468- BİYOLOJİ بييولٯ ژى : Canlı varlıkları inceleyen ilim. Hayvanları inceleyen bölümüne zooloji; bitkileri inceleyen bölümüne botanik denir. Biyoloji, incelediği mevzulara göre çeşitli isimler alır. Canlının dış yapısını inceleyen: morfoloji; dokuları inceleyen: histoloji; canlıların büyüyüp gelişmelerini inceleyen: embriyoloji: hayatî faaliyetleri inceleyen: fizyoloji; iç salgı bezlerinin faaliyetlerini inceleyen: endokrinoloji; hastalık hallerini inceleyen: patoloji; canlıların sınıflandırılmasını yapan: sistematik; bitki veya hayvan neslinin ıslahı ile uğraşan: zootekni; mikroskobik canlıları inceleyen: mikrobiyoloji’dir. Yapısını inceleyen: anatomi; hücreleri inceleyen: sitoloji’dir.
Biyoloji, kimya ve fizik gibi müsbet ilimler, Allah’ın sanat eserlerini inceledikleri için, bu eserleri esbaba ve tabiata isnad eden ifade tarzını değil; sebeblerle beraber bütün eserleri ve varlıkları, Allah’ın icad ve tertib ettiğini telkin eden ifade tarzını kullanılmalıdır.
469- Mevzumuzu biraz daha açıklamak için, insan bedeninin faaliyetten yani fizyolojisinden, İslâmî ifade tarzıyla gayet kısa bir örnek:
«Sani-i Hakîm, beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hükmünde halketmiştir. Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelanına medardırlar. Kan ise içinde iki kısım küreyvat halkedilmiş. Bir kısmı küreyvat-ı hamra tabir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlahî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor (tüccar ve erzak memurları gibi): Diğer kısmı küreyvat-ı beyzadırlar ki; ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile süratli bir vaziyet-i acibe alırlar. Kanın heyet-i mecmuası ise; iki vazife-i umumiyesi var:
Biri: Bedendeki hüceyratın tahribatını tamir etmek. Diğeri: Hüceyratın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir. Evride ve şerayin namında iki kısım damarlar var ki: Biri safi kanı getirir dağıtır, safi kanın mecralarıdır. Diğer kısmı; enkazı toplayan bulanık kanın mecrasıdır ki, şu ikinci ise kanı “Ree” denilen nefesin geldiği yere getirirler.
Sani-i Hakîm, havada iki unsur halketmiştir. Biri azot, biri müvellid-ül humuza. Müvellid-ül humuza ise nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvis eden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker. İkisi imtizac eder. Buharî hâmız-ı karbon denilen (semli havaî) bir maddeye inkılab ettirir. Hem hararet-i gariziyeyi temin eder, hem kanı tasfiye eder. Çünki Sani-i Hakîm, fenn-i Kimyada aşk-ı kimyevî tabir edilen bir münasebet-i şedideyi müvellid-ül humuza ile karbona vermiş ki; o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlahî ile o iki unsur imtizac ederler. Fennen sâbittir ki; imtizacdan hararet hâsıl olur. Çünki imtizac, bir nevi ihtiraktır.
Şu sırrın hikmeti şudur ki: O iki unsurun herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizac vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi bunun zerresiyle imtizac eder, birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallak kalır. Çünki imtizacdan evvel iki hareket idi; şimdi iki zerre bir oldu, her iki zerre bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sani-i Hakîm’in bir kanunu ile hararete inkılab eder. Zaten “hareket, harareti tevlid eder” bir kanun-u mukarreredir.
İşte bu sırra binaen beden-i insanîdeki hararet-i gariziye, bu imtizac-ı kimyeviye ile temin edildiği gibi, kandaki karbon alındığı için kan dahi safi olur. İşte nefes dâhile girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor. Hem nâr-ı hayatı iş’al ediyor. Çıktığı vakit ağızda mucizat-ı kudret-i İlahiye olan kelime meyvelerini veriyor.فَسُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ فِى صُنْعِهِ الْعُقُولُ » (S.593)
İşte bütün müsbet fenler, bu örneğe kıyas edilsin.
Örnekte anlatılan husus, biyoloji fenninde anlatılanın aynıdır. Fakat ifade şekli, natüralist-materyalist değil, maneviyatçıdır. Okuyucusunu inkârcı değil, imanlı ve manevi değerlere saygılı ve manevi mes’uliyetleri mudrik ve şahsiyetli yetiştirir. (Bak: Maarif)