بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
NİFAK CEREYANININ CEMAATI DAĞITMA PLÂNI
Cemaat içine hulûl eden nifak cereyanı, cemaat içindeki bazı safdilleri ve garazkârları ve enaniyet hastalarını bulup, onların enelerini okşayarak hizmet aleyhinde alet ederler. Hem bu safdiller, kitabdaki hükümlere göre düşünüp hareket etmeye alışmadıklarından yanlışı-doğruyu ve hizmet hayatına gelecek büyük zararları fark edemezler.
Hem bu gafil ve kuru kalabalık, şahsa bağlandıkları cihetle, nifak cereyanı bunların nazarında bazı şahısları göklere çıkarır. Tâ ki i’la ettiği o şahısları iftiralarla çürütüp yere atınca, ona bağlı olan avam, inkisar-ı hayale düşsün, hizmetten kopsun ve perişan olsun. Nifak cereyanının bu planı oldukça dehşetlidir. Hem de bu ifsada alet olanların mesuliyetleri ve cezası dahi, alet oldukları tahribat derecesinde büyük olur ve akıbeti de felakettir.
Evet, Bediüzzamanın şu ikazına dikkat gerek. Şöyle ki:
“ وَلاَ تَرْكَنُوا اِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ âyet-i kerimesi fermanıyla: Zulme değil yalnız âlet olanı ve tarafdar olanı, belki edna bir meyledenleri dahi, dehşetle ve şiddetle tehdid ediyor. Çünki rıza-yı küfür, küfür olduğu gibi; zulme rıza da zulümdür.” (M:362)
Kitabdaki düsturlara bedel, şahsa bağlananların akıbetlerini göteren bir-iki nümune:
“-Risale-i Nur'un has şakirdleri müstesna olarak- başkaları beni büyük bir makamda bilmekle, kuvvetli bir alâka ve hizmet gösterir. Hem mukabilinde, dünyada, ehl-i velayet gibi nuranî neticeleri ister. Sonra bize hizmeti ile ve alâkası ile manevî ihsan eder. Böylelerin bu nevi ihsanlarına karşı, istediği fiata sahib olamadığım için mahcub oluyorum. Onlar da ehemmiyetsizliklerimi bildikleri vakit inkisar-ı hayale uğrarlar, belki hizmette fütura düşerler. (E:90)
“Kardeşlerim! Bu hakikata binaen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zâtlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirdleri âdi, âmi adamlar görür ve der: "Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhat! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?" diyerek dost ise inkisar-ı hayale uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.” (Ş:317)
İşte bu gibi hikmetler içindir ki, Risale-i Nur mesleğinde şahsî kemalattan daha çok ihlas, sadakat, sebat ve metanet gibi keyfiyet hususiyetleri tercih edilir ki, bu hususiyetler hizmet istikametinin esaslarıdır.
Eğer bu safderunlar ve enaniyetten avlananlar ve garazkârlıklara düşenler, hissî temayüllere bedel, hizmetin selametini düşünseler ve kitabî düsturları esas alıp hareket etseler, aldatılma ihtimali azalır ve nifak cereyanı dahi ifsad imkânını fazla bulamaz.
Üstad Hazretlerinin aldatılmaktan doğan mesuliyetlere dair ikaz mektublarından birisinde aynen şöyle der:
“Bu asrın acib bir hassasıdır. 1 Bu asırdaki ehl-i İslâm'ın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canileri de âlîcenabane afvetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan görse, ona bir nevi tarafdar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler. Evet elması bildiği (âhiret ve iman gibi) halde, yalnız zaruret-i kat'iyye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer'iye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya heves ile veya tama' ve hafif bir korku ile tercih edilse; eblehane bir cehalet ve hasarettir, tokada müstehak eder. Hem âlîcenabane afvetmek ise, yalnız kendine karşı cinayetini afvedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen canilere afuvkârane bakmağa hakkı yoktur, zulme şerik olur.” (K:25)
Fitne-i ahirzaman cereyanının yukarıda nazara verilen zulmüne ortak olmak, gökler ve yerlerin kaldıramıyacağı bir mesuliyettir.
Böyle feci helaketlerden kurtulma vesilesi olan kitaba bağlılığın lüzumu hakkında Hz. Bediüzzaman diyor:
“İşte ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ü cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın muhkemat kal'asına gir ve Sünnet-i Seniyeyi rehber yap, selâmeti bul!..” (L:78)
Evet, Hakiki bir Nur Şakirdi, manevî mesuliyet hissine sahibtir. Bu hissin vicdanî bir neticesi olarak da, Kur’andan alınmış olduğunu bildiği Risale-i Nur’daki hakikatlara ve düsturlara tam bir teslimiyeti vardır. Yani kendi arzusuna ve hissiyat-ı nefsaniyeden gelen temayüllerine göre değil, kitaba uygun düşünür, inanır, konuşur ve yaşamaya çalışır. Hatası olunca istiğfar eder.
Şimdi Üstad Hazretlerinin Nur dairesinde belli bir cemaatın bağlandığı şahısları iftiralarla çürütüp o cemaatı hizmetten soğutup dağıtmak plânından bazı ikazları Risale-i Nur’dan ibret ve teyakkuz için nakledelim. Şöyle ki:
“Bütün hücumları, şahsımı çürütmek ve Nur'un fütuhatına bulantı vermektir. Emirdağı'ndaki malûm münafıktan daha muzır ve gizli zındıkların elinde âlet bir adam ve bid'atkâr bir yarım hoca ile beraber bütün kuvvetleriyle bize vurmaya çalıştıkları darbe, yirmiden bire inmiş. İnşâallah o bir dahi, bizi mecruh ve yaralı etmeyecek ve düşündükleri ve kasdettikleri bizi birbirinden ve Nurlardan kaçırmak plânları dahi akîm kalacak..” (Ş:495)
“O zındıklar, Risale-i Nur'u ve şakirdlerini tarîkata ve bilhassa Nakşî Tarîkatına kıyas edip, o ehl-i tarîkatı mağlub ettikleri plânlar ile bizleri çürütmek ve dağıtmak fikriyle bu hücumu yaptılar.
Evvelâ: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin sû'-i istimalatını göstermek.
Ve sâniyen: O mesleğin erkânlarının ve müntesibîninin kusuratlarını teşhir etmek.
Ve sâlisen: Maddiyyun felsefesinin ve medeniyetinin cazibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmek ile mabeynlerinde tesanüdü kırmak ve üstadlarını ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıyla nazarından sukut ettirmektir ki, Nakşîlere ve ehl-i tarîkata karşı istimal ettikleri aynı silâh ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar.” (Ş:302)
Yukarıda zikredilen “cazibedar sefahet” ifadesi zamanın bid’alarından uzak durmayı şart koşar.
“Din ve İslâmiyet düşmanları, ekseriya perde ardından bahaneler icad ederek dine saldırmaktadırlar. Doğrudan doğruya dinin ve İslâmiyetin aleyhinde bulunmuyorlar; dine hizmet eden, bu uğurda türlü fedakârlıklara katlananları nazar-ı âmmede kötülemek, halkın sevgisini çürütmek için hücuma geçiyorlar; ta ki dine hizmet edenleri âtıl vaziyete getirip, dinî inkişafa mâni olsunlar.” (T:24)
“Düşman tanınmadığı ve bilinmediği müddetçe daha çok zararlı düşer. Şayet düşman Muhannes olsa, yani gizli, örtülü ve içten karıştırıcı olsa; daha çok habis olur.. Ve eğer yalancı kezzab olsa, daha çok ifsadcı olur.. Ve eğer adüvv, dahilî olsa, zararı daha çok büyük our. Zira dahilî düşman salabeti gevşetir, kuvveti dağıtır. Haricî düşman ise; dinin ve millî salabetin kuvvetlenmesine, toparlanmasına sebebiyet verir. Evet, nifakın İslâma yaptığı cinayet, verdiği zarar – maateessüf- pek büyüktür. Ve halen İslâm alemindeki şu müşevveşiyet ve karışıklıklar da hep nifaktan gelmiştir. İşte onun için Kur’an-ı Hakîm münafıkların aleyhinde, haddı mütecaviz olan kötülük ve şenaatlarının zararlarından çokça bahsetmiştir.” İşaratül-İ’caz (A.Badıllı:163)
“Ey birader! Düşman hariçte olsa, insan silâhsız o düşmanla geçinebilir. Fakat düşman kal'a içine girse ve gizlense, o vakit o düşmana karşı silâhlanmak, zırh giymek ve gayet dikkat etmek, hem pek ciddî sebat etmek lâzımdır. Tâ ki hayat-ı ebediyesini hafî darbelerden kurtarabilsin.
Ey kardeş! Zırh ve silâh, namaz ve takvadır. Kur'an'ın zincirini muhkem tut. Onun sözüne kulak ver. Başkaları seni aldatmasın. Şu zamanın gafil sarhoşları içinde, seni terk-i şeaire ve medeniyet-i dünyaya davet edenlere de ki: "Hey sersem gafiller! Benim halim sizi dinlemeye müsaid değil.” (Ni:143)
Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin neşredilmiş hatıralarında bu tarz iftiraları susturan yazısında aynen şöyle der:
“Her fena dedikoduda da ehl-i iman ağzından da çıksa mutlaka dinsizlerin veya münafıkların parmağı olduğu teyakkuzunu taşımalarına sebep olmuşlardır. Dinsizlerin aleyhine, Nur Talebelerinin lehine tecelli eden bu neticeyi sonra o münafıklar gözleriyle görmüşler, ye’se ve çaresizliğe düşmüşlerdir…
Ne şekilde olursa olsun, her kimden gelirse gelsin, hangi ehl-i imanın ağzından ve elinden çıkacaksa çıksın, Nur Talebelerinin ittifakını bozabilmek kastıyla ortalığa yayılacak ittiham ve iftiralara, dedikodu ve mukabele etmeyeceğiz. Onlarla uğraşmak küçüklüğüne düşmeyeceğiz. Onlarla meşgul olup hizmete ve ibadete, Nurlara çalışmaya sarf edeceğimiz kıymettar vaktimizi öldürmeyeceğiz. Bilhassa ve bilhassa şahıslarımıza gelen iftira ve darbelerden memnun kalacağız. Risale-i Nur’un selamet ve intişarı ve ittihad ve tesanüdümüz uğrunda icabında haysiyet ve nefsimizi dahi feda edeceğiz.”
(Zübeyr Gündüzalp)
1 Yani elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.