DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

AVRUPA BİRLİĞİNE BEDEL İSLAM BİRLİĞİ

TAKDİM

Avrupa Birliğine girmek hususunda, müslümanlar tarafından muhtelif fikirler ileri sürülmektedir. Bizler şahsi kanatımızı beyan etmek yerine Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin telif etmiş olduğu Risale-i Nur Külliyatından tesbit edebildiğimiz yerleri nazara vereceğiz. Herkes istediği gibi şahsi görüş, kanaat beyan edebilir. Fakat Risale-i Nur adına, Bediüzzaman Hazretleri namına konuşurken dikkat etmek mecburiyeti vardır. Evvelâ samimi olarak inandıktan sonra, bütün Külliyatın nazara alınması gerekmektedir. Bir tek bahsi ele alıp da hüküm çıkarmaya gidenler hem aldanır hem aldatırlar.

Bu çalışmamızda biz meselenin bütün yönlerini ortaya koymaya çalışacağız. Konumuz olan Avrupa Birliğine dahil olmanın mahiyeti nedir? Zararı nedir? Kârı nedir? Bütün bu hususlar, müsbet ve menfî yönleriyle ele alınacaktır.

İkinci kısımda ele alınacak konu ise Müslümanın gönlünde, fikrinde devamlı olması gereken İslâm Birliği düşüncesidir. Maalesef bu düşünce ve büyük hedef, gerek müslümanların yazdığı kitaplarda, gerekse basın yayın kuruluşlarında, radyo ve tv’lerde hiç işlenmemekte veya nadiren ele alınmaktadır. Bu mesele yani İslâm dünyasının istiklâliyet sebebi olan İslâm Birliği mevzuu adeta unutturulmak isteniyor gibi bir manzara görünüyor. Halbuki Risale-i Nur Külliyatında, kuvvet kaynağımız olan İslâm Birliği, çokça nazara verilmiş ve "farz-ı ayn" diye hükümlendirilmiştir.

BİR TAVZİH

Eğer denilse ki, Avrupa ve Avrupa Birliği gibi meseleler, siyasî, içtimaî ve dünyevî meselelerdir. Risale-i Nur’un vazifesi ise uhrevî, imanî ve manevîdir. Avrupa Birliği gibi dünyevî meselelerle meşgul olmak, Nurculuk mesleğine aykırıdır. İlh...

Her meselede olduğu gibi, bu sualin cevabını da yine Risale-i Nur’dan bulmalıyız. Evet, Avrupa’dan gelen ve getirilen bid’alardan, dalâletlerden, dünyaperestlik ve sefahetlerden insanları ikaz ve irşad etmek ve def-i mefasid kaidesiyle medeniyet-i sefihenin çirkinliğini ve sefih medeniyet taraftarı olan cereyanların İslâm dünyasına karşı düşmanlıklarını gösterip o câzibedar sefahetlerden nefret verdirip insanları kurtarmak, Risale-i Nur’un ehmmiyetli bir vazifesidir. Çünkü ahirzaman fitnesinin tahribatını tamir etmek asrın müceddidine aittir. Evet, Risale-i Nur külliyatının muhtelif yerlerinde Risale-i Nur’un vazifelerini beyan eden çok ifadeler vardır.

Ezcümle Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Bugünlerde, Manevî Bir Muhaverede Bir Sual Ve Cevabı Dinledim. Size, Bir Hülâsasını Beyan Edeyim:

Biri dedi: Risale-i Nur'un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?

Ona cevaben dediler: "Risale-i Nur, yalnız bir cüz'î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal'ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılması ile bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur'an'ın i'cazıyla ve geniş yaralarını Kur'anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır." diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum.» (K:30)

Yine bu geniş dairede bid’atların tamiri hakkında bir beyanda şöyledir:

Evet, «Hazret-i Mehdi'nin cem'iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cem'iyetinin mu'cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.» (M:441)

Keza meşhur Beşinci Şua ve Onikinci Söz’ün 1, 2, 3, esasları ve ve Otuzuncu Söz’ün Birinci Maksadı olan Ene bahsinde Felsefenin mahiyeti, Yirmidokuzuncu Mektub’un Es’ile-i Sitte Risalesi ve İşarat-ı Seb’a, Onyedici Lem’a’nın 5. ve 7. Notaları, Yirmiikinci Lem’a ve Ondördüncü Şua’daki mahkeme müdafaaları gibi daha pek çok bahis ve kısımlar, âhirzaman fitnesi ve ehl-i dünya ve menfî Avrupa’ya karşı ümmeti ikaz ve irşad eden bahisler büyük bir yekün teşkil eder.

Risale-i Nur’un haslar dairesi bu geniş dairelerle bilfiil meşgul olmaz, fakat ihtiyaca göre bu ders ve ikazları ehline bildirir ve dersler yaparlar ve tebliğde bulunurlar.

Evet Bediüzzaman Hazretleri bu vazifeye haslar dairesini tevkil etmiştir. Bir mektubunda diyor ki:

«Şiddetli hastalık ve sair sebeblerin tesiriyle ben Nurcu kardeşlerimle konuşamadığımdan ve o musahabeden mahrum kaldığımdan benim bedelime sizler ve Risale-i Nur'un Kur'an medresesinde Yeni Said'e verdiği ders ve Eski Said'in de Hutbe-i Şamiye ve zeyilleri gibi hayat-ı içtimaiye medresesinde aldığı dersleri ve konuşmaları bu bîçare kardeşiniz bedeline, müştak olduğum kardeşlerimle benim yerimde konuşmalarını tevkil ediyorum.» (Em: 09)

Mezkûr Hutbe-i Şamiye eseri hakkında da şöyle diyor:

«Demek bu pek ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, belki doğrudan doğruya 1327'ye bedel, 1371'de ve Câmi-i Emevî yerine âlem-i İslâm câmiinde üçyüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatlı ve taze bir ders-i içtimaî ve İslâmîdir, diye tercümesini neşretmek zamanıdır tahmin ederim.» (HŞ:6)

İşte mezkûr tavsiye mektubu ve Hutbe-i Şamiye, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi ve Münazarat gibi eserleri ihtiyaca göre nazarlara arz etmek vazifesi ve Nur’un hizmet hayatında devam etmiş olan bu mânâdaki tatbikat, geniş daireye bakan tebliğ vazifesinin meşruiyetini gösteriyor.

Keza Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un, nâşir, hâmi, sahib, vâris, muhafız, bekçi, nöbetçi, Genç Said gibi tavsifatla nazara verdiği has dairesindeki hizmet heyetinin muarızlara karşı Nur’u koruyacakları gibi, ikaz, irşad ve tebliğ hizmetleri de vazifeleridir.

AVRUPA’NIN FİKİR DÜNYASI VE YAŞAYIŞINDAN YAYILAN TESİRLER

Bediüzzaman Hazretleri, bugünkü medeniyetin menşei Avrupa felsefesi olduğunu ve Kur’anla çatıştığını anlatırken diyor ki:

«Medeniyetin ruhu olan felsefe-i Avrupa ve hikmet-i beşeriyeyi,1 hikmet-i Kur’anla2 yirmibeş aded Sözlerde mizanlarla iki hikmetin müvazenesinde, hikmet-i felsefiye âcize3 ve hikmet-i Kur’aniyenin4 mu’cize olduğu kat’iyetle isbat edilmiştir.» (S:411)

1919 yılında Osmanlı’nın mağlubiyeti dolayisiyle İslâmın en güçlü koruyucusunun mağlup edilmesi üzerine çok çeşitli ızdıraplar yaşanmıştır. Bir manevî mecliste olan konuşmaları ve sorulan sualleri Bediüzzaman Hazretleri nakletmiş ve kitapta yazmıştır. Bu vesile ile Avrupa medeniyeti üzerine görüşlerini beyan etmiş bulunmaktadır. İslâm Dünyasının batı medeniyetini kendi isteği ile kabul edemeyişinin sebeplerini anlatan Said Nursi Hazretleri der ki:

Evet, «Şu medeniyet-i habise ki,5 biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe6 ettiğinden; maslahat-ı beşer fetvasıyla mensuh7 ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz,8 sefih, mütemerrid, gaddar,9 manen vahşi10 bir medeniyetin himayesini Asya'da deruhde edecek idik.11

Meclisten biri dedi:

–Neden Şeriat şu medeniyeti12 reddeder?

Dedim:

–Çünki beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir.13 O ise şe'ni, tecavüzdür.14 Hedef-i kasdı, menfaattır.15 O ise şe'ni, tezahümdür.16 Hayatta düsturu cidaldir.17 O ise şe'ni, tenazu'dur.18 Kitleler mabeynindeki rabıtası,19 âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir.20 O ise şe'ni, böyle müdhiş tesadümdür.21 Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci'22 ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir.23

O heva ise şe'ni,24 insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir,25 insanın mesh-i manevîsine26 sebeb olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.

İşte onun için bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate şekavete27 atmış; onunu mümevveh saadete28 çıkarmış, diğer onu da beyne-beyne29 bırakmış. Saadet odur ki, külle ya eksere saadet ola.30 Bu ise ekall-i kalilindir.31 » (STİ:39)

«Evet, Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda32 üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm33 üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle, Asya medeniyetinin galebesine34 kuvvetli bir medar, bir delil35 hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.» (HŞ:36)

YENİ ALDATMALARA DİKKAT!

Daha asrın başlarında Avrupa’nın mahiyetini açıklayan Bediüzzaman Hazretlerini, Avrupa’nın sebep olduğu iki dünya harbi ve her tarafta mazlum milletlere yapılan zulümler tasdik etmiştir. Şimdi yine insan-sever (hümanist) gibi görünüp yeni bir asırda bir daha oyalamak istemektedir.

Bugün hayatın bütün sahalarında yaşanan Batı medeniyetinin kurallarıdır. (!) Bu cemiyette kim ne kadar mutlu ki, daha da bu Batı hayatına gireceğiz? Onların kendi dünyevî rahatları ise kendilerinedir. Bediüzzaman Hazretleri Avrupa medeniyetinin menfî tesirlerini şöyle ifade eder:

«Amma şu zamanda, medeniyet-i Avrupa’nın tahakkümüyle, felsefe-i tabiiyenin tasallutuyla,36 şerait-i hayat-ı dünyeviyenin ağırlaşmasıyla, efkâr ve kulûb37 dağılmış, himmet ve inayet inkısam etmiştir." (S:481)

Avrupa kendi toplumundaki küçük azınlığa geçici bir mutluluk getirirken bütün insanlığa çeşitli zararlar vermiştir. Asrımızın başlarında Bediüzzaman Hazretleri Avrupa’ya şöyle hitab eder:

«Ey beşeri ifsad eden müfsid Avrupa! Beşerin başına getirdiğin binler belâlardan birtekini söylüyorum, dinle!» (NİK:85) diyerek  insanlığa verdiği zararları etraflıca anlatır.

Evet, Avrupalı filozoflar müslümanların inancını hedef almış ve hücum etmişlerdir. İman hakikatları noktasında Avrupa filozoflarının verdikleri zararlardan ikaz eden bahsin bir kısmında deniliyor ki:

«İmana karşı gelen kâfirlerin ve münkirlerin kesretinin ve zâhiren çokluğunun kıymeti yoktur. Ve mü’minin yakînine ve imanına hiç tereddüd vermemek lâzım iken; bu asırda Avrupa feylesoflarının nefy38 ve inkârları, bir kısım bedbaht meftunlarına39 tereddüd verip yakînlerini izale ve saadet-i ebediyelerini40 mahvetmiş.» (Ş:101)

Nakledilen açıklamalarda görüldüğü üzere Avrupa’dan uzak durmayı telkin eden ikazlara rağmen onlarla hayat birliğine ve onların sosyal ve hukuki prensip ve kanunlarını taklid etmeye cevaz göstermek, Risale-i Nur Külliyatındaki anlatılanlara ters düşmek demektir.

Avrupalılar sadece bu asırda değil, bilhassa İslâmiyetle ve Kur’an hakikatlarıyla asırlardır uğraşmışlardır. 5-6 Asır süresince devam eden Birleşik Haçlı Seferleri, Avrupa’nın İslâma ve müslümanlara düşmanlığı neticesiydi. Fakat geçmiş asırlarda dini itirazları fazla revaç bulmamıştı. Asrımızda ise Kur’anı koruyan kalelerin yıkılmasıyla Avrupa bütün kinini kusarak İslâm dünyasına materyalist felsefe ile hücum ediyorlar. Fakat Cenab-ı Hak dinini korumak için Risale-i Nur Hizmetini ihsan ederek milletin imdadına göndermiştir.

Bu hakikata Üstad Hazretleri şöyle işaret eder:

«Risale-i Nur’un gayet hârika bir cüz’ü olan “Âyet-ül Kübra” risalesinin beyanı vechiyle: Madem bin seneden beri iman ve Kur’an aleyhinde teraküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları ve şübheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor.» (NÇ:176)

İşte Risale-i Nur’da, Avrupa’nın gaddarcasına olan İslâm düşmanlığı bu tarzda nazara verilip,  İslâm dünyasının Avrupa’ya karşı uyanık olması isteniyor.

Kur’an’dan aldığı dersle müslümanlara istikameti gösteren Bediüzzaman Hazretleri, Avrupa’nın müsbet ve menfi olarak iki sınıf olduğunu nazara vererek müslümana hissilikten uzak kalması dersini vermiştir. Şimdi bakalım şu anda Avrupa’da hakim olan zihniyet hangisidir? İsevîliğin hakiki dini mi, hükmediyor? Bunun cevabı aşağıda açık şekilde veriliyor. Şöyle ki:

«Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi41 san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum. Belki, felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle,42 medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum. Şöyle ki:

O zaman, o seyahat-i ruhiyede, mehâsin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan başka olan mâlâyâni ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı mânevîsine karşı demiştim:

Bil, ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti43 tutup dâvâ edersin ki, “Beşerin saadeti bu ikisiyledir.” Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek!..

...Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehân44 ile ruh-u beşere bu cehennemî hâleti hediye ettin. Sonra anladın ki, bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne atar, hayvânâtın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten iptal-i his45 hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat  ve  fantaziyelerindir.  Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek!» (L:115)

Böyle dehşetli ifsat hayatına karışmak için kapı açmak, İslâm milletini nereye doğru iter?

Bediüzzaman Hazretleri iman ve küfür mukayesesini yaptığı bir eserinin son kısmında Avrupa hakkında şöyle der:

«İşte, binden bir nümune olarak, dehâ-yı felsefînin46 ve hüdâ-yı Kur’ânînin verdikleri derslerin derecelerine bak. Evet, iki tarafın hakikat-i hali, sabıkan beyan edilen tarzla gidiyor. Fakat hidayet ve dalâlette insanların dereceleri mütefavittir, gafletin mertebeleri de muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikati tamamıyla hissedemez. Çünkü gaflet, hissi iptal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdüyle47 ve her günde otuz bin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor. Ecnebîlerin tâğutlarıyla48 ve fünun-u tabiiyeleriyle49 dalâlete gidenlere ve onları körü körüne taklit edip ittibâ edenlere50 binler nefrin ve teessüfler!

Ey bu vatan gençleri! Firenkleri taklide çalışmayınız! Âyâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i'dam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!.. Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!..

هَدَينَا اللّٰهُ وَ اِيَّاكُمْ اِلَى الصِّرَاطِ الْمُسْتَقِيمِ

AVRUPA’NIN ZENGİNLİĞİ NEYE DAYANIYOR?

Avrupa’nın dünyanın diğer bütün kıtalarında sömürgelerden, o milletlerin mallarını ve servetlerini çalarak ve gasp ederek servet sahibi olduğunu beyan eden Bediüzzaman Hazretleri der ki:

«Âyâ, zanneder misin, bu milletin fakr-ı hali dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten neş’et ediyor? Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hintteki Mecusî ve Berâhime ve Afrika’daki zenciler gibi, Avrupa’nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler? Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade Müslümanların elinde bırakılmıyor? Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları,51 desiseleriyle ya çalar veya gasp ediyor.» (L:122)

Bediüzzaman Hazretleri, Avrupa’nın bizim toplumumuzda aşıladığı bazı fikirler sebebiyle bir kısım kimselerin İslâmiyetten soğumasına sebeb olduklarını beyan eder. Hatta kendilerinin ilerlemelerini ve müslümanların geri kalmalarını, kendi üstünlüklerini baskı olarak kullanmak istediğini açıklar.

Said Nursi Hazretleri ise bu telkinlere karşı müslümanları uyarır ve der:

«Ey Müslüman! Biri maddî, biri mânevî, Avrupa rüçhanının iki sebebinin şu netice-i müthişiyle, o neticenin tesir-i muharribanesine karşı, mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyetten elini gevşetme, dört elle sarıl. Yoksa mahvolursun!» (STİ:60)

Avrupa’nın maddî açıdan ilerlemesinin iki sebebi olduğunu beyan eden Bediüzzaman Hazretleri, bunun biri, Avrupa'nın maddi yani coğrafî vaziyeti, diğeri ve en önemlisi ise yardımlaşma sırrına dayanan istinad noktasıdır der:

«İşte o nokta-i istinad her taraftan ellerini uzatan dindaşlarının uruk-u hayatına52 kuvvet vermeye ve İslâmların en can alacak damarlarını kesmeye her vakit amade ve dessas, medenî engizisyon taassubu53 ile, maddiyyunun dinsizliği ile yoğrulmuş ve medeniyetlerinin galebesi ile mest-i gurur olmuş54 bir müsellah55 kitlenin kışlası veya büyük bir kilisesi olan Avrupa’nın medeniyetidir.

Görülmüyor mu ki, en hürriyetperver maskesini takan,56 (İ.G.) elini uzatıp arıyor. Nerede Hıristiyan bulsa hayat veriyor. İşte Habeş, Sudan. İşte Tayyar, Artuşi. İşte Lübnan, Huran. İşte Mal Sur ve Arnavut. İşte Kürd ve Ermeni, Türk ve Rum ilâ âhir.» (STİ:60)

AVRUPA EDEBİYATININ TAHLİLİ

Edebiyat sahasında Avrupa’nın durumu ve yayın sahasında, romancılığın, tiyatronun ve sinemanın, Avrupa’nın tesiriyle cemiyet hayatını nasıl bozduğunu Risale-i Nur Külliyatında açık şekilde anlatılır.

Avrupa’nın manevî tahribatının vesilelerinden biri de “güzellik ve aşk, kahramanlık, hakikatı tasvir edip canlandırmak” olarak ifade edilen ve bu üç sahada işleyen edebiyatı, menfi cihette ve neşir organlariyle yaptığı ve yaptırdığı ifsadattan insanları ikaz eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Avrupa’dan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat romanvâri nazarla, Kur’ân’da olan letâif-i ulviyet,57 mezâyâ-yı haşmeti58 göremez, hem tadamaz.

Kendindeki mihengi59 ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelân;60 onlar içinde gezer, haricine çıkamaz.

Ya aşkla hüsündür, ya hamâset ve şehâmet, ya tasvir‑i hakikat. İşte yabanî edepse,61 hamâset62 noktasında hakperestliği etmez.

Belki zalim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvetperestlik hissini63 telkin eder. Hüsün ve aşk noktasında, aşk-ı hakikî bilmez.

Şehvet-engiz64 bir zevki nefislere de zerk eder. Tasvir‑i hakikat maddesinde, kâinata san’at-ı İlâhî suretinde bakmaz,

Bir sıbga-i Rahmânî65 suretinde göremez. Belki tabiat noktasında tutar, tasvir ediyor; hem ondan da çıkamaz.

Onun için telkini aşk-ı tabiat olur.66 Maddeperestlik hissi, kalbe de yerleştirir; ondan ucuzca kendini kurtaramaz.

Yine ondan gelen, dalâletten neş’et eden ruhun ıztırâbâtına, o edepsizlenmiş edeb müsekkin,67 hem münevvim,68 hakikî fayda vermez.

Tek bir ilâcı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitap gibi bir hayy-ı meyyit,69 sinema gibi bir müteharrik emvat.70 Meyyit hayat veremez.

Hem tiyatro gibi tenasuhvâri,71 mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.

Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlüfte fistanını72 giydirmiş, hüsn-ü mücerred73 tanımaz.

Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktrisi kàrie ihtar eder.74 Zahiren der: “Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz.”

Netice-i muzırrayı75 gösterir. Halbuki sefahete öyle müşevvikane bir tasviri76 yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.

İştihayı kabartır, hevesi tehyiç eder,77 his daha söz dinlemez.

.........

Avrupazâde edepse,78 fakdü’l-ahbaptan,79 sahipsizlikten neş’et eden gamlı bir hüznü veriyor; ulvî hüznü veremez.

Zira sağır tabiat, hem de bir kör kuvvetten mülhemâne80 aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdar. Âlemi bir vahşetzar81 tanır; başka çeşit göstermez.» (S:737)

İşte böyle nefsinin isteklerinin taparcasına esiri olmuş Avrupa’nın -şimdiye kadar ki taklidinden doğan münasebetlerden- böyle zararları gözler önünde iken, resmî beraberlik halinde olunca neticenin ne olacağı aşikâr değil mi? Yüz yıldır, milyonlar müslüman evladının imansız ve şüpheler içinde ölmesine sebeb olan Avrupa Felsefesi ve Medeniyeti, 1000 yıllık İslâm Ordusu olan Türk Milletine nasıl önder ve ışık olabilir?

AVRUPA ASLINDA IRKÇIDIR

a) Avrupanın ırkçılık anlayışı ve bunu İslâm dünyasına sokmaya çalışması hakkında Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:

«Ben82 َاْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ  ferman-ı kat’îsiyle, eski zamandan beri menfi milliyet83 ve unsuriyetperverliğe,84 Avrupa’nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış,tefrika85 versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.» (M:64)

«Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, tâ ki parçalayıp onları yutsunlar.» (M:322)

b) Birinci Cihan Harbinin sebebi Avrupa’nın ırkçılık anlayışıdır:

«Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Almanın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden86 başka, Harb-i Umumîdeki hâdisât-ı müthişe dahi, menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.» (M:323)

c) Irkçılık fikriyle bu millete ve vatana hizmet edeceğine inananlara Risale-i Nur der ki:

«Büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda onlara ehemmiyet vermeyip, belki mânen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle şark vilâyetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara87 adâvet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehâlikiyle beraber, o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen Kur’ân nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.

İşte o dindaşlara adâvet88 ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ân’a dokunur. İslâmiyet ve Kur’ân’a karşı adâvet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adâvettir. Hamiyet namına89 hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye iki hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamâkattir! »  (M:323)

Evet, ırkçılık anlayışı, İslâm dünyasının selamet ve istiklâliyetinin dayanak noktası olan İslâm Birliğini engeller, Müslümanları biribirine düşman eder ve çoğu kere de etmiştir.

d) Kur’an’ın İslâm bayraktarlığını yapan Türk Milletine işareti ve mesajı:

«İşte, ey ehl-i Kur’ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri, bin senedir Kur’ân-ı Hakîmin bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’ân’ı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’ân’a ve İslâmiyete kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def ettiniz. Tâ يَاْتِى اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِى سَبِيلِ اللّٰهِ  âyetine güzel bir mâsadak90 oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve frenk-meşrep91 münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak92 olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.»  (M:323)

Burada bahsolunan ayetin evveli, irtidadı ifade eder. Yani İslâmiyete girdikten sonra dinden ayrılıp başka bir anlayış ve yaşayış tarzına dönüş yapmaktır ki, en dehşetli bir felâket ve helâkettir.

Evet, «Mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyetten elini gevşetme, dört elle sarıl; yoksa mahvolursun.» (M:471) 

KADERİN HÜKMÜ VE TAKLİTÇİLİK

Batılılaşmanın en rahat tatbikata konulduğu devre olan 1930’lu yıllarda, Bediüzzaman Hazretleri, gerekli ikaz ve tesbitleri yapmıştır. Bu tesbitlerini nazara almayanlar sonunda maskara olmayı göze almalılar. O yıllarda yazmış olduğu bir risalesinde şöyle der:

«Avrupa’yı her cihetle taklit ederek, hattâ çok mukaddesatları o yolda feda ederek hareket ediyorlar. Halbuki her milletin kamet-i kıymeti93 başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa, tarzı ayrı ayrı olmak lâzım gelir. Bir kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar hocaya tango bir kadın libası giydirilmediği gibi, körü körüne taklit dahi çok defa maskaralık olur. Çünkü,

Evvelâ: Avrupa bir dükkân, bir kışla ise, Asya bir mezraa, bir cami hükmündedir. Bir dükkâncı dansa gider, bir çiftçi gidemez. Kışla vaziyeti ile mescid vaziyeti bir olmaz.

Hem ekser enbiyanın Asya’da zuhuru, ağleb-i hukemanın94 Avrupa’da gelmesi, kader-i ezelînin bir remzi, bir işaretidir ki, Asya akvâmını intibâha getirecek, terakki ettirecek, idare ettirecek, din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.» (M:324)

Bu kısımda da Avrupa ile İslâm dünyası, aynı anlayış ve yaşayışta olmadıkları ve olmayacaklarına dikkat çekiliyor.

 

2. Sayfa için tıklayın

 

1 Avrupa ve etkilediği bütün toplumlarda geçerli olan, dine dayanmayan filozofların düşünceleri ve içtimaî ve idarî sistemleri

2 Allah’dan gelen Kur’anda bulunan şahsî, içtimaî ve idarî düsturlar

3 beşer düşüncesi güçsüz ve zayıf

4 Kur’an’ın meseleleri insanların düşüncesiyle ulaşılamıyacak yükseklikte

5 dünya görüşü, insan anlayışı, siyaseti ve ahlakî yaşayış şekliyle kendini göstermiş olan olan pis Batı  Medeniyeti

6 zararları iyiliklerinden fazla

7 insanlığa faydalılık yönünden geçersiz

8 insanların uyanmasıyla yıkılıp gidecek

9 ahlâksız, inatçı ve acımasız

10 iç dünyaları korkunç, bir canavardan farksız

11 batı medeniyetinin İslâm ülkelerinde yayılmasını üzerimize  alacaktık

12 Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyiliklerdir. Yoksa, medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklit edip, malımızı harap ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki Harb-i Umumi ile iki dehşetli tokat yeyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek. (Hz. Bedüzzaman r.a.)

13 Dayanak noktası güç ve kuvvettir.

14 Kuvveti esas almanın gereği haddi aşma, zayıfların hakkını çiğnemektir.

15 Ulaşmak istediği hedef  menfaatidir.

16 Menfaatini esas almanın gereği başkalarına zahmet vermek ve engeller çıkarmaktır.

17 Yaşamak için çatışma ve savaş esastır. Hayat anlayışının temeli Darwin’ciliktir.

18 Çatışmanın, çarpışmanın gereği ise devamlı kavgalı yaşantıdır, çekişmedir

19 insan grupları arasındaki bağları

20 Başkasının varlığını kabul edemeyen ırkçılıktır.

21 Irkçılığın esas alınması ise çarpışmaktır.

22 bedenî, geçici şehevî ve istekleri elde etmek için cesaretlendirmek

23 Gayr-ı meşru arzuları tatmin ve kolayca elde etmesini sağlamaktır.

24 gayr-ı meşru isteklerin elde edilmesinin gereği

25 İnsanı melek gibi üstün dereceden bir hayvan olan köpek derecesine düşürmektir.

26 insanın manevî yapısının bozulması ve alçalmasına

27 zorlu ve meşakkatli ve ızdıraplı hayata

28 sahte ve görünüşte bir mutluluğa

29 ne iyi ne kötü, ikisi arasında

30 mutluluk odur ki, insanların bütününe veya çoğunluğuna mutluluk versin

31 Bu medeniyetten ise insanların azının azı istifade etmektedir.

32 üstün manevî değerler ilim, hidayet ve doğruluk

33 ne pahasına olursa olsun maddî kazanç için yarışmak ve rakibini zorbalıkla engellemek

34 İslâm medeniyetinin üstün geleceğine

35 sebep ve kılavuz

37 tabiat kanunlarına yaratma etkisini veren inkârcı felsefenin içimize girip musallat olmasıyla

38 kalblerdeki müsbet duygular

39 dinin esaslarını kabul etmeyiş

40 kötü talihli, kısmetsiz hayranlarına

41 mü’minin gerçek mutluluk yeri olan ahiret hayatlarını

42 insanların toplum hayatına faydalı

43 dinden kopuk ve Allah (cc) inancını bir tarafa bırakan tabiatçı felsefenin karanlıklı düşünceleriyle

44 nefsin günah isteklerine düşkün ve zararlı medeniyet

45 din gerçeklerini ve ahiret hayatını görmeyen aşırı derecedeki zekan

46 manevî ve vicdanî duyguları köreltmek ve uyuşturmak

47 dinden kopuk ileri derecede bilgiçliğin

48 doğruya ulaşma istek ve düşüncesindeki duyarlılığın artışıyla

49 yabancıların, din düşmanı olan azgın liderleriyle

50 Allah’ı (cc) unutturan ve tabiatçılığa dayanan bilgi ve fenleriyle

51 uyan ve bağlanan ülkemizdeki hayranlarına

52 zahiren müslüman gibi görünen, hakikatte İslâm düşmanı olanlar

53 yaşamak için gerekli damarlarına, can damarına

54 Avrupa‘da hırıstiyan papazların baskısına benzer bir yobazlıkla

55 kendine aşırı güven duygusundan dolayı kendinden geçmiş

56 silahlanmış

57 hürriyeti sever görünen

58 manevi yüceliğe sahip olan hoşlanılır  güzellik

59 yüce ve üstün meziyetler (vasıflar, özellikler)

60 değer ölçüsünü

61 dolaşıp etkilediği saha, ele alınan konular

62 yabancılara ait olan edebiyat, İslâmî olmayan edebiyat

63 yaratılıştan gelen kahramanlık

64 güçlüyü sevme ve güçlüye hayranlık duygusunu

65 nefsin kötü hislerini ve cinsî duygularını uyandırıcı

66 Allahın güzelleştirici boyası yani güzel sanat eseri

67 tabiatçılık sevgisin aşılar

68 uyuşturucu, yani manevî acıları geçici olarak unutturucu olur

69 uyutucu, yani gaflet verici olur

70 ölü olan canlı, geçici hayal zevkiyle oyalayıcı

71 hareketli ölüler, cansız resimler

72 ruhların başka bir cesede girip tekrar dünyaya geleceğine inananların batıl inançlarına benzer şekilde

73 utanmak duygusu bulunmayan kadın kılığını

74 varlığı asliyetiyle olup bozulup değişmeyen gerçek güzellik

75 kadın oyuncuyu, okuyucuya hatırlatır

76 ahlâksızlığın zararlı  neticelerini

77 teşvik edici şekilde canlandırma

78 heyecanlandırır ve harekete geçirir

79 Avrupa’dan doğan edebiyat ise

80 dostların yokluğundan, gerçek dostlardan yoksun kalmaktan

81 duygusal etkilenmekle

82 korkunç yalnızlık ve sahipsizlik yeri

83 Bu ibare, İslâmiyet öncesi câhiliye âdetlerine dönmekten men eden hadislerden iktibas edilmiştir. Bu mevzuda bir çok hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Bunlardan birisi şöyledir:  “İslâm dini kendinden önceki bâtıl olan fiil, hareket, âdet ve inanışları keser, kaldırır.” Buharî, Ahkâm: 4, İmâra: 36, 37; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Tirmizî, Cihâd: 28, İlim: 16, Nesâî, Bey’a: 26; İbni Mâce, Cihad: 39; Müsned, 4: 69, 70, 199, 204, 205, 5:381, 6:402, 403.

84 milliyetçiliği ırkçılık olarak anlama ve davranma

85 ırkçılıkla hareket etme ve kendi ırkını herşeyiyle taparcasına sevmeyi

86 ayrılık fikriyatı

87 bitmeyen uğursuz düşmanlıklarından

88 güney tarafımızdaki İslâm ülkelerinde yaşayan müslümanlara

89 İslâm ülkelerindeki mü’minlere düşmanlık

90 dini ve milleti koruyacağım diyerek

91 ayetteki mânâya uygun, âyeti doğrulayıcı örnek

92 Avrupalıların anlayışını ve yaşayışını benimseyen

93 Allah’ın dininden ve Kur’an’ın hükümlerinden dönenler ile ilgili hükme uygun ve doğrular şekilde

94 boy-bos durumu (başka bir deyimle inanç ve yaşayış şekli ve manevi değer derecesi. Yani sahip olduğu özellikleri)

95 filozofların çoğunluğunun

 

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık