4012- YUNUS (A.S.) يونس : «Hazret-i Yunus, Benî İsrail’den mübarek bir peygamberdir... Asuriye devletinin payitahtı olup elyevm Musul şehrinin karşısında harabesi görülen Ninova ahalisine peygamber gönderilmişti. Putlara tapmakta bulunan Ninova ahalisi Hz. Yunus’un otuz sene devam eden nasihatları dinlemediler. Hz. Yunus da kendisine taraf-ı İlahîden daha mezuniyet verilmeden Ninova’yı bıraktı. Dicle kenarına gitti. Bir gemiye binip bir tarafa gitmek istedi. Fakat gemi yürümedi. İçinde bulunanlar aramızda bir suçlu var demeğe ve kur’a atmağa başladılar. Hz. Yunus o suçlu benim, Rabbimden daha müsaade almadan kavmimi terkettim diye kendisini suya attı. Derhal bir büyük balık tarafından yutuldu... Hemen tevbeye, istiğfara başladı... Bir müddet sonra balık kendisini çıkarıp sahile attı...
Yunus’dan (A.S.) sonra Ninova şehrini korkunç bir kara duman kaplamıştı. Ahali derhal Allah Teala’ya yalvararak tevbe ettiler, yaptıklarına pişmanlık gösterdiler. O duman da üzerlerinden açılıp gitti. Başlarına gelecek beliyyelerden kurtulmuş oldular.
Hz. Yunus tekrar Ninova’ya gelip bir müddet daha mukaddes vazifesine çalıştı. Ba’dehu bu şehri terkederek uzlet buyurduğu bir mahalde irtihal etti.
Asuriye devleti bilahare munkariz olmuştur. Şöyle ki: Medye hükümdarı ile Babil valisi Ninova şehrini muhasara ederek yakıp yıktılar. Asurilerin son hükümdarı bu halden müteessir oldu. Ailesi efradıyla beraber yaktırdığı büyük bir ateşin içine atılarak yanıp gittiler. Bu surette sona eren Asuriye devletinin yerinde Medye ve Geldan devletleri kaim oldu.» (B.İ.İ. 489)
4013- Kur’an (21:87) âyetinde bahsi geçen «Hazret-i Yunus İbn-i Metta Alâ Nebiyyina ve Aleyhissalatü Vesselâm’ın münacatı, en azîm bir münacattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır. Hazret-i Yunus Aleyhisselâm’ın kıssa-i meşhuresinin hülasası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümid kesik bir vaziyette (21:87) لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ münacatı, ona sür’aten vasıta-i necat olmuştur.
Şu münacatın sırr-ı azîmi şudur ki: O vaziyette esbab, bilkülliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki; hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semaya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hut ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine müsahhar eden bir Zat, onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı olsa idiler, yine beş para faideleri olmazdı. Demek esbabın te’siri yok. Müsebbib-ül Esbab’dan başka bir melce olamadığını aynelyakîn gördüğünden sırr-ı , nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için şu münacat birden bire geceyi, denizi ve hutu müsahhar etmiştir. O nur-u tevhid ile hutun karnını bir tahtelbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvari emvac dehşeti içinde denizi o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahra, bir meydan-ı cevelan ve tenezzühgâhı olarak, o nur ile sema yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lamba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdid ve tazyik eden o mahlukat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Ta sahil-i selâmete çıktı. Şecere-i Yaktîn (37:146) altında o lütf-u Rabbanîyi müşahede etti.
4014- İşte Hazret-i Yunus Aleyhisselâm’ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müdhiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz, istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor. Onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hutumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
Madem hakiki vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yunus Aleyhisselâm’a iktidaen umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya Müsebbih-ül Esbab olan Rabbimize iltica edip (21:87) لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz ve ayn-el yakîn anlamalıyız ki; gaflet ve dalaletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını def’edecek yalnız o zat olabilir ki; istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlik-ı Semavat ve Arz’dan başka hangi sebeb var ki, en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, Âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüzbin boğucu emvacından kurtaracak; hâşâ, Zat-ı Vacib-ül Vücud’dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette O’nun izni ve iradesi olmadan imdat edemez ve halaskâr olamaz.
Madem hakikat-ı hal böyledir. Nasılki Hazret-i Yunus Aleyhisselâm’a o münacatın neticesinde hutu ona bir merkûb, bir tahtelbahir; ve denizi bir güzel sahra; ve gece, mehtablı bir latif suret aldı.
Biz dahi o münacatın sırrıyla لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz. لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ cümlesiyle istikbalimize, سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza, اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celbetmeliyiz.
Ta ki nur-u iman ile ve Kur’anın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılab etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvacı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’an-ı Hakîm’in tezgahında yapılan bir sefine-i maneviye hükmüne geçip, ta sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur’anla, o terbiye-i Fürkaniye ile; nefsimiz bize binmiyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.
4015- Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin camiyeti itibariyle sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizazatından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrasından müteellim oluyor. Ve nasılki hurdebinî bir mikrobdan korkar; ecram-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasılki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasılki küçük bahçesini sever, öyle de; hadsiz ebedî Cennet’i dahi müştakane sever. Elbette böyle bir insanın Ma’budu, Rabbi, melcei, halaskârı, maksudu öyle bir zat olabilir ki, umum kâinat onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyarat dahi taht-ı emrindedir. Elbette öyle bir insan daima Yunusvari لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeye muhtaçtır.» (L.5-7)
4016- Yunus (A.S.) hakkında Kur’andan birkaç not:
-Hz. Yunus’un kıssası: (37:140 ilâ 148)
-Hz. Yunus’un (A.S.) kavminin iman etmeleri: (10:98)
-Hz. Yunus’un (A.S.) risaleti: (37:139)
-Hz. Yunus’un (A.S.) kıssasından öfke ile değil, sabırla ve emr-i İlahîye teslimiyetle hareket etmek cihetinde alınacak dersler: (68:48, 49, 50)
Yunus (A.S.) hakkında hadislerde de bahis vardır. Ezcümle: tirmizi 45. Kitab 81. Bab’da, Yunus’un (A.S.) balığın karnında iken yaptığı duasını; Sahih-i Müslim 43. Kitab 43.babda, hayırlılıkta tavsifini kaydederler.