1367- HUNEYN حنين : Hicretin 8. senesinde ve Mekke’nin fethinden 16 gün sonra vuku bulan Huneyn gazası, Kur’an (9:25,26) âyetlerinde zikredilir. Mezkûr âyetlerde bilhassa kemiyete, adet çokluğuna güvenmeyip nusret-i İlahiyeye dayanmak gerektiği ders verilmektedir.
1368- “Huneyn, Mekke ile Taif arasında bir vadinin ismidir. Mekke’nin fethi ile Kureyş’in ekserisi müslüman oldu; olmayanlar pek az kaldı ve bu suretle din-i İslâm bir mertebe daha meydan aldı. Mukaddema Kureyş’in taraftarı olan kabail ve aşair de müslümanlar tarafına mâil ve müteveccih oldu. Fakat Arab’ın en büyük kabilelerinden olan Hevazin Kabilesi ile Sakif Kabilesi beynlerinde ittifak ederek Resul-i Ekrem ile harb etmek üzere zikrolunan Huneyn vadisinde toplanmağa başladılar. Bu kabilelerin harb u darb işlerinde mehareti vardı. Mekke’nin fethi üzerine gayz u heyecanları artmış ve Resul-i Ekrem’in kendileri üzerine yürüyeceği fikrine zâhib olmuşlar ve daha bekliyecek olurlarsa muhakkak muzmahil olacaklarına kani olarak hazırlıklarını ikmal edip hemen harekete geçmişlerdi. Hevazin ve sakif kendileri dört bin kadar idiyse de, Beni Sa’d İbn-i Bekr ve Beni Cüşem gibi daha birtakım kabailin inzimamiyle bir cemm-i gafir teşkil eylemişlerdi ki; bazı rivayete göre mecmuu yirmi binden ziyade olduğu söylenmiştir.
1369- Resul-i Ekrem (A.S.M.) İslâm aleyhinde öyle büyük bir ordunun toplandığını işitti ve hemen tedarükat-ı külliyeye teşebbüs etti. Hatta Safvan İbn-i Ümeyye’den silah istedi. Safvan henüz müşriklerden idi. Müslüman olmak için iki ay muhlet istemişti. “Gasben mi ya Muhammed?” diye sordu. “Hayır, iade olununcaya kadar; telef olursa ödenmek şartiyle ariyet istiyorum” buyuruldu.O da “Öyle ise beis yok” diyerek üçyüz zırh verdi. Nevfel İbn-i Haris İbn-i Abdülmuttalib dahi bu vecihle üçyüz mızrak iare eyledi.
1370- Resul-i Ekrem (A.S.M.) oniki bin ve bazı rivayetlere göre belki biraz daha fazla askerle Mekke’den çıkıp Huneyn’e müteveccihen hareket buyurdu. Bu askerin onbini Mekke’nin fethinde hazır bulunan ashab, mütebakisi de Mekkelilerden yeni İslâma dâhil olmuş tuleka idi ve beraberlerinde seksen kadar da müşrik vardı ki biri de Safvan ibn-i Ümeyye idi. Bilahare alınan esirlerin altıbin kadar olduğu rivayet-i sahiha ile sabit bulunduğuna binaen bu İslâm ordusunun adetçe düşmanın mecmuundan fazla olmadığı anlaşılıyorsa da her halde müslümanların o ana kadar yaptıkları muzaeffer oldukları muharebelerde görülmedik bir kesret ve kuvvette mükemmel idi ve bu hal müslümanların hoşuna gitmiş, bu kesrete bayağı güvenmişlerdi. Hatta rical-i müslimînden birisi: “Bu gün asla azlıktan mağlub olmayız” demiş ve bu söz Resulullah’a iyi gelmemişti. Gerçi bu söz galebeyi, mücerred kesrette görmek manasından uzaksa da, kesrete bir itimad beslemek وَمَا النَّصْرُ اِلاَّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ( 3:126 ) ( 8:10 ) olduğunu kale almamak gibi bir gurur ve kusurdan da hâlî kalmıyordu. Âyette ihtar buyurulduğu üzere, şimdiye kadar bir çok mevakide nail oldukları zaferlerin hiç biri kesretlerine medyun olmamış bulunan asker-i İslâmın, bu kerre harbe girerlerken kesret ve kılleti mevzu-u bahis etmeleri, onlardan matlub olan ihlas ve ihtiyat ile mütenasib olmıyacak bir zühul oluyordu. Allahu Teala ve Resulünü mansur ve muzaffer kılan ancak kendisi olduğunu bildirmek için bu gazada ibtida asakir-i İslâmiyeye bir hezimet yüzü gösterdi ve filhakika kılletten değil kesrete güvenmekten dolayı ilk önce ordu-yu İslâm’da acib bir inhizam, adeta bir “panik” vaki oldu. Benî Süleym kabilesi ile yeni Mekke askeri, Halid ibn-i Velid kumandasında pişdar olarak önde gidiyorlardı. Benî Süleym ilerilemişti ve bir hamlede düşmana açılmıştı. Bunu gören Mekkeliler de ganaime doğru laübaliyane seğirdip giderlerken evvelce Huneyn vadisini tutmuş, pusularda gizlenmiş olan ve ok atmakta mehareti bulunan Hevazin askerinin birdenbire öyle şiddetli bir hü-cumlarına maruz oluverince öyle bir bozulup kaçmışlardı ki bu bozgunluk bütün orduya sirayet edivermiş ve bu haber Mekke’ye kadar ermişti ve imanı zaif olan yeni müslümanların bir çoğunun efkârı bozulmuştu. Bu öyle bir bozgunluk olmuştu ki, merkezde Resul-i Ekrem birkaç ashabıyla yapayalnız kalıvermişti. Oniki bin askerin ric’ate mecbur kaldığı ok sağnaklarına karşı yalnız Fahr-i Âlem fütursuz, telaşsız gidiyordu. Bütün azm-ü ikdamın şecaat ü sebatın yegane timsali ve i’caz-ı Nübüvvetin bürhan-ı bîmisali olan İlahî bir heyecan ile Düldülünü bütün düşmanlarının hamlelerine ve hatta bütün küfür dünyasının üzerine üzengileyip sürüyor. sürdükçe küffar kaçıyor, onlar hamle ettikçe durup bekliyordu. Rivayet olduğuna göre bu hal, on küsur kerre vaki olmuştu. (Peygamberimizin şecaatı, bak: 559.p.)
1371- Sonra Allah Resulüne ve mü’minlere sekinetini; kalblere sükûnet veren rahmetini ve görmediğiniz askerler indirdi ki bunlar melaikedir... Kavl-i muhtara göre bunların nüzulü mü’minlerin kalblerine havatır-ı hasene ilkasıyla takviye ve teyid ve müşriklerin kalblerine ilka-i ru’b için idi. O vakit Fahr-i Âlem, sağ cenahı tutup durmuştu ve Hazret-i Abbas’ın sesi gayet yüksek olduğundan ona “Ey ensar, ey ashab!” diye bağırmasını teklif eyledi. O da nida edip “Ey Akabe’de biy’at eden Ensar, ey Şecere-i Rıdvan altında dönmemek üzere söz veren Ashab, ey Ashab-ı Şecere, ey Ashab-ı Sure-i Bakare” diye çağırdı ve nidalar tevali etti. Her taraftan ashab-ı kiram “lebbeyk, lebbeyk” diyerek bir nesakta hemen döndüler ve Resul-i Ekrem’in yanına koşuştular. O bozgun asker derhal derlenip toplandı. Müslümanlar öyle bir sür’atle toplanıyorlardı ki, atları koşamıyanlar inip koşuyorlardı. Bu suretle mü’minlerin hepsi tekrar Resul-i Ekrem’in yanında birleştiler ve o havf ü helecanı atıp kemal-i sekinet ve metanetle cenge giriştiler. O vakit Resulullah yerden bir avuç toprak alıp müşrikler tarafına attı.” (E.T.2492-2496)
1372- Yukarıda zikredilen düşman ordusuna Hazret-i Peygamber’in (A.S.M.) bir avuç toprak atması hâdisesi, Mektubat adlı eserde şöyle beyan ediliyor:
“Gazve-i Huneyn’de, başta İmam-ı Müslim olarak ehl-i hadis haber veriyorlar ki: Gazve-i Huneyn’de -Bedir gibi- küffar, şiddetli hücum ederken, yine bir avuç toprak atıp, 1شَاهَتِ الْوُجُوهُ diyerek, herbirinin kulağına bir شَاهَتِ الْوُجُوهُ kelimesi girdiği gibi; biiznillah herbirinin yüzüne bir avuç toprak gitti. Gözleriyle meşgul olup, kaçtılar. İşte Bedir’de ve Huneyn’deki hârika olan şu hâdise, esbab-ı adi ve kudret-i beşer dâhilinde olmadığından, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan (8:17) وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلكِنَّ اللّهَ رَمَى ferman eder. Yani “O hâdise, kudret-i beşer haricindedir. Kuvve-i beşeriye ile değil; belki fevkalâde bir surette, kudret-i ilahiye ile olmuştur.” (M.136)
Bu gazada müslümanlardan 4 kişi şehid oldu. Düşman ordusundan ise 70 kişi öldü. Düşmandan çok miktarda ganimet kaldı. Huneyn gazasında mağlub olan düşman kuvvetleri Taif, Evtas gibi yerlere dağılmışlardı. Daha sonra İslâm ordusu buralara da hücum ederek kalan düşmanı da mağlub etti.
1373- “Eğer denilirse: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, madem Habib-i Rabb-il Âlemîndir. Hem elindeki hak ve lisanındaki hakikattır. Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melaikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyafet verir. Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla o bir avuç topraktan her küffarın gözüne bir avuç, toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunun gibi bin mu’cizat sahibi olan bir Kumandan-ı Rabbanî, nasıl oluyor Uhud’un nihayetinde ve Huneyn’in bidayetinde mağlub oluyor?
Elcevab: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, nev-i beşere mukteda ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Ta ki o nev-i insanî hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakim-i Zülkemal’in kavanin-i meşietine itaate alışsınlar ve desatir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler. Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima hârikulâdelere ve mu’cizelere istinad etseydi, o vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı.
İşte bu sır içindir ki, yalnız davasını tasdik ettirmek için arasıra indelhace, münkirlerin inkârını kırmak için mu’cizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasılki, herkesten ziyade evamir-i İlahiyeye itaat etmiştir. Öyle de, hikmet-i Rabbaniye ile ve meşiet-i Sübhaniye ile te’sis edilen âdetullah kavaninine herkesten ziyade müraat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi, “Sipere giriniz!” emrederdi. Yara alırdı, zahmet çekerdi. Ta tamamiyle hikmet-i İlahiye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübraya müraat ve itaatı göstersin.” (L: 81)
1374- Huneyn hakkında ehadisten birkaç not:
-Huneyn gazasında bereket mu’cizesi: (S.B.M. ci: 7, 1103. hadis)
-Huneyn gazasında ordunun dağılmasına rağmen Resulullah’ın (A.S.M.)azm ü sebatı: (S.B.M. ci: 8, 1213.hadis)
-S.M. 5. cild sh: 422 (Kitab-ül cihad, 28. bab) Huneyn hakkındadır.
1S.M. ci. 5 sh: 422 hadis: 76,81