بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye
“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418
AHD - AHİD
Söz verme ve sözünde durmak manasındadır. Sözünde durmamak ise hıyanettir. Hıyanet dahi şöyle tarif ediliyor:
HIYANET (خيانت ): Hainlik, İtimadı kötüye kullanmak. Sözünde durmayıp hilekârlık yapmak.
Tekvinen (fıtrat-ı asliye itibariyle) veya teşri’an (hukukan) veya itimaden tevdi olunan emaneti nakzetmek. Meselâ: Namaz ve ibadet, tekvinî ve teşriî bir emanet-i İlahiyedir. Onu ifa etmemek hıyanettir. İdare makamına seçilmek, teşriî bir emanettir. O makamı hukuka aykırı kullanmak hıyanet olur... ilh. (Bak: Emanet)
Ragıb der ki, hıyanet ve nifak birdir. Ancak hıyanet, ahd ü emanet itibariyle söylenir, nifak da din itibariyle söylenir. Sonra da bunlar tedahül ederler. Şu halde hıyanet, gizlice ahdi bozarak hakka muhalefet etmektir ki, bunun nakizi emanettir.” (E.T. 5130) İslâm Prensipleri Ansiklopedisi Hıyanet maddesi 1281-1282. Parağraflar
İşârât-ül İ’caz eserinde ahdini bozmak hakkında şu izahat var:
“اَلَّذِينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَ يَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّٰهُ بِهِ اَنْ
يُوصَلَ وَ يُفْسِدُونَ فِى اْلاَرْضِ
Bu cümlenin evvelki cümle ile1 vech-i nazmı: Evet bu cümle ile fısk, şerh ve beyan edilmiştir. Şöyle ki: Fısk; haktan udûl, ayrılmak, hadden tecavüz,2 hayat-ı ebediyeden çıkıp terketmektir. Fıskın menşei; kuvve-i akliye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrat ve tefritinden neş'et eder. Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i âlemde yaratılan delail, uhûd-u İlahiye hükmündedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak'la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur.3 Ve keza ifrat ve tefrit hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. Buna fıskın birinci sıfatı olan يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ cümlesiyle işaret edilmiştir.4 Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir. Evet bu âmiller hayat-ı içtimaiyeyi nizam ve intizam altına alan rabıtaları, kanunları keser atar. Evet şehvet veya gazab haddini aşarsa, ırz ve namuslar pay-mal olur, masumlar mahvolur. Buna fıskın birinci sıfatı olan يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ cümlesiyle işaret edilmiştir.5
Fıskın menşei; kuvve-i akliye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrat ve tefritinden neş'et eder. Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i âlemde yaratılan delail, uhûd-u İlahiye hükmündedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak'la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur.” İ: 165
“اُولئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ : Bu cümle, evvelki cümlenin6 neticesi ve aynı zamanda te'kididir. Şöyle ki:
Evvelki cümlede ahdi bozmak, sıla-i rahmi kesmek, Arz'da fesad yapmak gibi fâsıkın cinayetlerini korkunç bir şekilde söyledikten sonra, bu cümlede evvelki tehdid ve korkuyu te'kid için, fâsıkın cinayetlerinin netice ve cezasını şöyle beyan etmiştir: O fâsıklar, âhiretlerini verip dünyayı aldıkları gibi, hidayeti dalaletle tebdil eden kafasız adamlardır. İ:166
Yukarıda geçen sıla-i rahm’ın tarifi:
“Mütedeyyin hısım akrabayı ziyaret etme, onlarla müsaid şartlarda ve meşru dairede görüşme ve mektuplaşma; alâkayı devam ettirme.
“Kadı İyaz’ın beyanına göre sıla-i rahmin birbirinden faziletli dereceleri vardır. Bu derecelerin en aşağısı, akrabayı terk etmeyerek onlarla konuşmak veya hiç olmazsa selâm göndermek suretiyle sılada bulunmaktır. Sıla-i rahm kudret ve ihtiyaca göre değişir ve yerine göre bazan vacib, bazan müstehab olur...
Kurtubî, sıla-i rahmin umumi ve hususi olduğunu söyler. Umumi sıla-i rahm dinîdir ve din kardeşini sevmek, ona nasihatta bulunmak, ona karşı adalet ve insaflı olmak, gerek vacib gerekse müstehab bütün haklarına riayet etmekle yapılır.7
…Bütün bunlar müslümanlar hakkındadır.8 Kâfirlere, fâsıklara gelince; kendilerine nasihat kâr etmediği takdirde onlarla alâkayı kesmek icabeder...” Bülüğ-ül meram:341
Ciddi bir hizmet ehlinin sıla-i rahm yapmakla hizmete noksanlık vermesi, şefkat tokadına sebeb olabilir.
“Hizmet-i Kur'aniyenin pek mühim bir âzâsı olan Hulusi Bey, Eğirdir'den memlekete gittiği vakit, saadet-i dünyeviyeyi tam zevkettirecek ve temin edecek esbab bulunduğundan, bir derece sırf uhrevî olan hizmet-i Kur'aniyede fütura yüz göstermeğe dair esbab hazırlandı. Çünki hem çoktan görmediği peder ve vâlidesine kavuştu, hem vatanını gördü, hem şerefli, rütbeli bir surette gittiği için dünya ona güldü, güzel göründü. Halbuki hizmet-i Kur'aniyede bulunana; ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ ihlas ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur'aniyede bulunsun.9 ” L:42
“Deylemî’den (R.A.) mervi şöyle bir hadis vardır:
“Allah bir kulunu severse o kulu, Zât-ı Uluhiyetine (dinine) hizmet için seçer, (dünyevî iştihalardan) imsak ettirir. O kulu, kadın ve evlad ile meşgul ettirmez.” Bu durum, bilhassa hicretin 200. senesinden sonra içindir. Çünkü “200 senesinden sonra en hayırlınız, zevce ve veledi olmamakla yükü hafif olanınızdır” mealinde de hadis vardır.” (Levami-ul Ukul Şerhi, ci: l, sh: 173)
Mevzumuza İşârât-ül İ’caz eserinden devam ediyoruz.
“ يَنْقُضُونَ :Örülmüş kalın bir şeridi açıp dağıtmak manasını ifade eden "nakz" tabiri, yüksek bir üslûba işarettir. Sanki Cenab-ı Hakk'ın ahdi; meşiet, hikmet, inayetin ipleriyle örülmüş nuranî bir şerittir ki, ezelden ebede kadar uzanmıştır. Bu nuranî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecelli ederek silsilelerini kâinatın enva'ına dağıtır iken, en acib silsilesini nev'-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek çok istidad ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir. Fakat o istidadların terbiyesini ve neticesini cüz'-i ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz'-i ihtiyarînin yuları da şeriatın ve delail-i nakliyenin eline verilmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk'ın ahdini bozmamak ve îfa etmek, ancak o istidadları lâyık ve münasib yerlerine sarfetmekle olur. Ahdin nakzı ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir. Meselâ: Bazı enbiyaya iman ve tasdik, bazılarını inkâr ve tekzib; bazı hükümleri kabul, bazılarını red; bazı âyetleri tahsin, bazılarını kabih ve çirkin görmek gibi. Zira böylece yapılan nakz-ı ahd; nazmı, nizamı, intizamı ihlâl eder, bozar.” İ: 173
Büyük Mesnevi-i Nuriyede Hz. Üstad diyor ki:
“Ya ahî bil ki; (sendeki) mülk Allah’ındır ve O’nun emanetidir ve hem onu senden satın alıyor ve alacak. Öyle ise, merakta fayda yoktur ve de baki kalmayacak bir şeyin hayrı da yoktur. Madem öyledir, zinhar Malik-ül Mülk ile ettiğin ahd ü peymanı bozma! Hem (nasihat için) sana ölüm kâfidir.” BMs: 299
Dinimizde ahde vefa şarttır. Bir rivayette şöyle buyruluyor:
"Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafiktir. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husûmet edince haddi aşar."
Buhâri, İman 24; Müslim, İman 106, (58); Ebu Dâvud, sünnet 16, (4688); Tirmizi, İman 14, (2634); Nesâi, İman 20, (8, 116).
1 Yani, fısk ve fâsıkları anlatan bir önceki ayet ile.
2 Yani, kitabta gösterilen şer’î hükümleri nazara almamak.
3 Yani, Kur’an (30:30) ayeti ve ehadisin bildirdiği insanın asıl yaradılışı, yani fıtrat-ı asliyesi islam üzeredir.
4 Burada daha çok şahsî zarar var.
5 Burada da daha çok ictimaî zarar oluyor.
6 Yani fısk ve fasıkları anlatan cümlenin.
7 Bu izaha göre, gayr-ı meşru yollarla ve imkân eline geçince müslümanın malına, hukukuna zarar veren ve gasb edenler, sıla-i rahmi bozar ve fısk dairesine girerler. Bu fitne-i ahir zamanda bunun çok örnekleri vardır.
8 Yani müslümanlar arasındaki hukuktur.
9 Yani iman hizmeti, en üstün vazifedir.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.