3997/1- YENİÇERİLER يگيچرى : Osmanlı kara ordusunun dâimî ve hazineden ulûfe alan (ücretli) kapıkulu askerî zümresinden en mühim ağır piyade sınıfıdır. Osmanlılarda askerî sınıflar umumiyetle “ocak” tabiri ile ifade edildiğinden Yeniçeriler de bir askerî sınıf olarak Yeniçeri Ocağı olarak adlandırılagelmiştir.

Yeniceri Ocağı’nın esası Hristiyan çocuklarının devşirilip (seçilip) Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılmasından sonra asker olarak yetiştirilmesidir. Osmanlılardan önce Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları, harp esirlerinden askerlik alanında faydalanmakta idiler.

Hatta merkezde bulundurdukları piyade kuvveti içinde çeşitli İslâm kavimlerine mensup unsurların yanında Rumlar, Ermeniler ve Frenkler de vardı. Osmanlılar da bu askerî kölelik (gulâm veya memlûk) usûlünü geliştirerek ordunun ikinci bir insan kaynağı olarak devşirme usûlünü getirdiler.

Osmanlılar fetih yolu ile Anadolu’dan Trakya’ya geçip Edirne’yi fethettikten sonra askerî ihtiyaçlar da arttı. Daîmî bir ordu ihtiyacı doğdu. Edirne’nin fethinden sonra Avrupa’ya doğru fütuhatın devamlılığını sağlamak için devamlı bir ordunun varlığı şarttı. Bu orduya kaynak olarak, fethedilen memleketlerin Hristiyan çocukları düşünüldü.

Yeniçeri Ocağı, Gelibolu’da Gazi I.Sultan Murad zamanında 1363’te kuruldu. Yeniçeri, “Yeni Asker” manasına gelir. Bunlara “Kapıkulu” veya “Devşirme” de denirdi.

Yeniçeri Ocağı’nın ilk kurulan yıllarında harp esirlerinden Hristiyan gençler, yaşlarına bakılmadan ocağa alınırdı. Sonları Devşirme Kanunu’na göre 10-20 yaş arasındaki çocuklar alınmaya başlanmıştır.

Üç, beş veya yedi senede bir, gürbüz ve sıhhatli olanlar devşirilirdi.

Devşirme ihtiyaca göre mıntıka mıntıka yapılırdı. Devşirme Kanunu’na göre İslâmiyeti kabul etmiş ailelerin çocukları alınmazdı. Hristiyan çocuklarından asîl ailelere mensup olanlar ile papaz oğulları alınırdı. Tek oğlu olan bir ailenin çocuğu alınmadığı gibi, bir aileden birden fazla çocuk alınmazdı. Ana babası ölmüş çocuk da alınmazdı. Devşirilen çocuklar sünnet edilir ve bir müslüman ismi verilirdi. Sonra bu çocuklar en az 3, en çok 8 sene Anadolu ve Rumeli’deki çiftlik sahiplerinin veya Türk köylüsünün hizmetine verilirdi. Bu sûretle çocuklar bedence zindelik kazandıkları gibi, Türkçe’yi öğrenir ve İslâm terbiyesinin icaplarına göre yetiştirilirdi. Bundan sonar Gelibolu’ya gelip Acemi Ocağı’na giren devşirmeler, “acemi oğlanı” sıfatını alırlardı. Bu kışlada askerî terbiyelerini tamamlayınca “Yeniçeri Neferi” olma hakkını kazanırlardı. İstanbul’un fethinden sonra da İstanbul Acemi Ocağı kuruldu. Hepsinin komutanı “Yeniçeri Ağası” idi. Yeniçeri Ağası, Dîvan-ı Hümayûn’a katılırdı. İkinci dereceden bir bakan mesabesinde idi.

3997/2- Devşirmelerin hepsi asker olarak yetiştirilmezdi. Bunlardan zeki, kabiliyetli, iyi terbiye görmüş, sağlıklı, yakışıklı olanlar seçilir ve bir saray üniversitesi mahiyetinde olan Mekteb-i Enderûn’a hazırlamak üzere saray okullarına alınırdı. Buralardan tahsillerini parlak derecede bitirenler, Topkapı Saray-ı Hümayûnu’nda okumaya hak kazanırlardı. Enderûn’dan çıkanlar parlak istikbâle namzettiler. Nitekim bunların bir kısmı sadrâzam, yüzlercesi vezir, binlercesi beylerbeyi olmuştur.

Enderûn yalnız devşirmelere mahsus yüksek bir okul değildi. Yüksek mevkilerdeki devlet adamlarının çocukları da bu okula alındığı gibi, san’at kabiliyeti gösteren müslüman halk çocukları da, padişah iradesi ile Enderûn-i Hümayûn’a girerlerdi.

3997/3- Yeniçeri Ocağı’na Hristiyan çocukların devşirilmesi 1646’dan sonra azalmış ve buna mukabil Türkler ve diğer müslümanlardan da Acemi Ocağı’na efrad alınmaya başlanmıştır. Böylece Ocakta 18. ve 19.yy.da büyük çoğunluğu bunlar almışlardır. Yeniçeriler 16. asır ortalarına kadar emekli oluncaya kadar evlenmeleri, şehirde oturmaları yasaktı. Kışlalarında yaşarlardı. Sultan I.Selim zamanında Yeniçeri emekdarına bahşedilen evlenme hakkı tedricen genişletilmiş; yetim kalan çocuklar da kul-oğul adıyla Acemi Ocağı’na alınmaya başlanmıştır.

Yeniçerilerin mevcudu devamlı değişiklik arzetmiştir. Kuruluş yıllarında bin kişi civarında olan Ocak, sonraki yıllarda ihtiyaca göre artmıştır. Çok defa birkaç on bin civarında kalmış, nadiren yüzbin veya daha fazla sayıya ulaştığı olmuştur.

Yeniçeri Ocağı, Osmanlı askerî kuvvetleri içinde hiç bir zaman büyük bir yekûn tutmamıştır. Buna rağmen şöhret kazanmasının sebebleri; hazarda ve seferde padişahın maiyetinde olmaları, Hristiyan ailelerden devşirme yolu ile alınmaları sebebiyle yabancı tarihçiler, yazar ve siyasîlerin  çok alâka göstermeleri, istidad ve kabiliyetlerine göre devlet idaresinde en yüksek makamlara kadar gelebilmeleri, padişahların hal’ ve cülûslarında mühim rol almaları, bir takım isyanlara karışmalarıdır.

3997/4- Yeniçeri Ocağı kuruluşundan 16. asır ortalarına kadar disiplinli ve itaatkâr bir teşkilat iken, bu durum tedricî olarak çeşitli sebeplerle bozulmaya başlamıştır. Zamanla işe yaramaz ve hatta  zararlı bir teşkilat haline gelmiştir. Zaman zaman teşebbüs edilen ıslah çalışmaları netice vermemiş, çok defa devletin başına dert olmuştur. Zamanla liyakat yerine, iltimas ile İstanbul ve taşrada ocağa kayıtlar yapılmış, askerî talim ve tedris ihmal edilmiş, nizam bozulmuştur. Yeniçeriler ev-bark sahibi olmuşlar, esnaflıkla da uğraşan başıbozuk bir hale gelmişlerdir.

Ocak, kuruluş tarihi olan 1363’ten 463 yıl sonra, 1826 tarihinde II.Sultan Mahmud tarafından lağvedilmiştir. Ocağın lağvına “Vak’a-yı Hayriye” denilmiştir. Vaka’-yı Hayriyye, çok kanlı bir şehir muharebesinden sonra gerçekleştirmiştir. Devlete baş kaldıran, talim yapmayı reddeden, savaştan kaçan, emir dinlemez hale gelen Yeniçeri Ocağı’na karşı; padişahın arzusu üzerine, sancak-ı şerif çıkarıldı. Devlet erkânı ve ülemaya halk da iltihak ederek, Yeniçerilere karşı harekete geçildi. Padişaha bağlı topçu, lağımcı ve kalyoncu askerî kuvvetler, âsilere karşı muharebe ederek Yeniçeri Teşkilatı ortadan kaldırılmıştır.

3997/5- Yeniçeri Ocağı’nın bozulma sebepleri incelendiğinde, bir hizmet cemaatının zamanla bozulma sebeplerine benzediği görülür. Meselâ ihlâsın zedelenmesi, keyfiyet yerine kemiyetin kazanması, dünyevî ve şahsî menfaatlerin üste çıkması, liyakatsızlık, adam kayırma, gayret ve terbiye noksanlığı, dış düşmanların içten bazı kimseleri kullanmaları, temel hizmet prensiplerine sadakatsızlık, itimadın zayıflaması veya kötüye kullanılması gibi.

İbrete şayan bir husus da şudur ki: Osmanlılarda İslâmiyetin canlı bir şekilde, bütün şeairi ile yaşandığı zamanda, Hristiyan çocuklarının devşirilip müslümanlaştırılması yolu ile bunların Hristiyan dünyasına karşı bir cihad unsuru olarak kullanılışının tam zıddı bir durumun, İslâmî hayatları zaafa uğramış müslüman memleketlerde ortaya çıkışıdır. Asrımız medeniyetinde ilerlemiş devletler içindeki menfî cereyanlar, müslüman halk çocuklarından kabiliyetli olanları imtihanla seçerek kendilerine bağlı yüksek okullarda, kendi düşünce ve ideolojilerine uygun bir tedrisat proğramı içinde yetiştirmelerini sağlamakta, bunların içinde üstün kabiliyet gösterenlere burslar tahsis ederek yabancı memleketlerde yüksek ihtisaslarını tamamlamalarını temin etmekte ve bu yolla bir kısmını kendilerine bağlı ve yaşayış şekillerine hayran bir zihniyete sahip kıldıktan sonra, bunlar vasıtası ile müslüman ülkelerin idaresini elinde tutmaya çalışmaktadırlar.

Bu sahada büyük rol oynayan Masonluk cereyanı bunları himaye etme, maddî destek sağlama faaliyetlerini ekleyerek, memleketlerin siyasî, kültür ve iktisadî hayatlarını bütünü ile kontrol ve idareleri altına almaya çalışmakta; müslümanların uyanış hareketlerinin görülmesi halinde, “irtica var” yaygaralarıyla sindirme yoluna gitmektedirler. Bu ise İslâm âleminde, aks-ül amele sebep olmakta ve İslâm birliği fikir ve hareketlerinin canlanmasına yol açmaktadır.

Unutmamak lâzım ki, bir zamanlar Fir’avun, kendi saltanatına son verebileceği korkusu ile, erkek çocukları katlettirmekteydi. Fakat nasıl ki Cenab-ı Hak, bir çocuğu Fir’avunun sarayında büyüttürüp onun saltanatına son vermişse, İslâm memleketlerini baskı altına almaya çalışan İslâm düşmanı bu cereyanlara karşı Mehdî-misal nuranî bir şahsiyet ve onun cereyanı çıkmakla deccaliyeti zir ü zeber etmesi mukadderdir, inşâallahü teâlâ. (Not. Kaynaklar: 1- İslâm Ansiklopedisi, Yeniçeri Maddesi, 2-Büyük Türkiye Tarihi, cilt:7, sahife:350-394)

Yukarı Çık