بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَالسَّلاَمُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى وَالْمَلاَمُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهَوَى
Meçhul bir şahsın haddini aşarak yüksekten bakan cahilane tavrına karşı haddini bildiren bir ikazdır
Bu meçhul şahıs, yazdığı herzenamesini benim mail adresimede göndermiştir. Bu herzename 29 sahifedir. İçinde o kadar iftiralar, o kadar bedbahtça su-i zanlar vardır ki, bu şahsın şu su-i zanlı vakvakaları Ergenekon veya derin devlet yılanının yutmak için ağzına almış olduğu kurbağanın gıcırtılı çatlak sesine benziyor.
Bu şahs-ı menhus ve meçhul, yazısının ilk yarısında Hz. Üstadın yanlış ve akideye muğayir ifadelerinin olduğundan söz ediyor. Arkasından da, bir gizli zendeka komitesi Risale-i Nur camiası içine sızmış olduğundan ağaz ediyor. Ve bu gizli zendeka komitesinin Nurların birçok yerlerini tahrif ettiklerini iddia ediyor. Ve bu minval üzere Risale-i Nurda bir cümle kendisinin bozuk fasid anlayışına uygun gelmediği zaman, münafıkane bir pozisyonla tahrif edilmiş olduğuna hükmediyor. Ve daha benzeri nifak perdesi altında fısıldayan birçok vicdansızca ittihamlar.
Bu şahıs, yazısının altında bir telefon numarasını vermekten başka, adını sanını vermemiştir. Hafa perdesinde konuşanlar bir nevi münafıklık ederler. “İhfa, havf riyadandır” hükmü Bediüzzamanındır.
Ben ameliyatlı hasta yatağımda yatmakta iken, bu yazı bana ulaştı. 15 gündür kalkıp bakamadım, yazıyı okuyunca, hemen anladım ki; Üsame bin Laden’in menfi cihad anlayışını körü körüne benimsemiş olan Muşlu Mollanın terbiyegerdelerinin fikirlerini yansıtan bir zübbe yazı olduğunu anladım. Bu menhus anlayış yüzünden biçare masum Müslümanlar pek çok bela ve musibetler gördüler, halen de görüyorlar.. Vücutlarına bombalar bağlayıp masum çoluk çocuk ve kadınların içinde patlatmaya cihad deniyorsa, yüzbin lanet olsun o cihada.
وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى Ayeti Kur’anda 7 defa nazil olmuştur. İşte bu ayetin hükmünü nazara almayıp, Amerikan taraftarıdır deyip masum insanları acımasızca öldüren bir zihniyetin cezası cehennemin esfel-i safilinidir. İşte Muşlu molla ve çömezleri bu cihad namı altındaki kafirane uygulamayı istiyorlar. İla cehenneme zümerada bunu yapsınlar.
Ben bu menhus, rezil yazının tek tek maddelerini ele alıp balyoz gibi cevablarla tarumar edecek kabiliyetine lillahilhamd sahibiz. Lakin aslında cevaba değecek bir mahiyette olmadığı halde, “Kervan yürür” darb-ı meseli varya onu düşünüp yüzüne bir tükürük atıp geçmek gerekirdi. Lakin masum gençler var, bu gençler, safsata savuran şu menhus iftiralı, yalanlı, su-i zanlı yazıdan müteessir olabilme ihtimaline binaen az bazı şeyler söyliyeceğim.
1- Merhum H.Hulusi Beye sözde sırtını dayamış görünen Muşlu Molla ve çömezleri, hiçbir zaman Hulusi Beyin mesleğini ihtiyar edip gitmediler. Hulusi Beyin halim, selim, nurani, müstakim meslek ve meşrebi ayan-beyandır. Hulusi Bey Nur derslerini daima yeni harfle matbu olan Nur kitaplarından yapmıştır. Hiçbir vakit dememiştir ki, bu kitaplarda tahrifat var. Akidevî, fıkhî yanlışlar var. Veya bunları hadis, ayet ve fıkıh mihengine vurmak lazım.
Mezkûr Mollanın Nur Mesleğine uymayan hallerini mektupla Hulusi Beye arz eylemiştim. Hulusi Ağabey cevabında: “Ben onu yanıma geldiği bir günde ikaz ettim. O bir meczuptur, idareye muhtaçtır” diye kendi el yazısıyla bana cevap gönderdi. Mezkûr mektup bende mahfuzdur.
2- Nurlarda tahrifatlar var diyenleri, ben yalancı, kezzap ilan ediyorum. İddialarını ispatlamazlarsa, münafıklıklarını dava ederim. Hodri meydan. Nurlarda nüsha farkları az da olsa vardır. Ve bunlar Hz. Üstad tarafındandır.
3- Hazret-i Mehdi-i ahirzaman, allame-i deveran, nadire-i cihan olan Hazret-i Bediüzzaman Said-i Nursinin (RA), ilimde, kitabette, hitabette, usulud-dinde, tefsir ve hadiste tam yüz küsür senedir; dört şeyh-ül İslam, Cumhuriyet döneminin tüm diyanet reisleri ve yüksek din şurası alimleri.. Ve 1200 küsür mahkemelerin ehl-i vukuf alimleri.. ve nurları mütalaa eden binlerce alimlerden hiç birisi (şu Muşlu Molla ve beyinsiz çömezleri hariç) nurlarda ilmi, dini, fıkhi, bir hata, bir yanlış gösterememişlerdir.
Acaba şaklabanlıklar yapan şu adamlar bu icma-ı ümmete karşı gelerek, kendi fasid kör döngülerine uymadığı vakit yanlış var diyerek, bununla nurları rağbet-i ammeden düşürmek arzuları olmasın! Heyhat!.. Allah nurunu yakmıştır; parlıyor ve parlayacaktır.
İşte ihlas risalesindeki: “Şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar zendekaya yardım etmek ihtimali var” tehditli ikazın muhatabı, acaba şu edebsizce hareket içinde olan bu adamlar olmasın!. Çünki bunlar, hem Risale-i Nur mesleğinden, hem Hulusi beyin meşrebinden tamamen uzaklaşmış, ayrılmışlardır. Samimi Müslümanlar bunlara karşı çok dikkatli olmalıdırlar.
Evet, Risale-i Nur’un hiçbir hüküm ve davasında –anlayıp kavramak şartıyla-tek bir hata bulunmamıştır. Hz.Üstad kendisi, nurlarda zaman-zaman tevazuu, mahviyeti talebelerine ders vermek, zerketmek için “la yuhti değilim, beni hatasız zannetmeyin” gibi tabirleri kullanmıştır. Ama aynı zamanda Barla lahikasının aynı yerlerinde: “Sünühat ile gelen hakikatlerin hak olduklarında hiçbir şüphem yoktur. Tabirat ve tarz-ı ifadede yanlış olup olmadığını soruyorum” mealinde işi muhkeme bağlamayıda ihmal etmemiştir.
4- Risale-i Nur talebeleri akaid, iman ve inancın talim ve tedrisinde başka kitaplara hakikat olarak ihtiyaçları yok ve muhtaçta değillerdir. Bu hususu Hz. Üstad Risale-i Nur lahikalarında def’alarca ve israrla ders vermektedir. Benim gibi pek çok kitap okumuş kimseler Hz.Üstadın bu hükmünü çok yerinde, çok lazım ve çok ma’kul bulmaktadır. Eğer bu yazı sahibi olan meçhul şahıs gibi, (bilhassa akideye dair) nur talebeler çok kitap okumuş olsalar, hele ilm-i kelamın geniş, tartışmalı kitaplarıyla kafalarını şişirmiş olsalardı; Risale-i Nurdaki müdellel hüccetli, bürhanlı Asa-yı Musa gibi neticeye sür’atle ulaştıran samimi ve müstakim bir iman haletini tadamazlar, beklide zihinleri tahdişe uğrayıp istikameti bulamazlardı.
5- Fıkhı okuma meselesi :
Fıkıh denince ahlak ve adabı da içine alan geniş bir ilimdir. Yüzlerce kitapları vardır. Ve hepsine birden İslam Şeriatı denir. Bu çok geniş olan fıkıh veya şeriatı üç kısma ayırmak mümkündür. Bunlardan bir kısmı şahsi farz, vacib ve sünnetlerdir. Bu kısmı ilm-i hal kitapları halletmiştir.
İkincisi: Miras, nikah, alışveriş, şirketler vesaireyi kapsar. Bu kısım, farz-ı alel kifaye nevindendir. Bir memlekette üç-dört kişi bunu bilse kifayet eder.
Üçüncüsü: Ceza, ukubat, hukuk, İslami devlet kaidelerini içine alan bu üçüncü kısım ise, İslam devleti müteşekkil olduğu zamanda icraya konulur.
İşte fıkıh budur ve bunu böyle kabul ediyoruz. Yoksa, üç-beş kelime Arapça ile Müslümanlar üstünde bir tefevvuk pozisyonunu takınmak değildir.
6- Mehdi ve Yüz sene meselesi:
Şahs-ı meçhul, yazısının ilk yarısında Hz.Üstadın –sözüm ona- büyük hatalarını hatta küfre temas edecek derecede akidevi yanlışlarını göstermeye yeltendiği halde, Hz.Üstadın bazı ifadelerinde “100 sene sonra, gelecek olan o zat” diye olan cümlesine sımsıkı sarılıp son derece doğru ve hak bulmaları çok şayan-ı taaccüptür. Çünkü evvela mellay-ı Muşiyi o büyük mehdi olarak telakki ettikleri için, Risale-i Nurda bu mesele defalarca ele alınmış ve halledilip ortaya konmuş olmakla beraber, bu meçhul şahıs gibi Hz.Üstadın o izahlarını kala almadan zahir bahir mehdiliğini inkar ettikleri için, bir başka mehdiyi arıyorlar. Hani padişahı inkar eden bir bedevi aşiret reisi, kendisini ve diğer aşiret reislerini birer padişah kabul etmeye muztar kaldığı gibi, bunlarda hayalat ile bir biçare şahıs olan Muşlu mollayı mehdi ve Bin Ladeni ise onun öncü kuvveti addediyorlardı. Ama şimdi her halde hayalleri tutmadığı için acaba kime yöneldiler. Herneyse, bu meseleyi ben, “İfhamname” adlı kitabımda detaylıca ve enine boyuna şerhetmişim. İfhamname ve Güneş üflemekle sönmez ve Ateşli Şahaplar kitaplarımda bütün menfi istifhamların rezil iftiraların ve kabih isnadların cevabını vermişim. Şu meçhul şahısta o kitaplara baksa iyi olur.
Ey meçhul şahıs! Ben açığım. Adım Abdülkadir Badıllı. Hz.Üstadı defalarca ziyaret ettim. Beni evlad-ı manevi kabul etti. 58 senedir deflarca Risale-i Nurları -Arapça, Türkçe, Farsçalarını– ve eski Saidin tüm eserlerini okuyup kütüphanemdeki 6000 cilt -Hadis, tefsir, usulul-fıkıh, tasavvuf kitaplarıyla mukayeseler yapmışım ve şu kat’i kanaat ve karara varmışım ki, Risale-i Nurlarda ehl-i sünnet mezhebine göre hiçbir hata yoktur, kudsidir, Kur’anidir. Onu ta’n edenler cahil ve gabidir, biçaredir, acizdir. Veya küstahdırlar.
Hele Hz. Üstadın “Dahildeki cihad başkadır, haricteki cihad başkadır” kat’i hükmünü teferrüs etmeyip, cihad cihad diye şamata koparanların anarşi hesabına hareket ettiklerini anlamışım. Dahili cihad irşad ve tenvirdir. Aksini düşünen ve yapanlar hüsranla karşılaşmışlar ve karşılaşacaklardır.
Ve bu mevzuda kendi anarşik anlayışına bir sürü ayetleri destek yapanlar ahmak insanlar olduğunu bildim. Ayetin metni, istikametsiz davalara alet ve destek yapılmaz, belki ancak o ayetler, ilm-i usuluddin allemelerinin ve ahkam-ül Kur’an kitaplarının destgahından geçirildikten sonra müracaat edilir.
Şahs-ı meçhulün yazısında, Şeyh-ül İslam Mustafa Sabri efendinin Hz.Üstada itiraz ettiğini yazmış. Bu katmerli yalan iddiayı 1963 lerde, Sadettin Evrin adında emekli bir general ve onunla birlikte o gün ki Ankara İlahiyat fakültesinde Doç.Dr. Neda Ermaner ve bir iki şahıs daha toplanarak, sahte bir reddiye hazırlayıp “Tuhfetür reddiye ala Mezhebi Saidil Kürdiye” ismiyle neşrettiler. Eşref Edip Fergan’ın onu bir paçavraya çevirdiği kitapta bu iddia var idi. Sonra Eşref Edip, Mustafa Sabrinin oğlunu buldu, sordu. Oğlu “hayır asla babam böyle bir şey yazmadı” diyerek iddiayı reddetti. Meçhul şahsımız o iddiayı yenilediğine göre, kendiside onlardan olmasın? Eşref Edibin yazdığı kitabın ismi, “Risale-i Nur muarızı bazı yazarlar hakkında ilmi bir tahlil” dir.
7- Tenkit Meselesi.
Hak namına tenkid, Selef-i salihin arasında cereyan etmiş bir güzel iş olup, hakkı, hakikatı sırf hak adına dört etrafıyla meydana çıkaran ve temizleyen bir süpürge vazifesini görmüştür. Lakin bu tenkid, eğer ğaraz cerbeze ve kendi anlayışını öne çıkarmak ve tenkis-i ğayr ile kemalatını göstermek işinde kullanılırsa, o zaman o tenkid bir fesad aleti olmuş olur, Müslümanlar arasında tefrikaya sebep olur.
Tenkitte asıl mühim şart: ilimde, idrakte, ihlasta, ahlaki kemalatta, kalb ve ruhun inkişaf, tenevvür ve keşiflerinde birbirinin aynı seviyesinde olan zatlar olmalıdır. Yoksa birisi serada, öbürü süreyyada olduğu halde, şu aşağıdaki kimse, yükseklerdeki zatı tenkit etse alemde maskara olur.
Tarihte meşhurdur, bazı biçare idraki kısa kimseler İmam-ı A’zamı ve İmam-ı Şafiiyi tenkide yeltenmişler. Ama sonra bu kişilerin kısa fikirleri, idraksiz akılları meydana çıkmış, kepaze olmuşlar.
Şimdi bizim meçhul yazarımız aynen tarihteki o tenkitçi şahıslar gibi bir pozisyon ile koskoca Hazret-i Bediüzzamanı tenkide yeltenmiş. Niçin bunu yapmış? Kendi biçare, idraksiz mollalarının anarşiye davet çıkaran fikirlerinin revaç bulması için, Bediüzzamanın kudsi Kur’ani ve kaidevi ifadelerinin yanlışlığını iddia ederler. Bilmezler ki Hazret-i Bediüzzamanın kudsi hükümlerini, idraksizlik, sevyesizlik içinde ve cerbeze ile tenkid edenler, ergeç mutlaka kepaze olurlar, olmuşlar ve olacaklardır.
Evet, malum olduğu üzere 1942 de İstanbulda yaşayan Seyyid Abdülhakim-i Arvasi merhum, aldatılarak, Hz.Üstad Bediüzzamanı hakaretli sözlerle tenkit etmişti. Buna karşı o günki İstanbulun en meşhur alimleri Abdülhakime cevaplar verdiler. Ali Şirvani, Ahıskalı Şeyh Ali Haydar efendi, Urfalı Mahmut Kamil efendi ve eski Fetva emini Muğlalı Ali Rıza efendiler. Bilhassa Osmanlının son fetva emini merhum Ali Rıza efendi kat’i bir ifade ile demiştir ki, Bediüzzamanı tenkit etmek için onun ka’binde (ayarında) bulunmak lazım. Diğer ülemada aynı şeyi ifade ettiler ve Seyyid Abdülhakimi susturdular.
Buna binaen, meçhul şahsın rivayeti olan ve güya: “Süleyman Tunahan ve Mustafa Sabri Üstadı tenkit etmişler “sözü faraza sağlam bir rivayette olsa, bu zatlar Hz.Üstadın ka’binde, ayarında değillerdir. Dolayısıyla tenkitleri değersiz sayılır ki, Mustafa Sabri efendi Hz.Üstada karşı daima hürmetkar ve takdirkarlık içinde bulunduğu, ilahiyatçı Prof.Dr.Ali Özek hoca şehadet etmektedir. Büyük tarihçi Halid Konyalı merhumda hatıratında: “Ben hocam M.Sabriye sordum, niçin Bediüzzamanı Darül Hikmetil İslamiyeye aldınız. Dedi: “Çünki hadiste onun kadar yed-i tulua sahibi kimse yoktu.” diye kaydetmiş. Bu yazdıklarımın belgeleri benim Mufassal Tarihçe-i Hayat eserimde mevcuttur.
İşte, meçhul ve muhtefi şahıs, yalan-dolan uydurduğu ve bazı meşhur zatların isimlerine izafe eylediği dilbazlığının mahiyeti budur. Hele kendi menfi görüş ve anlayışına ayrı ayrı manalarda olan Kur’an ayetlerini alet etmesi ve allame müçtehidlerin tefsirlerine uğramadan ayet numaralarını sıralaması, bir noktada kendi reyi ile kur’anı tefsir etmeye benzerki ameli küfür sayıldığı hadisçe sabittir. Ve helümme cerra!
Ve hülasa: Meçhül şahsın müdafaa ettiği Molla ve çömezleri, bir gün Ergenekon örgütünün teşvik, tahrik ve desteğiyle, cihat-cihat dedikleri anarşik şeytani bir sevdaya kapılıp ellerine silah alarak El-kaide örgütü saffında yer alarak masum Müslümanları katletmeleri derkar olup gözden uzak tutulmamalıdır. Allah basiret versin ve bunların fesat yayan fitneli şerlerinden muhafaza buyursun, amin.
Şimdilik bu kadar. Şayet bu meselenin üstüne fazla varılırsa: yani Nur Talebeleri şeni’ ve kabih ittihamlarla şaibelendirilirse hele süfli ve istikametsiz anlayışları hesabına Hz. Üstada edepsizce dil uzatılırsa o zaman ben dahi eskiden yazdığım “İfhamname” kitabımı iki kat genişleterek neşredeceğimi bildiririm. Herkes haddini bilsin vesselam.
Nurcu
Abdülkadir Badıllı İbnü Abdullah
Şanlıurfa
31.10.2011
Bu dersi indirmek için tıklayınız.