tezilenin başı, Vasıl b. Ata’dır. Hasan-ı Basri’nin ilim meclisinde bulunuyordu. O çağda bütün zihinleri kurcalayan büyük günah irtikâbı mes’elesi ortaya atıldı. Hasan-ı Basri, görüşünü söyledi. Vasıl, üstadı Hasan-ı Basri’ye muhalefet etti. Ve büyük günah işleyen mü’min değildir, o küfür ile iman arasında bir mertebededir, dedi ve üstadının meclisinden ayrılarak başka bir ders halkası kurdu. Bunun için onlara, “ayrılan” manasına, Mu’tezile denildi.” (Aynı eser, shf: 143)

Bir atıf notu:

-İlm-i Kelâm tarihinde Mu’tezile, bak: 1599.p.

2670- “Mu’tezile, akideleri izahta, naklî delillere değil, aklî delillere dayanırlar..

.... Onlara bu tarzda akılla araştırma usulü şu yollardan gelmiştir:

1- Irak’ta ve İran’da bulunmaları, buralarda eski medeniyetlerin ve kültürlerin seslerinden izler kalmıştı.

2- Arabın gayri soylardan olmaları, ekserisi mevalidendi.

3- Muhaliflere cevap verme zorunda kaldıklarından akla müracaatları.

4- Yahudilerle, Hristiyanlarla temasları olduğundan eski felsefe görüşlerinin çoğu onlara geçmişti. Akla itimad etmeleri neticesi olarak onlar eşyanın hüsün ve kubhu mes’elesinde; güzel ve çirkin olmamaları hususunda akıl ile hüküm verir, aklı hâkim yaparlardı.” (Aynı eser, shf: 145)

2671- Mu’tezile Mezhebi’nin zıddı olan Cebriye Mezhebi için de tarihçiler Cebriye fikrini ilk ortaya atanın kim olduğu hakkında ittifak edememişlerdir. Ancak Cebriyeciliğin, Emevilerin ilk devrelerinde şuyu’ bulduğu söylenir.

2672- “Sual: Mu’tezile imamları, şerrin icadını şer telakki ettikleri için, küfür ve dalaletin hilkatini Allah’a vermiyorlar. Güya onunla Allah’ı takdis ediyorlar. “Beşer, kendi ef’alinin hâlikıdır” diye dalalete gidiyorlar. Hem derler: “Bir günah-ı kebireyi işliyen bir mü’minin imanı gider. Çünki Cenab-ı Hakk’a itikad ve Cehennem’i tasdik etmek, öyle günahı işlemekle kabil-i tevfik olamaz. Çünki dünyada gayet cüz’î bir hapis korkusuyla kendini hilaf-ı kanun herşeyden muhafaza eden adam, ebedî bir azab-ı Cehennem’i ve Hâlik’ın gadabını nazar-ı ehemmiyete almıyacak derecede büyük günahları işlerse, elbette imansızlığa delalet eder.

Elcevab: Birinci şıkkın cevabı şudur ki: Kader Risalesinde izah edildiği gibi: Halk-ı şer, şer değil; belki kesb-i şer, şerdir. Çünki halk ve icad, umum neticelere bakar. Bir şerrin vücudu, çok hayırlı neticelere mukaddeme olduğu için, o şerrin icadı, neticeler itibariyle hayır olur, hayır hükmüne geçer. Meselâ ateşin yüz hayırlı neticeleri var. Fakat bazı insanlar su-i ihtiyariyle ateşi kendilerine şer yapmakla “ateşin icadı şerdir” diyemezler. Öyle de şeytanların icadı, terakkiyat-ı insaniye gibi çok hikmetli neticeleri olmakla beraber, su-i ihtiyariyle ve yanlış kesbiyle şeytanlara mağlub olmakla “şeytanın hilkati şerdir” diyemez. Belki o, kendi kesbiyle kendine şer yaptı. Evet kesb ise, mübaşeret-i cüz’iye olduğu için, hususi bir netice-i şerriyenin mazharı olur; o kesb-i şer şer olur. Fakat icad, umum neticelere baktığı için; icad-ı şer, şer değil, belki hayırdır.

İşte Mu’tezile bu sırrı anlamadıkları için, “Halk-ı şer, şerdir ve çirkinin icadı, çirkindir” diye Cenab-ı Hakk’ı takdis için şerrin icadını ona vermemişler, dalalete düşmüşler; وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ olan bir rükn-ü imanîyi te’vil etmişler.

2673- İkinci şık ki: “Günah-ı kebireyi işliyen, nasıl mü’min kalabilir?” diye suallerine cevab ise; evvela: Sabık işaretlerde onların hatası kat’i bir surette anlaşılmıştır ki, tekrara hacet kalmamıştır. Saniyen: Nefs-i insaniye, muaccel ve hazır bir dirhem lezzeti; müeccel, gaib bir batman lezzete tercih ettiği gibi, hazır bir tokat korkusundan, ileride bir sene azabdan daha ziyade çekinir. Hem insanda hissiyat galib olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı, ileride gayet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azab-ı müecceleden ziyade çekinir. Çünki tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor. Belki inkâr ediyorlar. Nefis dahi yardım etse mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlub oluyorlar. Şu halde; kebairi işlemek, imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri gelir.

Hem sabık işaretlerde anlaşıldığı gibi: Fenalık ve hevasat yolu, tahribat olduğu için gayet kolaydır. Şeytan-ı ins ve cinnî, çabuk insanları o yola sevkediyor. Gayet cay-ı hayret bir haldir ki: Âlem-i bekanın -nass-ı hadisle- sinek kanadı kadar bir nuru, ebedî olduğu için, bir insanın müddet-i ömründe dünyadan aldığı lezzet ve nimete mukabil geldiği halde; bazı biçare insanlar, bir sinek kanadı kadar bu fani dünyanın lezzetini, o baki âlemin bu fani dünyasına değer lezzetlerine tercih edip şeytanın arkasında gider.

İşte bu sırlar içindir ki: Kur’an-ı Hakîm, mü’minleri pek çok tekrar ve ısrar ile, tehdid ve teşvik ile günahtan zecr ve hayra sevkediyor.” (L.76) (Bak: 1058/1.p.)

Bir atıf notu:

-Günah işleme anında imanın durumu, bak: 1171.p.

2674- Halk-ı ef’al meselesinde; Cebriye ifrat, İ’tizal tefrit, Ehl-i Sünnet vasattır. Evet “Cebr mezhebi ifrattır ki, bütün bütün insanı mahrum eder. İ’tizal mezhebi de tefrittir ki, te’siri insana verir. Ehl-i Sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezheb beyne beynedir ki, o fiillerin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor.” (İ.İ.24)

Bir atıf notu:

-Mu’tezilenin Vacib’i mümkine yaptığı yanlış kıyasla, halk-ı ef’ali abde vermesi, bak: 1637.p.

2675- “Her makamın iktiza ettiği hükme göre hareket lâzımdır. Aksi takdirde, daire-i esbabda iken tabiatıyla, vehmiyle, hayaliyle daire-i itikada bakan; Mu’tezile olur ki; te’siri esbaba verir. Ve keza daire-i itikadda iken ruhuyla, imanıyla daire-i esbaba bakan da, esbaba kıymet vermeyerek Cebriye mezhebi gibi tenbelcesine bir tevekkül ile nizam-ı âleme muhalefet eder.” (İ.İ.20)

2676- “Maziye, mesaibe kader nazarıyla; ve müstakbele, maasiye teklif noktasında bakmak lâzımdır. Cebir ve İ’tizal, burada barışırlar.” (H.Ş. 118)

2677- Bir kısım Mu’tezile imamlarının Ehl-i Sünnetçe merdud sayılmamalarının bir sırrı:

“Ehl-i dalalet ve bid’at fırkalarından bir kısım zatlar, ümmet nazarında makbul oluyorlar. Aynen onlar gibi zatlar var; zahirî hiçbir fark yokken, ümmet reddediyor. Bunda hayret ediyordum. Meselâ: Mu’tezile mezhebinde Zemahşerî gibi, i’tizalde en müteassıb bir ferd olduğu halde, muhakkikîn-i Ehl-i Sünnet, onun o şedid itirazatına karşı; onu tekfir ve tadlil etmiyorlar, belki bir rah-ı necat onun için arıyorlar. Zemahşerî’nin derece-i şiddetinden çok aşağı Ebu Ali Cübbaî gibi Mu’tezile imamlarını, merdud ve matrud sayıyorlar. Çok zaman bu sır benim merakıma dokunuyordu.

Sonra lütfu İlahî ile anladım ki: Zemahşerî’nin Ehl-i Sünnete itirazatı, hak zannettiği mesleğindeki muhabbet-i haktan ileri geliyordu. Yani meselâ: Tenzih-i hakiki onun nazarında, hayvanlar kendi ef’aline hâlık olmasıyla oluyor. Onun için Cenab-ı Hakk’ı tenzih muhabbetinden, Ehl-i Sünnetin halk-ı ef’al mes’elesinde düsturunu kabul etmiyor. Merdud olan sair Mu’tezile imamları muhabbet-i haktan ziyade, Ehl-i Sünnetin yüksek düsturlarına kısa akılları yetişemediğinden ve geniş kavanin-i Ehl-i Sünnet, onların dar fikirlerine yerleşmediğinden, inkâr ettiklerinden merduddurlar.” (M. 453)

Atıf notları:

-Mu’tezile’nin hüsün ve kubh anlayışı, bak: 3969.p.

-Mu’tezile’nin kader anlayışı, bak: 1904.p

-Mu’tezile’nin masiyet üzerine tazibin vacib olduğu şeklindeki hatalı anlayışı, bak: 2255/1.p.

Yukarı Çık