بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye
“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418
BATIN – BÂTIN
İç taraf. Bilhassa insandaki hisler ve bu hislerin inceleri manasındadır. Dinî hayat, müsbet hissiyata dayandığından bu bahis ehemmiyetlidir.
1- Zâhir ve bâtın aynalarda hafîziyetin hıfzındaki harikalık:
“Hem hayatı müddetince değiştirdiği suretler dahi, birer intizamlı olduğu halde, heyet-i mecmuası da bir intizam tahtındadır. Zira görüyoruz ki; vazifesinin bitmesiyle ömrüne nihayet verilen ve şu âlem-i şehadetten göçüp giden herşeyin Hafîz-i Zülcelal, birçok suretlerini elvah-ı mahfuza hükmünde olan (....)hâfızalarda ve bir türlü misalî âyinelerde hıfzedip, ekser tarihçe-i hayatını çekirdeğinde, neticesinde nakşedip yazıyor. Zahir ve bâtın âyinelerde ibka ediyor. Meselâ: Beşerin hâfızası, ağacın meyvesi, meyvenin çekirdeği, çiçeğin tohumu, kanun-u hafîziyetin azamet-i ihatasını gösteriyor.1 ” S:77
2- Bâtın-ı kalb ayine-i Samed’dir:
“Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikayet eder. Çünki Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb2 ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat,3 fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.” (Şehvanî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) S:358
“Dünyayı ve ondaki mahlukatı mana-yı harfiyle sev. Mana-yı ismiyle sevme. "Ne kadar güzel yapılmış" de. "Ne kadar güzeldir" deme. Ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünki bâtın-ı kalb, âyine-i Samed'dir ve ona mahsustur.” S:640
“Allah kalbin bâtınını iman ve marifet ve muhabbeti için yaratmıştır. Kalbin zahirini, sair şeylere müheyya etmiştir.4 Cinayetkâr hırs kalbi deler, sanemleri içine idhal eder.5 Allah darılır, maksudunun aksiyle mücazat eder.” H:139
3- Bâtını zâhirinden daha âlî:
“Evet karnın (miden) evinden; cildin, gömleğinden ve kuvve-i hâfızan, senin kitabından nakş ve intizamca daha yüksek ve daha garibdir. Binaenaleyh âlem-i melekût, âlem-i şehadetten; âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir. Maalesef nefs-i emmare, heva-i nefs ile baktığı için zahirî hayatlı, ünsiyetli bir perde gibi, meyyit ve zulmetli ve vahşetli zannettiği bâtın üstüne serilmiş olduğunu görüyor.6 ” Ms:180
4- Bâtıniyyunun mezheb-i bâtılasını intac:
“Mana-yı hakikînin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teşhis eden, makasıd-ı şeriatın müvazenesinden hasıl olan hüsn-ü mücerreddir. Mecazın cevazı ise, belâgatın şeraiti tahtında olmak gerektir. Yoksa mecazı hakikat ve hakikatı mecaz suretiyle görmek, göstermek; cehlin istibdadına kuvvet vermektir. Evet herşeyi zahire hamlettire ettire nihayet Zahiriyyun meslek-i müteassifesini tevlid etmek şanında olan meyl-üt tefrit ne derecede muzır ise; öyle de herşeye mecaz nazarıyla baktıra baktıra nihayette Bâtıniyyunun mezheb-i bâtılasını intac etmek şe'ninde olan hubb-u ifrat dahi çok derece daha muzırdır.” Mu:27
5- Hadîs gibi bâtınî vahiy:
“İbhamı ifade eden مَا , iman-ı icmalînin kâfi geldiğine ve imanın, hadîs gibi bâtınî ve Kur'an gibi zahirî vahiylere şamil olduğuna işarettir.7 ” İ:48
6- Havass-ı bâtına daha çok zengin:
“Bil ey arkadaş! Havass-ı hamse-i insaniyenin yapılış ve san’atında olan kemal-i hikmet içindeki kemal-i nimete; ve kemal-i nizam içindeki kemal-i hikmete; ve kemal-i mizan içindeki kemal-i nizama bak, gör, ibret al! Zira onların Fâtırı, onları öyle bir vaziyette yaratmış ve onların Sanii, onları öyle cihazlarla techiz etmiştir ki; o havas ile insan, umum enva-i semerat ve çiçekler ve ses ve kokular ve sairenin bütün hususiyatını hissedip zevkediyor. Hattâ o hasselerden biri olan insanın kuvve-i zaikasında öyle muntazam dakik ve nazik hissiyat vardır ki; umum meyve ve semeratın bütün cinsleri, nevileri ve sınıflarının yekûn tatları adedince ayrı ayrı zaika mizancıkları vardır. Ve hakeza kuvve-i samia hassesinin dahi çeşit çeşit ses ve nağmelerin hususiyatı adedince ince mizancıklara maliktir. Ve daha sair havass-ı zâhireyi bunlara kıyas et. Hususan havass-ı bâtına daha çok zengin ve daha ziyade cihazata maliktirler.” BMs:379
7- Allah’ın ilim ve kudretiyle bâtınların en bâtınında olduğu sırrının keşfinde kalb ve aklın beraberliği:
“Aklım yürüyüş yaparken, bazan kalbimle arkadaş olur. Kalb zevkiyle bulduğu şeyi akla veriyor. Akıl bervech-i mutad bürhan şeklinde bir temsil ile ibraz ediyor. Meselâ: Fâtır-ı Hakîm'in kâinattan sonsuz bir uzaklığı olduğu gibi, sonsuz bir kurbiyeti de vardır. Evet ilim ve kudretiyle bâtınların en bâtınında bulunduğu gibi; fevklerin de en fevkinde bulunuyor. Hiçbir şeyde dâhil olmadığı gibi, hiçbir şeyden de hariç değildir. Evet âsâr-ı rahmetine mazhar olan sath-ı arzda mamulât-ı kudrete bak ki, bir parça bu sırra vâkıf olasın. Meselâ: Biri arzda diğeri semada veya biri şarkta diğeri garpta iki şeyi bir anda yaratan Sâniin, o yaratılan şeylerin arasındaki uzaklık kadar uzaklığı lâzımdır. Ve keza her şeyin kayyumu olduğu cihetle de, her şeyin nefsinden daha ziyade bir kurbiyeti de vardır. Bu sır, daire-i vücub, tecerrüd ve ıtlak hasaisindendir. Ve fâil-i aslînin mahiyetiyle, zıllî olan münfail arasındaki mübayenet-i lâzımesidir. Meselâ: Şems timsallerine kayyum olduğu için fevkalhad onlara bir kurbiyeti vardır. Âyinedeki zıll ve gölge ile semada bulunan asıl arasındaki mesafe kadar da bu'diyeti vardır.” Ms:241
8- İsm-i Zâhir ile ism-i Bâtın’ın hükümlerini iltibas etmemek:
“İnsanı dalaletlere sürükleyen cihetlerden biri de şudur ki: İsm-i Zahir ile ism-i Bâtın'ın hükümleri ayrı ayrı oluyor; bunları birbirine karıştırıp merci'lerini kaybetmek mahzurludur.
Kezalik kudretin levazımı ile hikmetin levazımı bir değildir. Birisine ait levazımatı ötekisinden taleb etmek hatadır.
Ve keza daire-i esbabın iktizası ile daire-i itikad ve tevhid'in iktizası bir değildir. Onu bundan istememeli.
Ve keza kudretin taallukatı ayrı, vücudun cilveleri veya sâir sıfatın tecelliyatı ayrıdır. Birbirine iltibas edilmemeli. Meselâ: Dünyada vücudun tedricîdir. Berzahî âyinelerde âni ve def'îdir. Çünki icad ile tecelli arasında fark vardır.” Ms:80
9- Peygamberimizin (A.S.M) saltanat-ı bâtıniyesi:
“O zâtı harekete getirip o inkılabları kendisine yaptıran ancak bir kuvve-i kudsiyedir. Evet bilhassa Ceziret-ül Arab'da yaptığı inkılab ve icraata bak!..
O sahralarda, o çöllerde, âdetlerini muhafazada çok mutaassıb ve asabiyetlerinde fevkalâde inadçı ve kasavet-i kalb ve merhametsizlikte emsalsiz ve hattâ diri diri kızlarını toprağa gömüp öldürürlerken müteessir bile olmayan pek çok vahşi kavimler oturmakta idiler. O zât-ı nuranî kısa bir zamanda o kavimlerin ahlâk-ı seyyielerini kaldırarak ahlâk-ı hasene ile tebdil ettirdi. Hattâ o zât-ı mürşidin (A.S.M.) telkin ettiği iman nuru sayesinde, o vahşi insanlar, insan âleminde insanlara muallim oldular. Ve medeniyet dünyasında, medenîlere üstad oldular. O zâtın (A.S.M.) şu kadar geniş ve azîm saltanatı, yalnız zahirî bir saltanat değildir. Daha geniş ve daha derin yerde saltanat-ı bâtıniyesi vardır ki, bütün kalbleri ve akılları kendisine cezb ve celbetmiştir. Ve bütün ruhları ve nefisleri teshir etmiştir ki, kalblere mahbub, akıllara muallim ve tenvir edici ve nefislere mürebbi ve ruhlara sultan olmuş ve olmaktadır.” Ms:26
10- Ülema-yı bâtın için Kur’an baştan başa ihbarat-ı gaybiye nev’indendir:
“İstikbale ait ihbarat-ı gaybiyesidir. Şu kısım ihbaratın çok enva'ı var. Birinci kısım, hususîdir. Bir kısım ehl-i keşif ve velayete mahsustur. Meselâ: Muhyiddin-i Arabî الم غُلِبَتِ الرُّومُ Suresi'nde pekçok ihbarat-ı gaybiyeyi bulmuştur. İmam-ı Rabbanî, surelerin başındaki mukattaat-ı huruf ile çok muamelât-ı gaybiyenin işaretlerini ve ihbaratını görmüştür ve hâkeza... Ülema-yı bâtın için Kur'an, baştan başa ihbarat-ı gaybiye nev'indendir” S:405
Muhteva:
1- Zâhir ve bâtın aynalarda hafîziyetin hıfzındaki harikalık
2- Bâtın-ı kalb ayine-i Samed’dir.
3- Bâtını zâhirinden daha âlî
4- Bâtıniyyunun mezheb-i bâtılasını intac
5- Hadîs gibi bâtınî vahiy
6- Havass-ı Bâtına daha çok zengin
7- Allah’ın ilim ve kudretiyle bâtınların en bâtınında olduğu sırrının keşfinde kalb ve aklın beraberliği
8- İsm-i Zâhir ile ism-i Bâtın’ın hükümlerini iltibas etmemek
9- Peygamberimizin (A.S.M) saltanat-ı bâtıniyesi
10- Ülema-yı bâtın için Kur’an baştan başa ihbarat-ı gaybiye nev’indendir.
1 Bu harika İlahi icraatların tefekkür edilmesi, Kur’anın mesleği olan kâinat kitabını okumaktır ve vazife-i asliyedendir.
2 Yani ebediyetten başka olan faniyata asla razı olmayan kalbin asliyeti ve derin duygusu.
3 Yani İslam üzere yaradılan insanın asıl yaradılışı; yani bozulmamış olan vicdan-ı asliyesi. Evet, fıtrî olmayanı reddeden o mahbubların asıl fıtratı eğer, bilkuvveden bilfiile çıksa idi yine reddederdi.
Fakat Risale-i Nur, bu fitne şartlarında vicdan-ı aslînin bozulduğunu anlatır. Mesela:
“Kalbin gaflet ile harab olmasından ve heva-i nefs ile ölümünden sonra, onun enkazından yapılan bir vicdan, nefs-i emmare için yalancı bir mıklabdır.” BMs:367
“Bence bir kalb ve vicdan, fezail-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez.” Mü:20
Evet, “mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur.” L:122
“İllâ ki, el’iyazübillah irtidad ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten lezzet alsın.” L:122
Fıtrat-ı asliyesi tamamen bozulmamış vicdan:
“Hakikaten bence, bir müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyet’ten tecerrüd etse bile, fıtratı ve vicdanı hiç bir vakit İslâmiyet’ten vazgeçemez.” Mü:45
“Evet nev’-i beşerin ahvaline dikkatle bakılırsa görülür ki; ruhun manen terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve terakkisini telkîh eden yani aşılayan, şeriatlardır; vücud veren, tekliftir; hayat veren, peygamberlerin gönderilmesidir; ilham eden, dinlerdir.” İ:164
“Hem din; saadetin ziyasıdır, hissin ulviyetidir, vicdanın selâmetidir.” Mü:19
Vicdanın 4 unsuru:
“Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Latifenin müşahedetullahtır.” H:136
Yani vicdanın bozulması, bu 4 unsurun bozulması demektir. Bu meselenin asıl izahı şudur:
اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki: Şol musibetler ki, insan ve hayvanların masumları da giriftar olurlar. Caizdir ki, bu husus için insanın fehminin seziş ve kavrayışından daha dakik bir takım sebebleri olsun. Meselâ, meşiet-i İlahiye’nin düsturlarını havî olan şeriat-ı fıtriyesi teklif noktasında yalnız akla bakmıyor. Tâ ki, akıl olmadığı zaman, o şeriatın teklifi sâkıt olsun. Belki o teklif, kalbe ve hisse de nazar ediyor. Hattâ belki istidada dahi bakar. Öyle ise kalbiyle, hissiyle hattâ istidadıyla dahi şu şeriat-ı fıtriyeye muhalif hareket edip suç işleyenler cezalandırılırlar.
Evet görüyoruz ki, hayvanlar hiss-i nefiste tam ve kâmildirler. Ve çocuklar, hiss-i kalbde baliğ ve mükemmeldirler. Belki senin çocuğunun hissi, senin aklından daha mükemmel ve daha çok müteyakkızdır. Çünkü meselâ, sen bir yetimi zulmen tokatladığın zaman, senin aklın seni o zulümden menetmediği halde, fakat senin o zulmünü gören ve bakan çocuğunun hiss-i şefkati onu ağlatır. Eğer o çocuk senin yerinde olsaydı, onun o hiss-i şefkati, onu o zulümden vazgeçirirdi.
İşte madem ki bu iş böyledir; meselâ, bir çocuk hiss-i hevesi yolunda ve lehvini teskin için, o hassas olan hiss-i şefkatinin sesini duymayarak, biçare bir arıyı veya bir sineği parçalarsa, sonra şeriat-ı fıtriyenin kanunuyla düşüp kafası kırılsa, elbette müstehakkıdır.
Hem meselâ, dişi bir kaplan, kendi yavrusuna karşı şedid bir şefkati hissettiği ve kocasıyla beraber yavrularını himaye etme hissini duyduğu halde; sonra bu her iki his, onu biçare ceylanın yavrusunu parçalamaktan menetmeyerek, gidip o yavrucukları parçalasa, ve meselâ sonra gidip bir avcının kurşununa musab olsa, hakkı değil midir? Evet çünkü onun helal rızkı, hayvanatın ölmüş cenazeleridir, diri hayvanlar değil.” BMs:167
4 Vicdan, kalbdeki hissiyatın mazharıdır. Şöyle ki:
“Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır.” İ:77
“Kalbin zahirini” yani ondaki hislerin hafif derecelerini demektir. Şöyle ki:
“İnsanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe’, hikmet ve hakikata muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.” M:34
5 Taparcasına bağlanılan mecazi mahbubları kalbî hislerde yerleştirir. Onun içindir ki, ahirzamanda dünyadar kadınlar erkeklere hâkim oldukları hakkında rivayetler var. Hz. Üstad diyor ki;
“Üçüncü Sual: Bazı mütedeyyin zâtların, dünyadar haremleri yüzünden ziyade sıkıntı çekmeleri nedendir? Bu havalide bu nevi hâdiseler çoktur.
Gelen cevab: O mütedeyyin zâtlar, diyanetlerinin muktezası, böyle serbestiyet-i nisvan zamanında öyle serbest kadınların vasıtasıyla dünyaya girişmeleri hatalarından, o kadınların eliyle tokat yemelerine kader müsaade etti. Mütebâkisi, bir mübarek hanımın şuursuz müdahalesiyle geri kaldı.” K:265
6 Yani manevî ve gaybî alemler, çok daha âli ve latiftir. Hakiki mü’minlerin tenezzühgâhlarıdır.
7 Yani ehadisin ekserisi batınî vahiyden geldi. Şöyle ki;
“İkinci Kısım: “Vahy-i zımnî”dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilât ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.” M:93
Bu dersi indirmek için tıklayınız.