1230- HAVA هواء : (Heva) Hava. Dünyayı çevreliyen atmosfer. Cevv. Yer ile gök arası. *Hafif yel. *Bir binanın üzerine kat çıkma hakkı. *Bir yerin hali ve sıhhat bakımından durumu. *Müzikte ezgili ses. seda. (Bak. Atmosfer)
1230/1- Atmosfer kelimesinde hava hakkında fennî malumat verildiğinden burada hikmet-i Rabbaniye cihetindeki vazifelerine bir nebze temas edilecek. Şöyle ki:
“Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi: (35:10) اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ âyetinin sırrıyla; güzel ve manidar ve imanî ve hakikatlı kelimelerin, kalem-i kaderin istinsahıyla ve izn-i İlahî ile intişar etmesiyle bütün küre-i havada melaike ve ruhanilere işittirmek ve arş-ı azam tarafına sevketmek için kudret-i İlahî kaleminin mütebeddil bir sahifesi olmaktır.
Madem havanın kudsi vazifesinin hikmet-i hilkatının en mühimmi budur. Ve ruy-i zemini radyolar vasıtası ile bir tek menzil hükmüne getirip nev’-i beşere pek büyük bir nimet-i İlahiye olmaktır. Elbette ve elbette beşer, bu pek büyük nimete karşı bir umumi şükür olarak, o radyoları herşeyden evvel kelimat-ı tayyibe olan başta Kur’an Hakim hakikatleri ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu ve zaruri menfaatlerine dair kelimatlar olmalı ki; o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse, beşere zararlı düşere.” (N.A.20)
1231- “Meselâ: Bir tek kelimeyi aynı anda milyon, belki milyar kelime olarak cilve-i kudret sahife-i havada istinsah ettiği gibi;
(35:10) اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ remziyle her kelime-i tayyibe, bütün küre-i havada birden, adeta zamansız, kalem-i kudret ile istinsah edildiği gibi manevi ve makbul hakikatların bir yazar-bozar tahtası hükmünde olan küre-i havada kudretin acib bir mucizesinin zaman-ı Âdem’den beri ülfet perdesi altında ehl-i gaflet nazarında saklandığı gibi; şimdi radyo namı verdikleri aynı hakikat ile sabit olmuş ki: İçinde hadsiz bir ilim ve hikmet ve irade bulunan gayr-i mütenahi bir kudret-i ezeliyenin cilvesi, her zerre-i havaîde hazır ve nazırdır ki; hadsiz ayrı ayrı kelimeler her bir zerre-i havaînin küçücük kulağına girip, incecik dilinden çıktığı halde karışmıyor, bozulmuyor, şaşırmıyor. Demek bütün esbab toplansa, tek bir zerrenin bu vazife-i fitriyesindeki cilve-i kudret-i kudsiyeyi hiç bir cihette yapamadığı ve bu her zerrenin hadsiz ince küçük kulağında ve dilinde gayet hârika-i san’ata hiç bir cihette hiç bir parmak karışmadığı için, ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet ülfet, âdet, kanunluk, yeknesaklık perdesi ile saklayıp; adi bir isim takıp, muvakkat kendilerini aldatıyorlar.” (N.A.32)
1232- Yüksek bir tefekkür dürbünüyle kâinatta seyahat eden mütefekkir bir zat, hava unsuruna ait müşahedesinden bir kısmını şöyle beyan ediyor:
“O yolcu, cevvdeki rüzgara bakar görür ki: Hava o kadar çok vazifelerle gayet hakîmane ve kerimane istihdam olunur ki, güya o camid havanın şuursuz zerrelerinden herbir zerresi; bu kâinat sultanından gelen emirleri dinler, bilir ve hiçbirini geri bırakmıyarak, o kumandanın kuvvetiyle yapar ve intizamla yerine getirir bir vaziyetle; zeminin bütün nüfuslarına nefes vermek ve zihayata lüzumu bulunan hararet ve ziya ve elektrik gibi maddeleri ve sesleri nakletmek ve nebatatın telkihine vasıta olmak gibi çok külli vazifelerde ve hizmetlerde, bir dest-i gaybî tarafından gayet şuurkârane ve alîmane ve hayatperverane istihdam olunuyor.” (Ş. 107)
1233- “Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: “Bu camid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zahiri suretiyle vücuda gelen yüzbinler hakîmane ve rahimane ve san’atkârane işler ve ihsanlar ve imdadlar bilbedeha isbat eder ki: Bu çalışkan rüzgarın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok, belki gayet Kadir ve Alîm ve gayet Hakîm ve Kerim bir âmirin emriyle hareket eder. Güya herbir zerresi, herbir işi bilir ve o âmirin herbir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden herbir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki; bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkihine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ve idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatına ve bilhassa seslerin ve bilhassa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların isaline ve bu hizmetler gibi umumi ve külli hizmetlerden başka, azot ve mevellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüzbinler tarzda bulunan Rabbanî san’atlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor görüyorum.
Demek (2:164) وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَاْلاَرْضِ âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbani hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmani işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden, ancak Vacib-ül Vücud ve Kadir-i Külli Şey ve Alim-i Külli Şey bir Rabb-i Zülcelali ve -l İkram’dır der, hükmeder.” (Ş.108)