MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMÎ مولانا جلال الدّين رومي : Büyük evliyaullahtan olup, şöhreti bütün âlem-i İslâmda yaygındır. İlm ü fazlı ve şiir ve edebiyattaki kudreti dahi, envar-ı batınıyesiyle mütenasibdir. “Mesnevi”siyle sair şiir ve divanı çok meşhur olup, makamatı ve keramatı müsellemdir.
Aslen Horasan’lı olup, Hicri 604 tarihinde Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Nesebi, Hz. Ebubekir-i Sıddık’a (R.A.) müntehî olur. Pederi Bahaüddin Veled büyük ülemadan olup, talebe ve halktan kendisine çok teveccüh sebebiyle zamanının Harzemşah Meliki’nin rahatsızlığından mütevellid o diyarı terkederek Hicaz’a gitmişti. Hicaz dönüşü Şam’da Seyyid Bürhanüddin Hazretlerinin vasiyeti üzerine Anadolu’ya gelmiş ve nihayet Selçuklu Sultanı’nın davetiyle Konya’da yerleşmiştir. Hicrî 631’de Hz. Bahaüddin’in vefatı üzerine oğlu Hz. Celaleddin ders vermeye başlamış ve ilm ü fazlı hasebiyle kısa zamanda şöhret bulmuştu. Bir müddet sonra sofiyyun tarikine meyl ü muhabbet edip Konya’da Çelebi Hüsameddin’e intisab etmiş ve sonraları Şemsüddin-i Tebrizî ile bu yolda arkadaş olup ilerlemişti. Aşk-ı İlahî ateşiyle sûzan olunca bir mekânda duramayıp, bir direğe tutunarak döner ve ney ve dümbelek sesiyle vecde gelirdi ki, Mevlevî Tarikatı’ndaki “sema”ın mebdei budur. Bu makama eriştikten sonra, edebiyatta yüksek bir yeri olan “Mesnevî” yi yazmış ve aşk-ı İlahî üzerine birçok şiirler söylemiştir. Bu şiirlerinde 30 bin ve Mesnevî’sinde 47 binden çok beyt vardır. Hicri 672 tarihinde 69 yaşında vefat edip, türbesi Konya’da ziyaretgâhtır. (Kamus-ul A’lâm’dan telhisen alınmıştır.)
“Evet bir meyve, bir çiçek, bir ışık gibi küçücük bir ihsan, bir nimet, bir rızık; bir küçük âyine iken, tevhidin sırrıyla birden bütün emsaline omuz omuza verip ittisal ettiğinden, o nevi büyük âyineye dönüp o nev’e mahsus cilvelenen bir çeşit cemal-i İlahîyi gösterir. Ve fâni, muvakkat olan güzellik ile, bâki bir nevi hüsn-ü sermedîye irae eder. Ve Mevlana Celaleddin’in dediği gibi,
آنْ خَيَالاَتِى كِه دَامِ اَوْلِيَاسْتْ ٭ عَكْسِ مَهْرُويَانِ بُوسْتَانِ خُدَاسْتْ
sırrıyla bir âyine-i cemal-i İlahî olur. Yoksa eğer tevhid sırrı olmazsa, o cüz’î meyve tek başına kalır. Ne o kudsî cemal, ne de o ulvî kemali gösterir. Ve içindeki cüz’î bir lem’a dahi söner, kaybolur. Âdeta başaşağı olup elmastan şişeye döner.” (Ş.9)