DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

AKAİD

1-  Ahkâm-ı imaniyenin tecellisi manasında olan akaid hakkında şu bilgi veriliyor:

“Sonra Cenab-ı Hakk'ın emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkıyadı tesis ve temin etmek için, Sâniin azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır.1 Bu tesbit de ancak akaid ile, yani ahkâm-ı imaniyenin tecellisiyle olur.2 İmanî hükümlerin takviye ve inkişaf ettirilmesi, ancak tekrar ile teceddüd eden ibadetle olur.3 İ:84

2- Akaid-i imaniyeden bazıları yalnız nakle havale edilirken, Risale-i Nur aklen de isbat eder:

“Eski hükema, ahkâm-ı şer'iyeden ve akaid-i imaniyeden bazıları için: "Bu nakildir, iman ederiz, akıl buna yetişmez." demişler. Halbuki bu asırda akıl hükmediyor. Bediüzzaman Said Nursî ise; "Bütün ahkâm-ı şer'iye ve hakaik-i imaniye aklîdir. Aklî olduğunu isbata hazırım." demiş ve Risale-i Nur'da isbat etmiştir.” S:764

“Ve keza o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nâil olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semaya çıkmak hamakatında bulunan Firavun gibi bir firavun olur...” Ms:77

3- Bu zamanda akaid-i İslâmiyeyi takviye etmek gerek:

“Madem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünki saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda4 kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet'e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet'e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır.5 M:23

“Evet İlm-i Kelâm vasıtasıyla kazanılan marifet-i İlahiye, marifet-i kâmile ve huzur-u tam vermiyor. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tarzında olduğu vakit, hem marifet-i tâmmeyi verir, hem huzur-u etemmi kazandırır ki; inşâallah Risale-i Nur'un bütün eczaları, o Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın cadde-i nuranîsinde birer elektrik lâmbası hizmetini görüyorlar.” M:330

4- Bazı ehl-i tasavvufun akaide ters düşen bir anlayışlarını tashih eden Üstad Hazretleri şu izahatı veriyor:

“Bir hadîs-i şerifte vârid olmuş ki: اِنَّ اللّهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَى صُورَةِ الرَّحْمنِ -ev kema kal- Bu hadîsi, bir kısım ehl-i tarîkat, akaid-i imaniyeye münasib düşmeyen acib bir tarzda tefsir etmişler. Hattâ onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sîma-yı manevîsine bir suret-i Rahman nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarîkatın bir kısm-ı ekserinde sekr ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikata muhalif telakkilerinde belki mazurdurlar. Fakat, aklı başında olanlar, fikren onların esas-ı akaide münafî olan manalarını kabul edemez. Etse hata eder. Evet bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı Akdes-i İlahî'nin şeriki, naziri, zıddı, niddi olmadığı gibi, لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ  sırrıyla sureti, misli, misali, şebihi dahi olamaz. Fakat, وَلَهُ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ sırrıyla, mesel ve temsil ile, şuunatına ve sıfât ve esmasına bakılır. Demek mesel ve temsil, şuunat nokta-i nazarında vardır. Şu mezkûr hadîs-i şerifin çok makasıdından birisi şudur ki: İnsan, ism-i Rahman'ı tamamıyla gösterir bir surettedir. Evet sâbıkan beyan ettiğimiz gibi, kâinatın sîmasında binbir ismin şualarından tezahür eden ism-i Rahman göründüğü gibi, zemin yüzünün sîmasında rububiyet-i mutlaka-i İlahiyenin hadsiz cilveleriyle tezahür eden ism-i Rahman gösterildiği gibi, insanın suret-i câmiasında küçük bir mikyasta zeminin sîması ve kâinatın sîması gibi yine o ism-i Rahman'ın cilve-i etemmini gösterir demektir. Hem işarettir ki: Zât-ı Rahmanurrahîm'in delilleri ve âyineleri olan zîhayat ve insan gibi mazharlar, o kadar o Zât-ı Vâcib-ül Vücud'a delaletleri kat'î ve vâzıh ve zahirdir ki, Güneş'in timsalini ve aksini tutan parlak bir âyine parlaklığına ve delaletinin vuzuhuna işareten "O âyine Güneş'tir" denildiği gibi, "İnsanda suret-i Rahman var" vuzuh-u delaletine ve kemal-i münasebetine işareten denilmiş ve denilir. Ve ehl-i Vahdet-ül Vücud'un mutedil kısmı "Lâ Mevcude illâ Hu" bu sırra binaen, bu delaletin vuzuhuna ve bu münasebetin kemaline bir ünvan olarak demişler.6 L:100

5- İbadet akaidî hükümleri takviye eder:

Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren ancak ibadettir. Evet Allah'ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hale7 , âlem-i İslâmın hal-i hazırdaki vaziyeti şahiddir.” İ:83

6- İsrailiyatın hikâyatını akaide karıştırmak hatası:

Bu günün müslümanlarına karşı islamiyetin yüzünü çevirmesinde “hakkı var. Zira biz İsrailiyatı usûlüne ve hikâyatı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik.8 O da ceza olarak bizi dünyada te'dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir.” Mu:9

“Hikâyatın bakırları ve İsrailiyatın müzahrefatı ve teşbihatın mümevvehatı9 elmas-ı akidede, cevher-i şeriatta, dürer-i ahkâmda idhal etmek; kıymetini daha ziyade tenzil ve müteharri-i hakikat olan müşterisini daha ziyade tenfir ve pişman eder.” Mu:53

7- Risale-i Nur ilm-i kelâm ve akide içinde velâyet-i kübra yolunu açmış:

“Risale-i Nur ibadet yerinde, ilim içinde hakikata bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikat-ül hakaika yol açmış; ve ilm-i tasavvuf ve tarîkat yerinde, doğrudan doğruya İlm-i Kelâm içinde ve İlm-i Akide ve Usûl-üd Din içinde bir velayet-i kübra yolunu açmış ki; bu asrın hakikat ve tarîkat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalaletlere galebe ediyor, meydandadır.” E:91

8- Ulema-i ehl-i sünnetin akidelere dair tahkikatları, Risale-i Nur mesleğini te’yid eder.

“Ülema-i İlm-i Kelâm'ın ve Usûl-üd Din allâmelerinin ve Ehl-i Sünnet Velcemaat'ın dâhî muhakkiklerinin İslâmî akidelere dair çok tedkik ve muhakematla ve âyât ve hadîsleri müvazene ile kabul ettikleri Usûl-üd Din düsturları, şimdiki Risale-i Nur'un meşrebini muhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor.” E:210

Muhteva:

1- Ahkâm-ı imaniyenin tecellisi manasında olan akaid

2- Akaid-i imaniyeden bazıları yalnız nakle havale edilirken, Risale-i Nur aklen de isbat eder.

3- Bu zamanda akaid-i İslâmiyeyi takviye etmek gerek

4- Bazı ehl-i tasavvufun akaide ters düşen bir anlayışlarını tashih

5- İbadet akaidî hükümleri takviye eder.

6- İsrailiyatın hikâyatını akaide karıştırmak hatası

7- Risale-i Nur ilm-i kelâm ve akide içinde velâyet-i kübra yolunu açmış.

8- Ulema-i ehl-i sünnetin akidelere dair tahkikatları, Risale-i Nur mesleğini te’yid eder.

(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi İ’tikad maddesi)

 

1 Yani, zerrelerden yıldızlara kadar bütün kâinatın, kesiksiz olarak Allah’ın emri altında olduğunu gereği kadar anlamış olmak gerekiyor.

2 Yani, bu asırda Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek ve benimsemekle olur.

3 Yani, Allah’ın emir ve yasaklarını temel kitablara uygun olarak bilmek ve teslim olmakla olur.

4 Hakaik-i imaniyede

5 Yani, geçmiş asırlardaki İslamiyet dairesinde Risale-i Nur’da olduğu gibi Kur’andan alınan kâinat kitabını okumaya ihtiyaç yoktu.

6 Bu izahat, bazı müteşabih hadisler için de kısmen ölçü olabilir.

7 Yani, ibadetin noksaniyetinden zaif kalan imanın tesirsiz kaldığı.

8 Maalesef böyle yanlış anlayışlar kitablara kadar girdi.

9 Vehmî hayalatları

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık