1690- İNŞİKAK-I KAMER إنشقاقِ قمر : Ay’ın parçalanması. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm’ın mu’cizesi olarak gökte Ay’ın en parlak olduğu bir zamanda parmağının işaretiyle ikiye ayrılması.

“Resul-i ekrem’in (A.S.M.) mütevatir ve kat’i bir mu’cize-i kübrası “Şakk-ı Kamer”dir. Evet şu “inşikak-ı Kamer” çok tariklerle mütevatir bir surette, İbn-i Mes’ud, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İmam-ı Ali, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eazım-ı sahabeden müteaddid tariklerle haber verilmekle beraber, Nass-ı Kur’anla اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ âyeti, o mu’cize-i kübrayı âleme ilan etmiştir. O zamanın inatçı Kureyş müşrikleri, şu âyetin verdiği habere karşı inkâr ile mukabele etmemişler, belki yalnız “sihirdir” demişler. Demek kâfirlerce dahi Kamer’in inşikakı kat’idir.” (M. 179)

1691- İnşikak-ı Kamer hakkında bazı istifhamlar ileri sürülmüşse de gereken cevablar verilmiştir:

اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ وَاِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَ يَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ

Kamer gibi parlak bir mu’cize-i Ahmediye (A.S.M.) olan inşikak-ı Kamer’i, evham-ı fâside ile inhisafa uğratmak istiyen feylesoflar ve onların muhakemesiz mukallidleri diyorlar ki: “Eğer inşikak-ı Kamer vuku bulsa idi umum âleme malum olurdu. Bütün tarih-i beşerin nakletmesi lâzım gelirdi?”

Elcevab: İnşikak-ı Kamer; dava-yı nübüvvete delil olmak için o davayı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette ani olarak gösterildiğinden; hem ihtilaf-ı metali ve sis ve bulutlar gibi rü’yete mani esbabın vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususi kaldığından ve tarassudat-ı semaviye pek az olduğundan; bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâzım değildir. Şakk-ı Kamer yüzünden bu evham bulutlarını dağıtacak çok noktalardan şimdilik “beş nokta”yı dinle..

1692- Birinci Nokta: O zaman, o zemindeki küffarın gayet şedid derecede inatları, tarihen malum ve meşhur olduğu halde; Kur’an-ı Hakîm’in وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ demesiyle şu vak’ayı umum âleme ihbar ettiği halde; Kur’anı inkâr eden o küffardan hiçbir kimse, şu âyetin tekzibine yani ihbar ettiği şu vakıanın inkârına ağız açmamışlar. Eğer o zamanda o hâdise, o küffarca kat’i ve vaki bir hâdise olmasa idi; şu sözü serrişte ederek, gayet dehşetli bir tekzibe ve Peygamber’in iptal-i davasına hücum göstereceklerdi. Halbuki şu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebetdar küffarın adem-i vukuuna dair hiçbir şey’ini nakletmemişlerdir.

Yalnız وَ يَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ âyetinin beyan ettiği gibi, tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar, “sihirdir” demişler ve “Bize sihir gösterdi. Eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakikattır. Yoksa bize sihir etmiş.” demişler. Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i Âlem (A.S.M.) hakkında (hâşâ) “Yetim-i Ebu Talib’in sihri semaya da te’sir etti” dediler.

1693- İkinci Nokta: “Sa’d-ı Taftazanî gibi eazım-ı muhakkikinin ekseri demişler ki: “İnşikak-ı Kamer, parmaklarından su akması, umum bir orduya su içirmesi, camide hutbe okurken dayandığı kuru direğin müfarakat-ı Ahmediyeden (A.S.M.) ağlaması; umum cemaatin işitmesi gibi mütevatirdir. Yani öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-i kesire nakletmiştir ki, kizbe ittifakları muhaldir. “Hale” gibi meşhur bir kuyruklu yıldızın bin sene evvel çıkması gibi mütevatirdir. Görmediğimiz Serendip Adası’nın vücudu gibi tevatürle vücudu kat’idir.” demişler. İşte böyle gayet kat’î ve şuhudî mesailde teşkikat-ı vehmiye yapmak, akılsızlıktır. Yalnız muhal olmamak kâfidir. Halbuki şakk-ı Kamer, bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür.

1694- Üçüncü Nokta: Mu’cize dava-yı nübüvvetin isbatı için, münkirleri ikna etmek içindir, icbar için değildir. Öyle ise dava-yı nübüvveti işitenler için, ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır.

Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedahetle izhar etmek; Hakîm-i Zülcelal’in hikmetine münafi olduğu gibi, sırr-ı teklife dahi muhaliftir. Çünki “Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak” sırr-ı teklif iktiza ediyor.

Eğer Fâtır-ı Hakîm, inşikak-ı Kamer’i, feylesofların hevesatına göre bü-tün âleme göstermek için bir-iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-ı semaviye gibi; ya dava-yı nübüvvete delil olmazdı, Risale-i Ahmediyeye (A.S.M.) hususiyeti kalmazdı. Veyahut bedahet derecesinde öyle bir mu’cize olacaktı ki: Aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak; ister istemez nübüvveti tasdik edecek. Ebucehil gibi kömür ruhlu, Ebubekir-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar; bir seviyede kalıp, sırr-ı teklif zayi olacaktı. İşte bu sır içindir ki: Hem ani, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem ihtilaf-ı metali, sis ve bulut gibi sair mevanii perde ederek umum âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi.

1695- Dördüncü Nokta: Şu hâdise gece vakti herkes gaflette iken, ani bir surette vuku bulduğundan etraf-ı âlemde elbette görülmiyecek. Bazı efrada görünse de, gözüne inanmıyacak. İnandırsa da, elbette böyle mühim bir hâdise, haber-i vahid ile tarihlere baki bir sermaye olmayacak.

Bazı kitablarda: “Kamer, iki parça olduktan sonra yere inmiş” ilavesi ise; ehl-i tahkik reddetmişlerdir. “Şu mu’cize-i bahireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir münafık ilhak etmiş” demişler.

Hem meselâ o vakit, cehalet sisiyle muhat İngiltere, İspanya’da yeni gurub; Amerika’da gündüz; Çin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi, başka yerlerde başka esbab-ı maniaya binaen elbette görülmiyecek. Şimdi bu akılsız muterize bak, diyor ki: “İngiltere, Çin, Japon, Amerika gibi akvamın tarihleri bundan bahsetmiyor. Öyle ise vuku bulmamış.” Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerin başına.

1696- Beşinci Nokta: İnşikak-ı Kamer, kendi kendine bazı esbaba binaen vuku bulmuş, tesadüfi, tabii bir hâdise değil ki adi ve tabii kanunlarına tatbik edilsin. Belki Şems ve Kamer’in Hâlik-ı Hakîm’i, Resulünün risaletini tasdik ve davasını tenvir için hârikulâde olarak o hâdiseyi ika etmiştir. Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risaletin iktizasiyle, hikmet-i rububiyetin istediği insanlara ilzam-ı hüccet için gösterilmiştir. O sırr-ı hikmetin iktiza etmedikleri, istemedikleri ve dava-yı nübüvveti henüz işitmedikleri aktar-ı zemindeki insanlara göstermemek için, sis ve bulut ve ihtilaf-ı metali haysiyetiyle; bazı memleketin Kamer’i daha çıkmaması ve bazılarının güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir kısmının güneşi yeni gurub etmesi gibi, o hâdiseyi görmeye mani pekçok esbaba binaen gösterilmemiş. Eğer umum onlara dahi gösterilse idi, o halde ya işaret-i Ahmediye’nin (A.S.M.) neticesi ve mucize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti, bedahet derecesine çıkacaktı. Herkes tasdike mecbur olurdu. Aklın ihtiyarı kalmazdı. iman ise, aklın ihtiyariyledir. Sırr-ı teklif zayi olurdu. Eğer sırf bir hâdise-i semaviye olarak gösterilse idi: Risalet-i Ahmediye ( A.S.M) ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı.

1697- Elhasıl: Şakk-ı Kamer’in imkânında şüphe kalmadı. Kat’i isbat edildi. Şimdi, vukuuna delalet eden çok bürhanlarından altısına1 işaret ederiz. Şöyle ki:

Ehl-i adalet olan sahabelerin vukuuna icmaı ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin (54:1) وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ tefsirinde onun vukuuna ittiifakı ve ehl-i rivayet-i sadıka bütün muhaddisînin, pekçok senetlerle ve muhtelif tariklerle vukuunu nakletmesi ve ehl-i keşif ve ilham bütün evliya ve sıddıkînin şehadeti ve İlm-i Kelâm’ın meslekçe birbirinden çok uzak olan imamların ve mütebahhir ulemanın tasdiki ve nass-ı kat’i ile dalalet üzerine icma’ları vaki olmıyan Ümmet-i Muhammediye’nin (A.S.M.) o vak’ayı telakki-i bilkabul etmesi; güneş gibi inşikak-ı Kamer’i isbat eder.

1698- Elhasıl: Buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat namına ve iman hesabınadır. Evet tahkik öyle dedi. Hakikat ise diyor ki:

Sema-yı Risalet’in Kamer-i Münir’i olan Hatem-i Divan-ı Nübüvvet, nasılki mahbubiyet derecesine çıkan ubudiyetindeki velayetin keramet-i uzması ve mu’cize-i kübrası olan Mi’rac ile, yani bir cism-i arzî semavatta gezdirmekle semavatın sekenesine ve âlem-i ulvi ehline rüçhaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velayetini isbat etti. Öyle de: Arza bağlı, semaya asılı olan Kamer’i, bir arzlının işaretiyle iki parça ederek arzın sekenesine, o arzlının risaletine öyle bir mu’cize gösterildi ki: Zat-ı Ahmediye( A.S.M.) Kamer’in açılmış iki nurani kanadı gibi; risalet ve velayet gibi iki nurani kanadıyla, iki ziyadar cenah ile evc-i kemalata uçmuş. Ta Kab-ı Kevseyne çıkmış. Hem ehl-i semavat hem ehl-i arza medar-ı fahr olmuştur.” (S.586-589)

1698/1- İnşikak-ı Kamer, pek çok hadislerle de isbatlanmıştır. Ezcümle, Sahih-i Buhari 63. Kitab 36. bab ve 65. Kitabda 54.sure l. bab ve Sahih-i Müslim 50. Kitab 8. bab ve S.B.M. 9. cild. 1483. hadis, inşikak-ı Kamer hakkındadır.

 

1 (Haşiye): Yani, altı defa icma' suretinde, vukuuna dair altı hüccet vardır. Bu makam çok izaha lâyık iken, maatteessüf kısa kalmıştır.

Yukarı Çık