474- BURAK براق : Binek. Cennet’e mahsus bir binek vasıtası. (Bak: Mi’rac)
«Cennet’ten getirilen Burak’a dair, Mevlid yazan Süleyman Efendi hazin bir aşk macerasını beyan ediyor. O zat, ehl-i velayet olduğu ve rivayete bina ettiği için, elbette bir hakikatı o suretle ifade ediyor. Hakikat şu olmak gerektir ki:
Âlem-i Beka’nın mahlukları, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın nuruyla pek alâkadardırlar. Çünki: Onun getirdiği nur iledir ki; Cennet ve dar-ı âhiret, cin ve ins ile şenlenecek. Eğer o olmasaydı, o saadet-i ebediye olmazdı ve Cennet’in her nevi mahlukatından istifadeye müstaid olan cin ve ins, Cennet’i şenlendirmiyecek-lerdi; bir cihette sahibsiz virane kalacaktı. Yirmidördüncü Söz’ün Dördüncü Dalı’nda beyan edildiği gibi :
Nasılki bülbülün güle karşı dasitane-i aşkı; taife-i hayvanatın, taife-i nebatata derece-i aşka bâliğ olan ihtiyacat-ı şedide-i aşknümayı, rahmet hazinesinden gelen ve hayvanatın erzaklarını taşıyan kâfile-i nebatata karşı ilan etmek için, bir hatib-i Rabbanî olarak, başta bülbül-ü gül ve her nev’den bir nevi bülbül intihab edilmiş ve onların nağamatı dahi, nebatatın en güzellerinin başlarında hoş-amedî nev’inden tesbihkârane bir hüsn-ü istikbaldir, bir alkışlamadır.
Aynen bunun gibi: Sebeb-i hilkat-ı eflak ve vesile-i saadet-i dareyn ve Habib-i Rabb-ül Âlemîn olan Zat-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü Vesselâm’a karşı, nasılki melaike nev’inden Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm kemâl-i muhabbetle hizmetkârlık ediyor; melaikelerin Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’a inkıyad ve itaatını ve sırr-ı sücudunu gösteriyor. Öyle de: ehl-i Cennet’in hatta Cennet’in hayvanat kısmının dahi, o zata karşı alâkaları, bindiği Burak’ın hissiyat-ı âşıkanesiyle ifade edilmiştir.» (M.279)
475- «Alâmî tefsirinden Alusî’nin nakline göre, Resulullah’ın isra gecesi bineği beş idi: Evvelkisi, Beyt-ül Makdis’e kadar Burak; ikincisi, sema-i dünyaya kadar Mi’rac; üçüncüsü, yedinci semaya kadar ecniha-i melaike; dördüncüsü, Sidre-i Münteha’ya kadar Cenah-ı Cibril; beşincisi, Kab-ı Kavseyne kadar Refref. Gerçi kudret-i İlahiyeye nazaran bu vesaite lüzum yoktur. Allah Teâla dilediğini bir anda her hangi bir mevzia isal etmeye kadirdir. Fakat bütün bunlar irae-i âyat ile izhar-ı tekrim cümlesindendir. Çünki لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَۜا ( 17:1 ) mucebince, hikmet-i isra irae-i âyattır. Müfessirînden bazıları ecram-ı semaviye harekâtının sür’atlerinden fennî misaller getirerek isra ve mi’racdaki sür’at-i seyri ukule takrib etmeğe çalışmışlardır. Gerçi israyı mü-lâhaza edebilmek için, “burak hadisi” bize mebde-i tasavvur vermiyor değildir. Zira zahir ki burak lafzı, berk maddesinden müştaktır. Hadis-i Nebevîde tarifi şu mealdedir: “Merkebden büyük, katırdan küçük hacimde bir dabbe ki, ayağını gözünün müntehasına basar.” Bu ise berk yani şimşek ve elektrik sür’atini anlatır. Biz bu mebde ile isranın sür’atini bir dereceye kadar mülâhaza ve böyle bir vasıta-i nakliye üzerinde râkibin cereyandan müteessir olmayarak hiç sarsılmaksızın kemâl-i sükût ve huzur içinde tayy-i mesafe edebileceğini tasavvur da edebiliriz. Ve bu suretle burak ve mi’rac vasıtalarının tahsisine bir vech-i hikmet de düşünebiliriz. Fakat bütün bunlar nihayet aklı, nâkıstan kâmile takrib edecek iman delilleri olabilir. Sonra keyfiyet-i mekân, zaman, hareket, ruh mes’elelerinin künhüyle alâkadar bulunan ve kudret-i Rabbaniyenin âyat-ı kübrâsından olan mi’rac hârikası, fikr-i aklın mikyas-ı idrakinden çok yüksektir. Onun için demişlerdir ki: “O mi’rac, tekyif olunabilmekten ecelldir.» (E.T.3149) (Bak: Mi’rac)