DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

AFV

Suçluyu cezalandırmamak manasında olan bu tabirden, Kur’anda, hadislerde ve ve bu ayet ve hadisleri izah eden salahiyetli zatların eserlerinde çokça bahsedilir.

Keza şahsî haklarda afvetmek fazilet iken, umumî haklarda afvetmek mesuliyet sebebidir.

Mesela: Hz. Üstad diyor ki: “Bu asırdaki ehl-i İslâm'ın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canileri de âlîcenabane afvetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan görse, ona bir nevi tarafdar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler.” K:25

Evet, “Mütekellim-i vahde olsa eğer bir zâtta: Müsamaha, hamiyet. Fedakârlık; bir haslet, bir amel-i sâlihtir.

Mütekellim-i maalgayr olsa eğer o zâtta: Müsamaha, hıyanet. Fedakârlık; bir sıfat, bir amel-i tâlihtir.” S:725

İşte bu sarih beyanların hükmüne riayet etmek şarttır.

Risale-i Nur eserlerinden alınan afvetmek hakkındaki bazı kısımlardan ders yapılacaktır.

1- Bediüzzaman Hazretleri Din hizmetinde bulunan Nurculara afvetmek hakkında diyor ki:

“Sizdeki ihlas ve sadakat ve metanet, şimdiki ağır sıkıntılarda birbirinizin kusuruna bakmamaya ve setretmeye kâfi bir sebebdir ve Risale-i Nur zinciriyle kuvvetli uhuvvet öyle bir hasenedir ki, bin seyyieyi affettirir.1 Haşirde adalet-i İlahiye, hasenelerin seyyielere racih gelmesiyle affettiğine binaen, siz de hasenelerin rüchanına göre muhabbet ve afv muamelesini yapmak lâzımdır.

2 Yoksa bir seyyie ile hiddet etmek, sıkıntıdan gelen bir titizlik, bir asabilik ile zararlı bir hiddet, iki cihetle zulüm olur. İnşâallah, birbirinize sürurda ve tesellide yardım edip sıkıntıyı hiçe indirirsiniz.” Ş:330

Aziz, sıddık kardeşim Re'fet Bey!

Kur'an-ı Azîmüşşan'ın hürmetine ve alâka-i Kur'aniyenizin hakkına ve Nurlar ile yirmi sene zarfında imana hizmetiniz şerefine, çabuk bu dehşetli, zahiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci' ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinden küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem şahsî hak yüzünden, bizlere ve hizmet-i Kur'aniyeye ve imaniyeye yüz batman zarar gelmesi -şimdilik- ihtimali pek kavîdir. Sizi kasemle temin ederim ki; biriniz bana en büyük bir hakaret yapsa ve şahsımın haysiyetini bütün bütün kırsa, fakat hizmet-i Kur'aniye ve imaniye ve Nuriyeden vazgeçmezse ben onu helâl ederim, barışırım, gücenmemeğe çalışırım.” Ş:512

“Hem, Hasan Avni ismindeki zât, madem evvelce Risale-i Nur’a girmiş ve yazısıyla da iştirak etmiş, o daire içindedir. Onun fikren bir yanlışı varsa da afvediniz. Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarîkata mensub müslümanlar, şimdi bu acib zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden, hristiyan bile olsa, onlarla medar-ı niza’ noktaları medar-ı münakaşa etmemeyi; hem bu acib zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor.” K:247

İkinci Nokta: Bir zaman Küçük Isparta namını alan ve her yerden ziyade, geçen mes’elemizde hapis musibetini çeken İnebolu ve civarı kardeşlerimin gayet güzel ve samimane mektubları, beni çok mesrur eyledi. Yalnız, Risale-i Nur’un kahramanlarından baba-oğulun meşrebleri ayrı ayrı olduğundan, birbiriyle tam imtizaç edemediklerinden endişe ediyorum. Baba ne kadar haksız da olsa, oğul onun rızasını tahsil etmeye mecburdur. Oğul da ne kadar serkeş de olsa, baba şefkat-i fıtriyesini ona karşı esirgemez ve esirgememeli. Değil böyle baba ve evlâd ve mümtaz seciyeli ve Risale-i Nur’un baş şakirdleri, belki birbirinden çok uzak ve düşman da olsalar Risale-i Nur’un hatırı için Risale-i Nur şakirdlerinin mabeynindeki tefani, birbirini tenkid etmemek, kusurunu afvetmek düsturu ile bu iki kardeşim, dünyevî ve cüz’î ve hissî şeyleri medar-ı münakaşa etmesinler. Pederlik ve veledliğin iktiza ettiği hürmet ve şefkatle beraber, Nur’un şakirdliği iktiza ettiği kusura bakmamak ve afvetmek ve benim çok sevdiğim iki kardeşim -benim hatırım için- birbirini tenkid etmemek lâzım geliyor.” E:89p.son

2- Haksız itirazcılara karşı, afvedip helal etmek için gereken şartlar;

İllâ bir şart ile helâl edebilirim ki: Bu Ramazan-ı Şerifte bana ve hâlis kardeşlerime verdiği endişe ve telâşı, hak-perestlik damariyle, büyüklere lâyık ulûvv-u cenabla, enaniyet-i taassubkârânesini hakikata ve insafa feda edip tâmire çalışmasıdır; müşfik ve munsıf bir hoca tavriyle, kusurumuz varsa bize lütufkârâne ihtar ve îkazdır. Cenâb-ı Hak, Settâr-ül-Uyûbdur, hasenat seyyiata mukabil gelse, afveder. İman hizmetinde yüzbinler insanın îmanını tahkikî yapmak hasenesine karşı benim gibi bir bîçârenin hüsn-ü niyetle kuvvetli emarelerle inayet-i İlâhiyyeden tasavvur ettiği bir müjde-i Kur'aniyenin tefehhümünde bir yanlış, belki yüz yanlış varsa da, o hasenata karşı gelemez, setr-i uyûb perdesini yırtamaz!... Her ne ise.3 St:61

“Senin hamiyet-i diniye ve tecrübe-i ilmiye ve Nurlara karşı alâkanızdan rica ediyorum ki, Sabri ile geçen macerayı unutmağa çalış ve onu da afvet ve helâl et. Çünki o, kendi kafasıyla konuşmamış; eskiden beri hocalardan işittiği şeyleri, lüzumsuz münakaşa ile söylemiş. Bilirsin ki; büyük bir hasene ve iyilik, çok günahlara keffaret olur. Evet o hemşehrimiz Sabri, hakikaten Nur’a ve Nur vasıtasıyla imana öyle bir hizmet eylemiş ki, bin hatasını afvettirir. Sizin âlîcenablığınızdan, o Nur hizmetleri hatırı için, dost bir hemşehri ve Nur hizmetinde bir arkadaş nazarıyla bakmalısınız.” E:206

3- Afvetmeyi garazkârlığa çeviren zulüm damarı;

“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye4 şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar5 , mü’mine adavet ederler. Halbuki Cenab-ı Hak haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mal-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler.6 Hem seyyiatın esbabı çok ve vücudları kolay olduğundan, bazan bir tek hasene ile çok seyyiatını örter. Demek bu dünyada, o adalet-i İlahiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lâzımdır. Halbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adavet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez. Öyle de insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur; mü’min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur.” L:88

4- Afvetmek bir ulüvvücenablıktır;

“Beni bu tahammülün fevkinde bu tehcir ve tecrid ve tevkif ve tazyike sevkedenlere, fevkalâde iğbirar ve kızmak geldi. Bir inayet imdada yetişti. Manen kalbe ihtar edildi ki: “İnsanların sana ettikleri ayn-ı zulümlerinde, ayn-ı adalet olan kader-i İlahînin büyük bir hissesi var ve bu hapiste yiyecek rızkın var. O rızkın seni buraya çağırdı. Ona karşı rıza ve teslim ile mukabele lâzım. Hikmet ve rahmet-i Rabbaniyenin dahi büyük bir hissesi var ki, bu hapistekileri nurlandırmak ve teselli vermek ve size sevab kazandırmaktır. Bu hisseye karşı, sabır içinde binler şükretmek lâzımdır. Hem senin nefsinin bilmediğin kusurlarıyla onda bir hissesi var. O hisseye karşı istiğfar ve tövbe ile, nefsine “Bu tokata müstehak oldun” demelisin. Hem gizli düşmanların desiseleriyle bazı safdil ve vehham memurları iğfal ile o zulme sevketmek cihetiyle, onların da bir hissesi var. Ona karşı Risale-i Nur’un o münafıklara vurduğu dehşetli manevî tokatlar, senin intikamını tamamen onlardan almış. O, onlara yeter. En son hisse, bilfiil vasıta olan resmî memurlardır. Bu hisseye karşı, onların Nurlara tenkid niyetiyle bakmalarında, ister istemez şübhesiz iman cihetinde istifadelerinin hatırı için وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ (3:134) düsturuyla; onları afvetmek, bir ulüvvücenablıktır.” Ben de bu hakikatlı ihtardan kemal-i ferah ve şükür ile, bu yeni Medrese-i Yusufiyede durmağa, hattâ aleyhimde olanlara yardım etmek için kendime mûcib-i ceza zararsız bir suç yapmağa karar verdim.7 ”  L:260

 5- Azgın beşerin afvedilmesi sırrı;

“Evvelki âyette hilkatten maksad beşer olduğu ve Hâlık’ın yanında beşerin bir mevki sahibi bulunduğu tasrih edildiğinde sâmiin zihnine geldi ki: “Bu kadar fesad, şürur ve kötülüğü yapan beşere bu kadar kıymet neden verildi? Cenab-ı Hakk’a ibadet ve takdis için şu fesadcı beşerin vücuduna hikmetin iktizası ve rızası var mıdır?” Sâmiin bu vesvesesini def’ için şöyle bir işarette bulundu ki: Beşerin o şürur ve fesadları, onda vedîa bırakılan sırra mukabele edemez, affolur. Ve Cenab-ı Hak onun ibadetine muhtaç değildir. Ancak Allâm-ül Guyub’un ilmindeki bir hikmet içindir.” İ:199

Eğer “bu hikmet nedir?” denecekse, buradaki İlahî hikmeti, beşerî anlayış, gereği gibi anlayamaz ve ihata edemez. Ancak naklî delillerden bir nebze anlayabiliriz.

Evet, Risale-i Nurda şu ifade var: “Sani-i Zülcelal’in çok esması var. Herbir ismin ayrı bir cilvesi var. Meselâ; Gaffar ismi, günahların vücudunu ve Settar ismi, kusuratın bulunmasını istediği gibi, Cemil ismi de çirkinliği görmek istemez.” L:54 şeklindeki ifadeleri, Allah’ın günahların işlenmesine rızası var manasında asla anlamamalıdır. Zira, Allah’ın kullarının günah işlemesini istemediği, Kur’anda kat’î ve tekrarla nazara verilen bir hükümdür. Hatta rivayette geçen gayretullah, mü’mini günahtan men etmek ister.

Buhari’nin 67. Kitabü’n-nikâh 107. babından alınan bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

“Allah Tebareke ve Teala, mü’minler hakkında gayret ve hamiyet gösterir (hayır ve saadet diler). Ve Allah Teala’nın gayreti, Allah’ın haram kıldığı fena şeyleri (günahları) mü’minin işlememesi içindir.” der.

Ancak bütün esmasının iktizalarına bakan sonsuz hikmet-i İlahiye, sırrı-ı imtihan gibi hikmetler için günah ve şerleri halkeder. Fakat o şer ve günahların işlenmesini istemez. Yani halk-ı şer şer değil, kesb-i şer şerdir.

Bu hadisin bir mânası şudur ki: Beşer, takva ve fücur işleyebilir fıtratta olmasaydı, imtihan sırrı ve terakkiyat-ı beşeriye ve tecelli-i esma mazhariyet olmazdı.

Evet, fazilet ve keyfiyetin tahakkuk ve inkişafına sebeb olan imtihan sırrına taalluku itibariyle,

“Kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünki çok netaic-i mühimme için halkolunmuşlardır. Meselâ: Melaikelere, şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez. Keza hayvanatın dahi, şeytanlar musallat olmadıkları  için, mertebeleri sabittir, nakıstır.  Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat, nihayetsizdir. Nemrudlardan, Fir’avunlardan tut, ta Sıddıkîn-i Evliya ve Enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.

İşte kömür gibi olan ervah-ı safiliye, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-ı Enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidadlar, beraber kalacaktı. A’la-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebu Cehl’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı. Demek şeyatîn ve şerlerin yaratılması, büyük bir küllî neticeye baktığı için, icadları şer değil, çirkin değil; belki su’-i istimalattan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir, icad-ı İlahîye ait değildir.” M:43

Bir hadis meali de şöyledir: “Günahın keffareti, nâdim (pişman) olmaktır. Eğer siz günah yapmasaydınız, Allah günah yapan bir kavim getirir ve onları mağfiret ederdi".” (Ramuz-ul ehadis sh: 339 ve Keşf-ül hafa 1931. hadis)

Bu hadis, günah işlemenin gerekliliği mânasında asla anlaşılmamalı. Bu hadisin bir mânası şudur ki: Beşer, takva ve fücur işleyebilir fıtratta olmasaydı, imtihan sırrı ve terakkiyat-ı beşeriye olamazdı.

6- En büyük mükâfat ise; afv ile, mücazat etmemektir.

“İkinci Vecih: Şu fıkra ihbar ediyor ki: Sahabeler çendan azlığından ve za’fından Sulh-u Hudeybiye’yi kabul etmişler; elbette, her halde az bir zamandan sonra sür’aten öyle bir inkişaf ve ihtişam ve kuvvet kesbedecekler ki, rûy-i zemin tarlasında dest-i kudretle ekilen nev-i beşerin o zamanda gafletleri cihetiyle kısa, kuvvetsiz, nâkıs, bereketsiz sünbüllerine nisbeten gayet yüksek ve kuvvetli ve meyvedar ve bereketli bir surette çoğalacaklar ve kuvvet bulacaklar ve haşmetli hükûmetleri gıbtadan, hasedden ve kıskançlıktan gelen bir gayz içinde bırakacaklar. Evet istikbal, bu ihbar-ı gaybîyi çok parlak bir surette göstermiştir. Şu ihbarda hafî bir îma daha var ki: Sahabeyi tavsifat-ı mühimme ile sena ederken, en büyük bir mükâfatın va’di, makamca lâzım geldiği halde, مَغْفِرَةً kelimesiyle işaret ediyor ki: İstikbalde Sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak. Çünki mağfiret, kusurun vukuuna delalet eder. Ve o zamanda Sahabeler nazarında en mühim matlub ve en yüksek ihsan, “mağfiret” olacak ve en büyük mükâfat ise; afv ile, mücazat etmemektir. مَغْفِرَةً  kelimesi, nasıl bu latif imayı gösteriyor. Öyle de Surenin başındaki  لِيَغْفِرَلَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ   (48:2) cümlesiyle münasebetdardır. Surenin başı, hakikî günahlardan mağfiret değil; çünki ismet var, günah yok. Belki makam-ı nübüvvete lâyık bir mana ile Peygamber’e müjde-i mağfiret ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, o îmaya bir letafet daha katar.” L:33

7- Günahkârları afvetmesi fazldır, tazib etmesi adldir.

“İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hakk’ın günahkârları afvetmesi fazldır, tazib etmesi adldir. Evet zehiri içen adam, âdetullaha nazaran hastalığa, ölüme kesb-i istihkak eder. Sonra hasta olursa, adldir. Çünki cezasını çeker. Hasta olmadığı takdirde, Allah’ın fazlına mazhar olur. Masiyet ile azab arasında kavî bir münasebet vardır. Hattâ ehl-i itizal, masiyet hakkında, doğru yoldan udûl ile masiyeti, şerri Allah’a isnad etmedikleri gibi, masiyet üzerine tazibin de vâcib olduğuna zehab etmişlerdir. Şerrin azabı istilzam ettiği, Rahmet-i İlahiyeye münafî değildir. Çünki şer, nizam-ı âlemin kanununa muhaliftir.” Ms:238

 

1 Yani, “ihlas, sadakat ve metanet” sıfatlarının afvetmeyi gerektirdiği ifade ediliyor. Yani, şahsî hatalarda afvetmemek hali, mezkûr üç ehemmiyetli sıfatların yetersizliğine delalet eder. Bu hal ise hakiki Nurcuda olmamalı diye hatırlatılıyor.

2 Yani, gizli din düşmanlarının hücumları karsışında afvedip tesanüd etmenin, daha çok gerekli olduğuna dikkat çekiliyor. Hem haşirdeki muvazene-i a’mal olan adalet-i İlahiye kaidesiyle, yani hasenenin rüchaniyetini esas alıp afvetmek tavsiyesi var.

3 Burada, itirazcılara gereken şer’î düşünce şekli gösterilip, hatalı ve hissî hareketlere girmemenin lüzumu hatırlatılıyor.

4 Yani, insî ve cinnî şeytanların aldatıcı ve ifsadcı propagandaları.

5 Yani, şer’î hükümlere bağlı hareket etmeyenler.

6 Yani, muvazene-i a’mal, yani sevab ve günahın azlığı ve çokluğuna göre hükmedilmelidir.

7 Bu parağraf, musibetlere karşı gereken faziletli bir anlayış örneğidir.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık