DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

AKLIN MUHATAB-I İLAHİ OLMASİYLE KAZANDIĞI EHEMMİYET

Kişinin her zaman kendisini kendisi olduğunu bilmesi, varlığının aslıdır. Bu ise, aklın varlığına bakar.

“S- Kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilali ruhun şahsiyetine tesir etmez mi?

C- Ben bu anda, seksen Said'den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil (*) istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.

Şu (Said) yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı nâtıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Saidler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi. Nasılki şimdi o merhalelerde daima ben benim.

Öyle de mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhaceret-i umumî yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said'i atar, yeni Said'i giyer.” (STİ: 112)

“İnsanı hayvandan ayıran şeylerden:

Biri, mazi ve müstakbel ile alâkadar olmasıdır. Hayvan bu iki zamanı bihakkın düşünecek bir idrake mâlik değildir.

İkincisi, gerek enfüsî, gerek âfâkî, yani dâhilî ve haricî şeylere taalluk eden idraki, küllî ve umumîdir.

Üçüncüsü, inşaata lâzım olan mukaddemeleri keşf ve tertib etmektir. Meselâ: Bir evin yapılması için lâzım olan taş, ağaç, çimento misillü lüzumlu mukaddemeleri ihzar ve tertib etmek gibi.

Binaenaleyh insanın en evvel ve en büyük vazifesi, tesbih ve tahmiddir. Evvelâ mazi, hal ve istikbal zamanlarında görmüş veya görecek nimetler lisanıyla, sonra nefsinde veya haricinde görmekte olduğu in'amlar lisanıyla, sonra mahlukatın yapmakta oldukları tesbihatı şehadet ve müşahede lisanıyla Sânii hamd ü sena etmektir.” (Ms: 206)

İnsanı fıtraten bütün hayvanlara tefevvuk ettiren câmiiyetinin meziyetlerinden biri, zevilhayatın Vâhib-ül Hayat'a olan tahiyye ve tesbihlerini fehmetmektir. Yani insan kendi kelâmını fehmettiği gibi, iman kulağıyla zevilhayatın da, belki cemadatın da bütün tesbihlerini fehmeder. Demek her şey sağır adam gibi yalnız kendi kelâmını anlar. İnsan ise, bütün mevcudatın lisanlarıyla tekellüm ettikleri esma-i hüsnanın delillerini fehmeder. Binaenaleyh herşeyin kıymeti, kendisine göre cüz'îdir. İnsanın kıymeti ise küllîdir. Demek bir insan, bir ferd iken bir nevi gibi olur.” (Ms: 212)

onun pek mühim, hayret verici kemalât ve cemal-i manevîsi vardır. Gizli, kusursuz kemal ise; takdir edici, istihsan edici, mâşâallah deyip müşahede edicilerin başlarında teşhir ister. Mahfî, nazirsiz cemal ise; görünmek ve görmek ister. Yani, kendi cemalini iki vecihle görmek: Biri, muhtelif âyinelerde bizzât müşahede etmek. Diğeri, müştak seyirci ve mütehayyir istihsan edicilerin müşahedesi ile müşahede etmek ister. Hem görmek, hem görünmek, hem daimî müşahede, hem ebedî işhad ister. (S: 51)

Hiç mümkün müdür ki: Cenab-ı Hak ve Mabud-u Bilhak, insanı şu kâinat içinde rububiyet-i mutlakasına ve umum âlemlere rububiyet-i âmmesine karşı en ehemmiyetli bir abd ve hitabat-ı Sübhaniyesine en mütefekkir bir muhatab ve mazhariyet-i esmasına en câmi' bir âyine ve onu ism-i a'zamın tecellisine ve her isimde bulunan ism-i a'zamlık mertebesinin tecellisine mazhar bir ahsen-i takvimde en güzel bir mu'cize-i kudret ve hazain-i rahmetinin müştemilâtını tartmak, tanımak için en ziyade mizan ve âletlere mâlik bir müdakkik ve nihayetsiz nimetlerine en ziyade muhtaç ve fenadan en ziyade müteellim ve bekaya en ziyade müştak ve hayvanat içinde en nazik ve en nazdar ve en fakir ve en muhtaç ve hayat-ı dünyeviyece en müteellim ve en bedbaht ve istidadça en ulvî ve en yüksek surette, mahiyette yaratsın da, onu müstaid olduğu ve müştak olduğu ve lâyık olduğu bir dâr-ı ebedîye göndermeyip, hakikat-ı insaniyeyi ibtal ederek kendi hakkaniyetine taban tabana zıd ve hakikat nazarında çirkin bir haksızlık etsin! (S: 87)

İnsan zîşuur ve câmi' olduğu cihetle, nazarı âmm, şuuru küllî olur. Nazarı âmm olduğundan şecere-i hilkati tamamıyla görür; şuuru da küllî olduğundan Sâni'in makasıdını bilir. Öyle ise, insan Sâni'in muhatab-ı hâssıdır.

Evet âmm ve şümullü olan nazar ve şuurunu Sâni'in ibadetine ve muhabbetine sarf ve san'atını istihsan, takdir ve teşhirine tevcih ve nimetlerinin şükrüne istimal eden bir ferd, verdiği nimetlere karşı şükür isteyen ve yarattığı mahlukatı ibadete, şükre davet eden Sâniin has muhatab ve habibidir.” (Ms: 31)

Madem insan, şecere-i hilkatin meyvesi gibidir. Öyle ise, şecere-i kâinatın eczaları içinde, hepsinden en cami’ ve (kökten) en uzak bir cüz’dür. Madem ki insan, kâinat ağacının en cami’ ve en uzak ve zîşuur bir cüz’üdür. Öyle ise, herhalde şuuru küllî ve nazarı âmm olacaktır. Öyle ise, o, şecere-i hilkatın mecmuunu görebilecek âmm bir nazara mâliktir. Ve şuuru külli olduğundan, Sâni’in makasıdını bilen, bildiren o olacaktır. Öyle ise, kâinat Sâni’inin hâs bir muhatabı olacaktır. Hem küllî şuurlu ve âmm nazarlı olduğu içindir ki, hususî hitaba mazhar olmuştur.

Şimdi bak! İnsan nev’inden bir ferd ki, bütün bu umumî nazarını ve küllî şuurunu Sâni’a taabbüd (kulluk) için ve kendini ona sevdirmek ve ona muhabbet etmek kasdıyla sarfetse; ve o Sâni’in san’atını teşhir ve takdir ve istihsan etmek için tamam şuurunu ve dikkat-i nazarını tevcih etse ve bütün nazarını ve şuurunu ve mecmu-u kuvvet ve himmetini o Sani’in nimetinin mukabilinde şükür isteyen o Sâni’in şükründe istimal etse, ve kâffeten bütün insanları ubudiyet, istihsan ve şükre davet etse; elbette bilbedahe o ferd-i ferid, Sâni-i Âlem’in en birinci muhatabı ve bütün mahlukatın en sevgilisi ve en akrebi olacaktır.” (Bms: 52)

Alınan Yerler:

Sunuhat Tulûat İşarat sh:103-104

Mesnevi Nuriye: 31-206-212

Sözler: 51-87

Büyük Mesnevi: 52

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık